23 Şubat 2020 Pazar

İyi ve güzel şeyleri özlemek


Günlerinin kötürümlüğünü görüp de görmek istemeyen bir halk gibiyiz. Başka şeyler görmek istiyoruz. Bize iyi gelecek, azıcık teselli edecek, “buna da şükür” ya da “o kadar da değil, iyi şeyler de oluyor” dedirtecek şeyler. Haksız da sayılmayız. Her güne intiharlar, olası savaşlarla başlıyoruz. Kolektif, toplumsal gündemimiz herkesin fellik fellik kaçacağı işlerle dolu. Bireysel hayatlarımızı, gündemimizi ise sormayın: Uzunca süredir, herkesin kendi sarsıntılarını yaşadığı, kendi enkazlarının altında kaldığı koca bir ülkeyiz.

Tek sebep kötü giden bir hayatta bir yudum iyiye ve güzele olan ihtiyaç değil belki ama felsefe kitaplarını okuyup yutan Atakan tüm o çatışmaların üstüne iyi geldi. İyi geldi ve sonra da deyim yerindeyse kapışıldı. Koca bir ülke neredeyse üstüne atladı bu Atakan afacanlığının. Atakan’ın zihninin güzelliğine gölge düşürmek istemem (gerçi o “zihin” çoktan gölgelendi) ama koca bir toplum neredeyse “Daha, daha, daha” nidalarıyla talan etti onun imgesinde bulduklarını: akıl, özel olma, olgunluk gibi mesela.

Belli, herkes tüm bunların açlığını çekiyor; aklın, özellikli olmanın, olgunlaşabilmenin. Yırtmak için mi? Olabilir. Ama açlık çekmekte haksız da sayılmazlar.

Ama...

9 Şubat 2020 Pazar

Bozuk psikoloji!


Haftanın ruhunu anlatan bir kare olarak önümüze düşüverdi dün Hatay’da kendini ateşe veren babanın fotoğrafı*. Çığ altında kalanları kurtarmaya giderken çığ altında kalabilen, uçağı havada değil yerde düşebilen bir ülkenin insanlarıyız ya bembeyaz bir sis bulutunun içinde yere kapanmış o insanda kendimizi buluverdik hızlıca. Daha hikayesini bile bilmeden biz de yandık, biz de kahrolduk.

Çocuklarım aç!” diyen bir baba kendini ateşe vermişti ya biz o aç çocuklardık sanki. Sanki o babaydık her birimiz. Sanki o duman bulutunun ortasında, tek başına yere kapaklanan “biz”dik. Fotoğraf, içimize işledi, içinizdekilere ses oldu. Halimizi anlattı: “tek başına” kalmış çaresizliğimizi ve başımıza gelen afetleri.

Sonra fotoğrafın haberine ve açıklamalarına baktık. Başka bir şeyler duymak ister gibi. Ama fotoğraftaki sise, dumana daha çok battık.

Haberlerde, açıklamalarda kendini ateşe veren kişinin aldığı sosyal yardımlara ve “psikolojik rahatsızlıklarına” vurgu yapılıyordu. Sanki yapacak bir şey yoktu. Yoksulluk ve “bozuk” psikoloji kurulu bir zemberek gibi işlemiş ve “tüm çabalara” karşın o fotoğraftaki görüntüyü, hiç de arzu edilmeyen sonucu ortaya çıkarmıştı. Hepsi buydu!

Doğrudur, ülkemizde o tanımlamalarla yaşayan 20 milyon insan var: Sosyal yardım alan, hayatı yokuş aşağı inen, bir türlü toparlayamayan, boşanan, göç eden, içeri giren, psikolojik rahatsızlık yaşayan... O fotoğraftaki baba da onlardan birisiydi işte. Anlaşılan o ki “ikna edilmeye” çalışılmıştı. “Tamam, iş bulacağız” denilmişti. Ama “çocuklarım aç” diyen baba durmamıştı. Milyonlar duruyorken o durmamıştı ve durdurulmamıştı! Ve sonrasında da içimize işleyen o kareyi ortaya çıkaran anlar yaşanmıştı.