14 Aralık 2010 Salı

Yıldız İbrahimova | Çocukça Şarkılar

2010'un en önemli keşfi hiç kuşkusuz Yıldız İbrahimova'nın bu şahane albümüydü. Dostluk, dostlar sağolsun. Sanırım bir ömürlük misafirimiz için bundan daha güzel bir hediye olamazdı. Albümü hemen hemen her sabah ve akşam ailece çevirip çevirip dinledik, dinliyoruz. İbrahimova da kızını, annesini, yeğenini yanına alıp sırtını eşine dayamış ve genç Cumhuriyet'in unutulmaya yüz tutmuş çocuk şarkılarını yeniden hayata döndürmüş. Bir tek şarkıları diriltmekle kalmamış, insani duyguları, emeğin kutsandığı bir tarih dilimini, toplumsal aklın insanı köreltmediği bir aralığı da ölü yatağından kaldırmış. Şarkılardaki armonik işçilik ve orkestra uyumu ise değme caz albümlerine taş çıkartacak cinsten. Gerçi bir iki şarkıda kulağı tırmalayan bazı sözler ver; onları da ulus devlet inşasının kantarın topuzunu kaçıran heyecanına verebiliriz. Diğer yandan albümde yer alan 17 şarkı daha sonra enstrümantal olarak da yer almakta. Çocuklar da şarkıları kendileri de söylebilsin diye. Çok sevdik biz bu albümü, çok.

4 Aralık 2010 Cumartesi

Avanti Musica III: Aramızda dolanan hayaletler


Zamanın ruhu çok az kişiyi teslim alamaz. Kafa tutmak ve ayakta kalmak, dinmeyen bir çaba gerektirdiği için. Ve örneğin bir müzisyenin de zamanın ruhuna direnmesi kolay değildir. Ne de olsa ana akım dedikleri kuru gürültü belirleyicidir. Yine de belli olmaz, birkaç yıla hâkim olan değerler, tarz ve ses, sonraki on yılda gözden düşer ve hoş bir seda olarak mazide kalır. Politik müziğin tarihi bir anda kendisini, iddialarını ve çabasını tatlı bir nostalji olarak geçmişte kalmış bulan onlarca isimle doludur. Ama bir de her dönemde zamanın ruhuna kendi rengini katanlar vardır. İşte zamanın ruhunu kendi renkleriyle boyayan iki isim, ard arda yeni albümler yayınladılar geçtiğimiz günlerde.

Sanatsal yaratıcılık bir anlamda büyücülükse eğer, Robert Wyatt da 1960'lar İngiliz rock camiasının en ışıltılı büyücülerinden birisiydi. O dönem, müzikte sınırları zorlayanların dönemiydi ve bir avuç insan hep beraber, sınırları sürekli olarak daha ileriye götürüyorlardı. Wyatt’ın vurmalılarının başında oturduğu Soft Machine grubu, Pink Floyd’la birlikte 60ların İngiliz psychedelic rock müziğinin daha derinlikli bir içerik kazanmasını sağlamıştı.

Ama sonra 1970'ler gelince, bir önceki on yılın arayışlarını silip süpüren bir tutuculuk belirleyici olduğunda tüm büyücüler birden kırpılıp biçilen yıldızlara dönüştü. Wyatt’a ise hem arayışları hem de hayat bambaşka bir yol açtı. 1973’te bir parti sırasında üçüncü kattan düştü ve o kazadan sonra hayat boyu eşlikçisine dönüşen tekerlekli sandalyesiyle buluştu.

Gilad, hava döndü mü gerçekten?


Daha önce Sanat Cephesi’nde ve soL’da değindiğim Gilad Atzmon ve ekibi Orient House Ensemble (OHE) geçtiğimiz günlerde onuncu yıllarını kutladılar. Hem de yeni bir albüm (The Tide Has Changed) ve oldukça dolu bir konser programıyla. 

Erdoğan’ın Davos’ta yaptığı çıkışta da andığı Gilad Atzmon, medya tarafından daha çok anti-siyonist olarak görülen bir isim. Grubunun ismi, Filistin yönetiminin Kudüs’teki yönetim binasının adını taşıyor. Çünkü Atzmon 20. yüzyılı ve günümüzü yalanlar ya da uydurma hikâyeler üzerine kurulmuş bir düzen olarak görüyor. Bu nedenle grubun albümlerinden bir tanesi ekseni kaydırılmış 20. yüzyılı yeniden düzenlemeye adanmıştı. Zaten Batılı caz standartlarını doğulu bir havayla, yanık yanık çalarken öfkesini notalarda gezdiriyor. Bir Yahudi halk şarkısı yerlerinden yurtlarından edilmiş Filistinlilerin ağıtına, haykırışına dönüşüyor.

Gilad Atzmon, Orient House Ensemble’ı İsrail’i terk edip yerleştiği Londra’da 2000 yılında vurmalılarda Asaf Sirkis, piyanoda Frank Harrison ve basta Oli Hayhurst’la birlikte kurmuş. Dörtlü farklı müzisyenlerle işbirliği yaparak altı albüm yayınladı, birçok ülkede konserler verdi, farklı ödüller kazandı ve hem müzik dünyasında hem de siyasal arenada sürekli ilgi topladı. 

OHE günümüz cazının en üretken gruplarından birisi olarak görülüyor. Konserler ve albümlerle (ki içlerinde Filistin’le dayanışmak için düzenlenmiş sayısız etkinlik de bulunuyor) geçen on yılı kutlamak için ise en parlak albümleri olarak niteledikleri “The Tide Has Changed” yayınladılar. Albüm hemen geniş ilgi gördü, grup iki ayı bulan bir konser turnesi serisine başladı ve İsrail gazetesi Ha’aretz bile Atzmon’la yaptığı röportajı sansürlemeden yayınladı. Ki röportajın yapıldığı günlerde Atzmon müzisyen arkadaşlarını da yanına alarak kuşatma altındaki Gazze ile dayanışmak için Jazza isimli büyük bir festival düzenlemişti.

Atzmon ve OHE’ın ortaya çıkardıkları müzik, tarzlar arasındaki ayrımları silikleştiren bir yapıya sahip. Arap halk ezgileri, yüksek tondan çalınan doğaçlama cazla birleşirken arkadan bir Kurt Weill ironisi beliriveriyor. Hisli bir tango ezgisine yaylı çalgıların tellerinden yayılan bir nostalji eşlik ediyor. Atzmon müzikleri üzerine çeşitli yerlerde yaptığı söyleşilerde yaptıkları üretime baskı, zulüm ve direnişten enerji çıkardıklarını sık sık dile getiriyor. Bu anlamda da aslında grup son yılların cazındaki en önemli politik odağı temsil ediyor. Zülüm altındakilerin haykırışları OHE şarkılarında başkaldırının özgürlüğüne dönüşüyor. Bu sayede cazı şanlı geçmişin takıntıları arasında debelenip duran eski tarz bir sanatsal biçim olmaktan çıkarıp günümüz direnişinin, baskılara karşı başkaldırılarının dinamik bir üretim alanı haline getiriyorlar: And So We have.