25 Kasım 2018 Pazar

Çek hocama bol teşvikli bir makale!


Geçtiğimiz hafta gündeme gelen bir makale sosyal medyada ses getirdi ve oldukça paylaşıldı. Ses getirdi çünkü makaleye göre Türkiye “fason akademik makale” üretiminde dünya ikincisi olmuştu. Fason derken akademik dergilerde “para karşılığında basılan” makaleleri kastediyorum.

İşte makale Türkiye’nin para ile bilimsel yayın yapan ülkeler sıralamasında ikinci sırada yer aldığını gösteriyordu. Hemen arkasında Nijerya, hemen önünde ise açık ara ile birinci olan Hindistan yer alıyordu. Ki nüfusa oranladığımızda Türkiye Hindistan’ı bile geride bırakabilir ve dünya birinciliğini alabilir. O da ayrı bir vehamet olur!

Kendi çapında ses getiren bu makale alanında önemli bir derginin Kasım sayısında yayımlandı [1]. Muhtemelen yıl başında yazılmış ve değerlendirilmek üzere sözkonusu dergiye gönderilmiştir. Yani veriler çok taze. İşte memurlar.net sitesi bu hafta makaleyi haber yaptı ve gündeme taşıdı [2]. İlgi gören haber Türkiye’de akademinin, üniversitelerin (dolayısıyla da bilimsel üretimin) niteliğini yeniden tartışmaya açtı.

Makale Selçuk Beşir Demir’e ait. Kendisi de bir akademisyen. Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde. Ve temel çalışma alanı Türkiye’de akademik üretim. Zaten bu konuda oldukça ilgi çekici başka makalelere ve haber sitesi yazılarına da sahip. Hepsi tek tek üstünde durulmayı da hakediyor [3]. Ama biz şimdilik geçen hafta paylaşılan bu “fason makale” makalesine bakalım.

18 Kasım 2018 Pazar

Dünde kalan


Dün, uçağı kaçırdım. Hayatımda ilk kez. Belki de ikinci kez. Bilemiyorum. Böylece havaalanında da olsa kendimle başbaşa kalma imkanım oldu. Çok koşturdum çünkü. Bütün hafta. Zaman bulmanın böylesi, belki kötü. Ama bu mecburi durma, mecburi duraklama azıcık nefes almak anlamına da gelecekti, biliyordum.

Hafta boyunca ve gün boyu koşuşturmanın üstüne bir de uçak için koşturmuştum çünkü. Ama sonuçta altı dakikacık geç kalmıştım işte. Havayolları saatiyle bakarsak az değil, çok. Vardığımda kapıları kapatmışlardı çünkü. Altı dakikacık dediğim ise bilmem kaç milyonluk şehrin, bilmem kaç bin kişilik havalimanına çıkan, bilmem kaç şeritli yoluna, bilmem kaç alışveriş merkezi dikilmesine izin veren belediyesi için, o yapıları diken “yatırımcıları” için hiç bir şey. Onu da biliyorum. Kim takardı ki beni!

Modern hayatın kuralı böyle. Das Kapital istediğini yapar! Şehrin ana yollarına, meydanlarına istediği alışveriş merkezini diker ve benim gibi Yuh Kapital’ler de tıkanan, hem de kilometrelerce tıkanan trafikte sıkışıklığı seyreder. Modern balıkların modern istifi olarak.

Neyse. Mecburen 18:55 uçağına bilet aldım. En ucuzu oydu çünkü. Bilet satış ofisindeki, emekçi olan ama emekçi olmak dışındaki her tür kimliğe açık olan “arkadaş” sağolsun, yardımcı oldu, dönüş biletimin de yanmasını son anda engelledi. Çünkü uçuşun bir ayağını kaçırınca diğer ayak da otomatik olarak yanıyor. Böyle bir kural var. Çifte ceza gibi. Tabii ki tüm bunlar oraya, buraya ve şuraya alışveriş merkezi dikilmesine izin veren sosyal demorkat belediye başkanının ve bilimum kamusal yaşam semirgeninin pek umurunda değil. Onu biliyorum. Ama satış ofisindeki arkadaşın da pek umurunda değil. Onu da öğreniyorum. Hiç muhabbet edemiyoruz. Dertleşmeye en çok ihtiyaç duyduğumuz bir zamanda bile. Bana sorsa aynı taraftayız ama sanırım ona sorsak uçağa yetişmeyi bile beceremeyen “beyaz yakalılar” tarafındayım. “Oh olsun!” demediğine şükredip yeni biletimle birlikte uzaklaşıyorum bilet satış ofisinden. Zaten kaybedenleri kim sever ki!