Yaptıkları daha çok ‘işitsel eylemler’ olarak tanımlanıyor. Ultra-red bu eylemlerde militanlığın ateşini kuramların serinkanlılığıyla, sokak eylemlerinin kendiliğindenliğini mekanik düzenlemelerin önceden belirlenmişliğiyle birleştirerek politik faaliyeti sesler biçiminde yeniden üretmeye çalışıyor.
Üretimlerinde insan sesi ağırlıklı yer kaplasa da bu sesler herhangi bir şarkıdaki herhangi bir insan sesi kullanımına benzemiyor. Genelde bir röportaj ya da alan kaydından (eylem, grev, sabah iş bekleyen ameleler, göçmen viranelerindeki kasvetli sohbetler) elde edilen sesler küçük parçalara ayrılıyor, sonra parçalar üst üste bindiriliyor ya da birbirine tutturuluyor.
Ultra-red sesleri kırpıp bozan ilk müzikal girişim değil ama kuram ve eylemi bir arada işlemesiyle de diğer müzikal projelerden farklı bir anlayışa sahip. Açık bir siyasi angajmanın terk edildiği, değersizleştirildiği bir dönemde (reel sosyalizmin çözülüşünden hemen önce ve neo-liberalizmin dalga dalga yükselişinden hemen sonra) Ultra-red’in net bir politik eksene sahip olması sanat kolektifinin dikkat çekici bir yönüdür. Dayanışma, kamusal, devrim ya da reform gibi kavramların ölümünün ilan edildiği bir kesitte Ultra-red bu kavramların simgelediği hayaletleri yeniden hayata döndürmüştür (bknz. Derrida’nın Marx’ın Hayaletleri). Bu nedenle Ultra-red’in siyasi kimliğiyle sadece farklılık kategorisini işgal ettiğini düşünmek eksikli olacaktır.
90lı yılların sonundan itibaren yayınladıkları her albüm bir belgeleme niteliği taşımaktadır. Her albümde toplumsal bir mücadele kayıt altına alınmıştır. Ama aynı zamanda da yaptıkları düzenlemeler kaydın belgelediği mücadelenin sesler içinde yankısını bulan imzasını, kuramsal mührünü de taşımıştır. Bu imzalar ya da mühürler, kâh bir göçmenin yaşadığı yasal zorluklara dair bir cümle olmuştur kâh kentsel dönüşüm çerçevesinde evleri yıkılanların protestosu olmuştur.
2004’ten bu yana Ultra-red kendisini bir ses eylemcileri kolektifi olarak değil de siyasal-estetik bir organizasyon olarak tanımlıyor. Bu bir yeniden tanımlama oyunundan çok kolektifin işleyişindeki bir farklılaşmayı yansıtıyor. Bu farklılaşma bir yandan ses sanatının siyasallaşmasına bir çağrı anlamı taşırken bir yandan da internet ile ortaya çıkan teknik olanaklara gönderme yapmakta.
İnternetin ortaya çıkardığı olanaklara kadar müzik kayıtlarını paylaşmanın birincil yolu bir albüm yayınlamak ve dağıtıma vermekti. Ancak geleneksel müzik anlayışının dışında kalan arayışlar için irili ufaklı plak şirketleriyle çalışmak ya da bağımsız yayın-dağıtım kanalları kurmak hep mali bir risk anlamına geliyordu. Risk ise müzisyenlerin üzerinde bir baskı kaynağıydı. Ultra-red gibi bir sanat kolektifi için ise albüm yayınlamak ve dağıtmak hep sorunludur. Albümleri az ilgi çeker, dergilerde kayıtları hakkında pek yorum yer almaz ve grup performanslara davet edilmez.
Bu nedenlerle Ultra-red piyasanın dayattığı risk baskısını internetin yaygınlaşmasıyla ortaya çıkan olanakları kullanarak aşmaya çalışan grupların ilklerinden. Sanat kolektifi uzun zamandır müzik üretimi ve paylaşımında eksenini albüm yayınlayan ve dağıtan şirketlerin mızmılanmasını dinlemekten farklı bir yöne kaydırmıştır. Kolektif kayıtlarını, kuramsal yazılarını, performanslarını, yaptıkları işbirliklerini son beş yıldır internet üzerinden örgütlüyor, dağıtıyor ve yayıyor. Her kayıtlarına kendi çevrimiçi kurumları olan Public Records üzerinden ulaşılabiliyor.
Örneğin dört albümlük bir seri olarak yayınladıkları “Yoksullara karşı yürütülen savaşın sesleri nedir?” için ses eylemcilerinin dünyanın farklı yerlerinden birer dakikalık kayıtlar göndermelerini istediler. Kayıtlar internet üzerinden toplandı ve yayınlandı. Bu sayede Ultra-red ses eylemcilerinin benzer bir durumun farklı coğrafyalarda vücut bulan karşılığını yan yana getirilmesine aracılık etmiş oldu. Zaten Ultra-red uzun zamandır uluslararası düzlemde çalışan ve buna göre örgütlenen bir kolektif.
Kuramsal arkaplana gelecek olursak Ultra-red üretimlerinin siyaset ile deneysel sanat arasında geçişlere her zaman olanak vermiş heterojen bir toplama dayandığı söylenebilir: Dadaistlerden durumculara, Walter Benjamin’den Louis Althusser’e uzanan eklektik bir solun kuramsal toplamı. Ultra-red bu geçişkenliği sadece müziğin içinde siyasal alan uzanmak için değil, siyasal kuramlara sesle ilgili düşünceleri eklemek için de kullanıyor. Ki bu düşünceler müziğin üretimi ve tüketimiyle ilgili geleneksel kalıpların da sorgulanmasını sağlamaktadır. Bu sayede müzisyen-müzik-dinleyici üçgenine hapsolan konser ya da market raflarına ve tanıdık pohpohlamalarına sıkışan albüm tüketimi elden geçiriliyor.
Aslında Ultra-red sanatın daha fazla siyasal olmasını talep eden bir noktada durmamaktadır. Çünkü sanatın hâlihazırda politik bir eylem olduğunu savunmak sanatın içindeki egemen kurumsallaşma için bir aklanma gerekçesi, özgürlük alanı sağlayabiliyor. Son İstanbul Bienali'ndeki durum bu aklama sürecini çok güzel tanımlamaktadır.
Ultra-red ise sanatın içerdiği siyasetin galerilerde ya da atıl bir işitme ile yeterince temsil edilemeyeceğini savunuyor. Üretimlerini ve eser inşasını vasıfsız amelelerin sabah iş bekledikleri mekânlarda, göçmen bürolarında yapıyorlar. Böylece sesleri bestelemek yerine dinlemenin yeni yollarını oluşturuyorlar. Çünkü sesleri politik bir stratejinin içinde örgütlüyorlar.
www.ultrared.org | soL Portal, 10.04.2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder