Ne hatırlıyorum? Bir çok şey…
Ama mesela üstünden oldukça uzun zaman geçmiş bir günden de şunu hatırlıyorum: Komşumuz ölmüş, Refik amca! Emekli öğretmen, emekli olmasına rağmen kravatını ve takım elbisesini çıkarmayan oyuncakçı Refik dede. Ben oldukça çocuğum. Hayata gözümü yeni açmış değilim ama dünyayı yeni yeni tanıyorum, artısıyla eksisiyle, sağıyla ve soluyla.
İşte bir yaz akşamüstünde, balkonda oynarken haberi gelmişti Refik amcanın. Oyuncak dükkanında yığılıvermişti: “kalp krizi” sözünü hatırlıyorum o günden ilk ve de 57 yaşında olduğunu. “İyi yaşamış!” demişlerdi o gün büyükler. Beyaz düşmüş saçları ve kırlaşmış bıyıklarıyla bana da öyle görünmüştü. Yeterince yaşamış, yeterince yaşlanmış… Ölmeyi bekleyecek, belki de hakedecek kadar. Çocuk aklı işte.
Evet, o zamanlar Türkiye’de beklenen yaşam süresi de o kadardı zaten. Neredeyse yarım asır önce. Bugünkü emeklilik yaşını yani 65’i bulan, fazladan gani gani yaşamış sayılıyordu. 90’ınını bulan neredeyse hiç yoktu, 80’inini geçen ise yüzyıl yaşamış muamelesi görüyordu “Nine sen Atatürk’ü gördün mü?” soruları arasında. Ve genellikle oldukça titrek ve yorgun bir sesle verilen “evet torunum, istasyonun orada fötr şapkasını sallamıştı bize” yanıtıyla. Büyülü zamanlardı, her çocukluk gibi.
Sonra hayat uzadı, ölüm biraz daha öteye uzaklaştı. Ama öyle durup dururken değil. Dünya “zenginleşti”, Türkiye “zenginleşti”. Ama öyle birden bire ve kendiliğinden değil: daha çok kişi eğitim aldı, daha çok kişi vasıf edindi, daha çok kişi üretim sürecine katıldı, daha çok kişi kentlere yığıldı; hayat zorluklarına rağmen milyonlar için geçmişe göre daha “konforlu” hale geldi. Bir başka şekilde söylersek sermaye ve emek tüm dünyayı değiştirmeye devam etti: milyonlarca yeni “üretici güç” katıldı her yıl üretim bandına; yollar, araçlar, binalar, yiyecekler ve giyecekler gibi milyonlarca yeni ihtiyaçla birlikte. Binlerce yeni teknoloji ortaya çıktı; ilaçlar, internet, görüntüleme ve iletişim araçları gibi binlerce yeni olanakla birlikte.
Evet, bunların bileşke çıktılarından birisi olarak da dünyada ve Türkiye’de ortalama yaşam uzadı. Her şeyden önce üretim sürecinin genişlemesi, çeşitlenmesi ve iki ana toplumsal sınıf arasındaki kimi zaman gönüllü kimi zaman da mecburi itiş kakış ile. Türkiye’de ortalama yaşam süresi 80’e dayandı ve kadınlarda ise oraları çoktan geçti (evet, kadınlar daha uzun yaşıyor, her yaşam döneminde; toplamda ise en az altı yıl fark atıyorlar erkeklere).
Peki sonuç ne?
Hayatın her alanına yayılan bir çok sonucu var ortalama yaşam süresinin uzamasının. Hatta devrim arayışını, ihtiyacını erteleyen bir etkisi bile var. Ciddi bir etki bu! Öyle yabana atılacak cinsten değil; tartışılmalı. Ama ben oralara girmeyeceğim şimdi. Hepimizin çevresinde ufaktan farkettiği ama herkesin de kendi felaketini yaşadığı bir başka temel sonuca değineceğim, güzel ve hüzünlü bir film üzerinden…