26 Şubat 2019 Salı

Epilogue or "I have always loved roads"*


I remember the eyes of the dog most. Strange, isn’t it? “Why”, I ask myself, “why?” The easy feeling of mercy and pity inside me are somewhat disturbing. Mercy has something scoundrel in it. And clemency provides pseudo-mastery. I think both should stay away from me, from us. However, photography also has those sides. It can deceive or can turn into authoritarian without anyone noticing. Isn’t it so? Photography makes it possible for you to become a comfortable witness. Very clear!

Through photography, and the other forms of art, you witness life without losing your mind. You may desire to see photographs, hear stories, and watch films which may (or not) comfort you. And those who seek comfort in life have more space. In the end, it depends on capital, power and willingness to be deceived. Art, too, is not free of such comfort and deception.

Eyes of the dog! Perhaps we see ourselves in those eyes, at that moment, in that gaze. Not perhaps! Certainly. We see the misused, battered human condition in the presence of this roamer of the streets with downcast eyebrows, ears or tail. It is for a reason that there is a saying for this condition: Keeping the chin up! If it has found its way into the language, know that, it has been in the subconscious for much longer. And nowadays, tell me if there is anyone who can keep the chin up!

6 Şubat 2019 Çarşamba

Biyolojik psikiyatri vaat ettiği yere neden varamadı?


Büyük vaatler hep büyük beklentilere yol açıyor. Biyolojik psikiyatrinin sorunu da burada diyebiliriz. Zihinsel işleyiş diyalektik ve madde olmadan anlaşılamıyor. Tarih içinde beyin ve zihin için bir çok farklı argüman dile getirildi: psikiyatrik hastalıklar, “ruhun kötülüğünden” (Aristoteles) ve “vücut salgılarının dengesizliğinden” (Galen) tutun otoerotik saplanma (Freud) ve egonun hiyerarşik durumunun zayıflığına (Jung) kadar birçok sebebe bağlandı.

1960'lara gelindiğinde ise tüm bu paradigmaların artık geride kaldığı düşünülmeye başlandı. Çünkü düşünceler, duygular ve davranışlarla beyindeki bazı moleküller arasında ilişki olduğu ortaya çıkmıştı. Psikiyatride biyolojik bakış tam da o günlerde ağırlığını arttırmaya başladı. Biyolojik psikiyatrinin, çeşitli psikiyatrik sıkıntılara moleküler düzeyde yanıtlar bulması bekleniyordu. Ama bu yanıtların çok az bir kısmına tanık olduk. Vaatler yerine getirilmekten halen uzak. Nörolojik birçok hastalık için önemli gelişmeler olmasına rağmen psikiyatrik birçok sorun için halen tam bir gelişme sağlanamadı.

Biyoloji, psikiyatriyi neredeyse yeniden yarattı: Geçtiğimiz 40 yılda bu bilim dalı, yani psikiyatri, doktorların, araştırmacıların ve toplumun psikiyatrik hastalıklar konusunda temel tüm yargılarını değiştirdi ve kendini de tam anlamıyla yeniden yarattı. Bu yeniden inşa ise psikiyatrinin tanısal başucu kılavuzu haline gelen “Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı” yani DSM’nin 1980’de geçirdiği bir revizyonda somutlandı: DSM’nin 1980 yılı baskısında psikolojik tüm açıklamalar dışarıda bırakıldı. Artık yeni bir sayfa açılmıştı.

Böylece bastırılmış çatışmalar hakkındaki zengin Freudiyen dil, yanlış ve yetersiz “annelik” konusundaki teorilerle birlikte ortadan kaldırıldı. Depresyon, panik, obsesif kompulsif bozukluk, bipolar bozukluk, şizofreni ve otizm gibi durumların hepsi birer semptomlar ve davranışlar dizisine dönüştü. Biyolojik yanları olduğu düşünülerek ama biyolojik yanları bir türlü olmayarak!