31 Mayıs 2017 Çarşamba

Sol, isyan ve madde kulanımı


“Yaşamın dozunu yükselt, örgütlen!” diyerek uyuşturucu madde kullanımıyla mücadele çağrısı yapan Türkiye Komünist Gençliği, gençler arasında giderek yaygınlaşan uyuşturucu kullanımına karşı  aynı başlıklı bir de açıklama yayınladı. Uyuşturucunun “Egemen sınıfların gençleri esir almak için kullandığı bir araç” olduğunu belirten bu çağrıyı ve Türkiye'de madde kullanımının bulaşık olduğu muhalif kültürü PsikesoL Kolektifi ile konuştuk.

Madde kullanımı ve bağımlılığı Türkiye için bir sorun mu?
Evet, hem de ciddi bir sorun. Ama durumu hepimiz hafife alıyoruz. Uyuşturucu ile mücadele devletli bir iş olarak görüldüğü için Türkiye solu daha da hafife alıyor. Geçen yıl darbeden önce cezaevlerindeki hükümlülerin üçte biri uyuşturucu madde ile ilgili suçlardan yatıyordu örneğin. Madde kullanım yaşı ise sürekli düşüyor. Arkadaşlarımızın İzmir’de yakın zamanda yaptığı bir araştırma son altı yıl içinde esrar kullanımının dört kat arttığını gösterdi. Devletin rakamları da benzer bir eğilimi gösteriyor: Madde kullanımı özellikle genç nüfus içinde son on yılda azalmadı, arttı.

Bunlar elbette ki buzdağının görünen yüzü. Bu iş sadece bir grup gencin içine düştüğü bir tuzak falan değil. Ciddi bir sektör, kolay yoldan para kazandıran bir iş. Ama toplumsal boyutta çürüten, asalaklaştıran, insanı kendine yabancılaştıran bir süreç. Sağlığa zararlı ama diğer yandan kapitalizm için de kârlı bir düzenek.

Peki, madde kullanımı neden bir sorun? Mesela beyni nasıl etkiliyor uyuşturucu maddeler?
Uyuşturucu maddeler beynin ödül yollarını uyaran maddeler. Ödül yolağı yiyecek, içecek, seks gibi doğal yollarla aktive olduğunda biz haz deneyimliyoruz. İnsanlık yüzyıllar içinde bu yolağı değişik maddelerle uyarmanın yollarını buldu. Yaşamın ızdırabını geçici olarak rahatlatmaya çalıştılar ama kapitalizmle birlikte bir sanayi haline geldi bu. Aslında madde kullanımı meselesinin şeker ile ilişkimizin tarihinden pek bir farkı yok. 1800’lü yılların başında kişi başı yıllık tüketim bir çay kaşığı kadar iken şimdilerde bu rakam neredeyse bir çuval kadar. Uyuşturucu maddeler de böyle. Kaygıyı azaltmak, günlük hayatın içinde ulaşılmayan haz ve doyuma kısa yoldan ulaşmak için kullanılıyor bu maddeler. Ama tek bir kullanımları bile beyindeki ödül yolağını başka hiçbir doğal yöntemle uyarılamayacak kadar etkiliyor.

Ve sonra beyin değişiyor. Hücre düzeyinde dahi değişiyor. Hatta molekül düzeyinde değişiyor. Hızlı, anlık ve güçlü doyumların yanında uzun vadeli her şey gözden düşüyor; sorumluluklar, emek verme ve insani hedefler gibi! Üretime değil tüketime yöneltiyor. Kullanan kişi aynı hazzı, aynı rahatlamayı özlemeye, istemeye başlıyor. Ve kişi günlük hayatını sürdürmekte zorlandığı bir yoksunluk durumuna doğru yuvarlanıp gidiyor. Keyif ya da haz için başlanan madde, bir süre sonra kendi yarattığı krizin giderilmesi için aranan bir maddeye dönüşüyor.

24 Mayıs 2017 Çarşamba

Anaïs Mitchell: Hadestown at the age of late-late capitalism



From operas by Monterverdi, Glück, and Offenbach, to a film by Cocteau and a play by Tennessee Williams, to (one half of) a record by Nick Cave, the myth of Orpheus has provided inspiration for artists, writers, and musicians across the centuries. Anaïs Mitchell’s latest album Hadestown thus situates itself in a venerable cultural tradition, spinning an ambitious 20-track song-cycle—or self-styled “folk opera”—out of the myth. 

Alongside arranger Michael Chorney and director Ben T. Matchstick, Mitchell originally developed Hadestown for the stage: the work was performed by Mitchell and a revolving crew of musicians in a tour across New England. For the album version, however, Mitchell and producer Todd Sickafoose have opted for some deluxe casting, with Ani DiFranco taking on the role of Perspehone, Bon Iver’s Justin Vernon as Orpheus, Greg Brown as Hades, The Low Anthem’s Ben Knox Miller as Hermes, and the Haden Triplets (Tanya, Petra, and Rachel) as The Fates—not forgetting Mitchell herself as Eurydice, of course. The results are incredibly good: With Hadestown, Mitchell and her collaborators have crafted an Americana classic that doesn’t require a Classics degree to appreciate. 

Hadestown follows the structure of the Orpheus myth closely, while providing a fresh, novel framework for it. The album’s underworld is, in Mitchell’s phrase, “an exploitative company town” in an epoch evocative of Depression-era America. Here, Orpheus wields a banjo not a lyre, while Hades is a “sadistic, wall-building boss king” whose wife Persephone “moonlights as the proprietress of a Speakeasy”. The context informs the musical approach, or vice versa, which moves seductively through folk forms: blues, jazz, ragtime, swing. The accomplished band includes Sickafoose, Rob Burger, Jim Black, Josh Roseman, Nate Wooley, Marika Hughes, and Tanya Kalmanovich, amongst others. 

20 Mayıs 2017 Cumartesi

Erol Abi, Ernesto Laclau ve bizim bahçe


Nasıl diyeyim? Bilirsiniz işte. Kurumsal dertlerin, işleyişteki aksaklıkların hep sistem sorunu olduğu düşünülür. Bana da soracak olursanız devlet kurumlarının hantallığı ve çürümüşlüğü, özel sektörün doymak bilmezliği ve züppeliği birer sistem sorunudur. Hatta küçük bir kurumdaki çeşitli aksaklıklar sistemden kaynaklanır; başka bir şeyden, mesela insan faktöründen değil. Yani a kişisi de gelse b kişisi de gelse köhnelik sürer gider. İşte böyle düşünürdüm.

Sonra ne mi oldu?

Erol Abi gitti. Daha doğrusu Erol Abi’yi işten çıkardılar. İçiyor ve küfrediyor diye.

8 Mayıs 2017 Pazartesi

kofiakofo | bir şairin mesajları


Nasıl denk geldi tam olarak hatırlamıyorum şimdi. Ama sanırım Şubat ortalarıydı. Ya da belki de Mart başı. Tam bilemiyorum işte. Ama soğuktu havalar ve saatlerin geri alınması ya da alınmaması garabeti nedeniyle hava aydınlanmadan uyanılan zamanlardı. 

Sanırım Soundcloud, öylece, rastgele kendi kendine çalarken denk geldim kofiakofo'nun İsmet Özel remikslerine. Denk geldim ve tam anlamıyla vuruldum. Şiir, dizeler, İsmet Özel'in ilk kez duyduğum sesi, İsmet Özel'in ilk kez duyduğum dizeleri ve beat, rap, hip-hop. Hem de nasıl uyumlu beatler! Şiirleri başkalaştıran düzenlemeler. Ya da sanki İsmet Özel bazı şiirlerini (hatta hepsini) o zamanlar henüz bestelemediği şarkılar, melodiler için yazmıştı da gün gelmiş ve şiirler ritimlerine kavuşmuştu. İlk olarak "ils sont eux" ve sonra diğerleri: "Celladıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki Satırlar", "Evet, İsyan", "Seni Olan Yenilgi", "Bakır Tenli Yapraklar".

kofiakofo tarafından yapılan düzenlemeler (edit) hepsi olmamakla birlikte çok etkiledi beni. Günlerce yeniden ve yeniden dinledim bu düzenlemeleri. Vakur, kendi halinde ve adanmış bir uğraş olarak gördüm, yaptığı düzenlemeleri. Evet, hepsi hoş değildi. Seçilen beatlerin hepsi akıp gitmekte olan dizelere çok uygun değildi. Bazıları fazla ağdalıydı; belki de şiirdeki ağdayı da yansıtıyordu. Çünkü İsmet Özel'in bazı şiirleri bir rap gibi sert, doğrudan, keskin ve darbeli iken bazıları ise yumuşak, mistik ve ağdalı. Ama kofiakofo'nun özellikle bazı şiirler için seçtiği beatler şiirin altını çiziyordu. Hem de bir daha bir daha. 

