12 Kasım 2009 Perşembe

Caz Yeşilinden Yeşil Caza: Yeni Sermayenin Sanatla İmtihanı

Dönüp dolaşıp gelecekleri yerdeler artık. Yıllarca hem nefret ettiler hem de onların olduğu yerde olmayı istediler. Ve şimdi oradalar.

Örneğin İstanbul kitap fuarında parayı basıp gazeteleri için açtıkları “yeni ve kaliteli” standı “sanki küçük çaplı bir Hyde Park” olarak tarifliyorlar (E. Dumanlı, Zaman, 09.11.2009). Kendi okuyucusu değil ama diğerleri, benzemek istedikleri, yerine geçmek istediği kişiler bilsin istiyorlar, kendilerinin de dünyanın emperyal merkezlerindeki nadide parkları bildiğini, gezdiğini, gördüğünü.

Hyde Park’larını sevsinler. Gösteriş istiyorlar. Görünmek istiyorlar. Onlar gibi olmak istiyorlar. Alkol kullanmayan, ağzına ülkenin stratejik önemini, milli değerleri evrensel değerlerle buluşturmayı ve hoşgörüyü dolamış, kozmopolitlikte sınır tanımayan yeni sürüm Koçlar, Sabancılar, Şahenkler olmak istiyorlar.

Çünkü paraları var. Camilere halı ısmarlayıp rahatlama devri bitti. Yetmiyor artık. Son yirmi yılda teşviklerle, kayırmalarla büyüdüler. “İkinci kuşak şirket sahipleri genellikle babalarından farklı olarak yurtdışında tahsil görmüş, yabancı dil bilen kişilerden” oluştu (E. Dumanlı, Zaman, 24.10.2009). Şimdi lüks konutlarda yaşıyorlar, lüks arabalara biniyorlar, el yapımı işlemeli saatler takıyorlar, boyunlarını hafifçe sağa kıvırıp ellerini yanaklarına yasladıkları fotoğraflara pozlar veriyorlar.

Yeni bir düzlemde moderniteyle tanıştıklarını düşünseler de paranın gücüyle tanıştılar ve çok sevdiler. Doksanlara damgasını vuran restorasyon dönemi akıllarını başlarına getirdi. Çağı kavradılar. Çünkü bugün "tekarüb-i zaman" (sürat çağı) yaşanmaktadır. Çünkü artık paraları var, hem de çok paraları var. Uçağa atlayıp Hyde Park’ta iki tur atıp memlekete geri dönüyorlar. Ve parayı daha fazla görünür kılma ihtiyacındalar.


7 Kasım 2009 Cumartesi

Vitrinle raf arasında bir yer


Nikbinlik, Ocak-Şubat 2005, sayı 21, sf. 24-26

Buzda yatan balıklar, kırmızı et, beyaz et, otomobil tekerlekleri, giysi dolapları, giysiler, elektronik eşyalar, telefonlar, ucuz kasetler, krakerler, indirimli temizlik eşyaları, deodorant, şampuan, kalabalık, kasalar, kasiyerler ve raflar boyunca mallar, mallar, mallar! Tüm bu curcunanın, içi bir türlü adlandırılamayan huzursuzluğa ev sahipliği yapan steril, geniş, bol ışıklı, ferah ve aydınlık mekânların ortasında üst üste dizilmiş raflarda, yerlerde, indirim reyonlarında bir sürü kitap; ucuz, pahalı, güzel kapaklı, indirimli, sürü sürü kitaplar; kitapların içinde romanlar, öyküler...
Daha birkaç yıl öncesine kadar, derinlikten ve yaşamı yansıtma endişesinden uzak olmakla, cinselliğin ve duygusallığın pornografileştirildiği, tarihin masallaştırıldığı, kendini anlatan "romancı"ların mırıldandığı bir toplama dönüşmekle suçlanan Türkiye romanı, birkaç yıl içinde daha farklı bir toplamı oluşturmaya başladı. Küfür romanlarını, çöküş romanlarını bile geride bırakan hızlı üretim süpermarket romanları kaplayıverdi ortalığı. “Türkiye, tarihinin en büyük roman çılgınlığını yaşıyor. 2004 yılının ilk yedi ayında yayımlanan roman sayısı, Cumhuriyet tarihinin en yüksek noktasına ulaştı. Temmuz ayına kadar 150 yeni roman okuyucuyla buluştu. Üstelik bu romanların 70 tanesi ilk roman. Romancı olarak tanınan yazarların dışında, öykü, şiir, senaryo gibi edebiyatın farklı alanlarında ürün veren yazarların romana yönelmesi kadar, edebiyat yaşamına romanla başlayan yeni yazarların da çıkmasıyla bu rakama ulaşıldı.” [Radikal, 22.07.2004; sf.23]