Öte yandan lise yıllarını İsmet Özel tartışarak ama hep uzak durarak (hem de yıllarca Özel'den uzak durarak) geçiren birisi için İsmet Özel'in tiyatral sesine, okuyuşuna denk gelmek, onunla böyle tanışmak da bir ayrı oldu. Aynı vakurluk, vazgeçmişlik, inanmışlık. Tuhaf ama etkileyici. Hani şunu düşünmeden edemedim: İslamla birlikte birçok şeyi elinin tersiyle itmese herşey olabilirdi Özel; mesela Haluk Bilginer'den daha etkili bir ses olabilirmiş (ve o reklemdan bu reklama koşabilirmiş). Ya da tüm şu şiir alemini bambaşka bir yere taşıyabilirmiş (ve o ödülden bu ödüle koşabilirmiş). İyi ki bunalara tenezzül etmemiş. En azından bu şiirlere gölge düşmemiş.

7 Mayıs 2017 Pazar

Kar Kokusu

"Bazen herşey anlamını yitiriyor. Yaşamak, yazmak... 
Düşünmek, iddia etmek, öne sürmek."

Laclau okuduğum bir zamandı. Çabucak sıkılmıştım yazdıklarından. Fazla teorizasyon ve tekrar vardı. Baştaki heyecanımı kısa sürede alıp gitmişti dili ve tarzı. Ve açıkçası sıradışı kariyeri. Devrim, strateji üzerine yazan birisi için fazla başarılı bir kariyeri vardı. İşe yarayacak olsa çoktan aforoz edilmiş olması gerekirdi. Bu nedenle okumaya ara vermiştim. 

Tam o sırada evde Kar Kokusu'nu buldum. Ahmet Ümit'in ilk romanı. TKP üzerine olduğu ve yazarının parti tarafından Moskova'ya gönderildiğini de bildiğim için kitabı hep okumak istemiştim. Ama fazla ünlü olması ve ekranlardaki reklamcı halleri nedeniyle hep uzak durmuştum Ümit'ten. Ama o kadar sıkılmıştım ki Türkiye'de partili mücadeleye dair az çok içeriden ve yakın bir şeyler okumak istedim ve artık öyle yapmadım. Böylec Laclau'dan Ahmet Ümit'e, 1980'lerin Ahmet Ümit'ine, TKP'sine geçmiş oldum. Başladım okumaya.

Bir yandan severek okuyorumdum kitabı. Komünistlere, partiye dair hem sevecen hem de bana yabancı bir eleştirellik vardı. Yöneticiler vardı bir kere ve hepsinin de ego gücü çok düşüktü. İnsan sürekli "kollektif ortamlar bireylere ne yapar?" sorusuyla karşılaşıyordu. Ama dilinde ara ara ortaya çıkan tanıdık tınıyı sevmiştim. İçten, adanmış, inanmış ve bir akıp giden bir su gibi.  

Kitabı okurken "Ahmet Ümit partili kalsa ne iyiymiş..." diye düşünürken de buldum kendimi. Çok üretken, yaratıcı, gözlem ve sentez gücü yüksek birisi olduğu belliydi. Ama muhtemelen daha o zaman "bu işlerden bir halt çıkmaz" demiş, o da belliydi.

6 Mayıs 2017 Cumartesi

Yaz gelecek ama biz size kışlarımızı bırakacağız


Rahat olsun içiniz.
Bahar geldi en sonunda buralara da.
Bolluk geldi en sonunda buralara da.
Bereket, zenginlik...
Geldi en sonunda,
ne bedellerle,
ne bedellerle...

Ama olsun,
rahat olsun içiniz.