Psikozlar oldukça geniş bir kavram. Özellikle son 20 yıla yayılan yüzlerce araştırma sayesinde psikozun genel toplumda sadece klinik bir olgu olarak değil aynı zamanda daha geniş bir yelpaze (spektrum) olarak dağılım gösterdiğini artık biliyoruz (Kırlı ve Binbay 2018; Binbay ve Kırlı 2023). Yelpazenin bir ucunda belli belirsiz, sadece birkaç kez ortaya çıkan, geçici psikotik yaşantılar bulunuyor, diğer ucunda ise neredeyse yaşamboyu süren ve ağır bir klinik tabloya yol açan şizofreni ve benzeri bozukluklar bulunuyor. Ve yelpazenin hangi noktasına odaklanırsak odaklanalım, ister şizofreniyi ele alalım ister gelip geçici psikotik yaşantıları, tüm bu yelpaze boyunca ısrarla kendini gösteren ve farklı alanlara dağılmış sosyal (toplumsal) özellikler dikkat çekiyor. En genetik görünümlü durumlarda dahi cinsiyet, eğitim düşüklüğü, yoksulluk, etnik azınlık olma, göçmenlik gibi toplumsal etkenler öne çıkıyor (Binbay ve Kırlı 2023).
Bu yazıda yaşamın farklı dönemlerine dağılmış toplumsal etkenler/özellikler ile psikoz arasındaki ilişkiyi ele almaya çalışacağım. Söz konusu geniş ilişki ağını ele alırken de psikozu yelpazesinin tüm görünümleri içinde ele alacağım. Yani eşikaltı psikotik yaşantılardan ciddi yıkımla giden şizofreniye kadar tüm yelpazenin toplumsal özelliklerine bakacağım. Ancak özellikle klinik uçta çalışmaların daha çok şizofreniye odaklandığını da belirtmek isterim. Hâlbuki psikozun klinik görünümünün şizofreniden ibaret olmadığını biliyoruz. Birer klinik tablo olarak şizoafektif bozukluk, kısa psikotik bozukluklar, psikotik bulgulu duygudurum bozuklukları ve hatta demans, dissosiyasyonlar, kişilik bozuklukları da bu yelpazenin içinde bir yerlerde bulunuyor (Kırlı ve Binbay 2018). Ancak bu yazının temel olarak sanrı ve varsanılarla giden psikozlara ve psikozun belirleyici olduğu klinik tablolara (psikotik bozukluklar) odaklandığını belirteyim. Yani klasik anlamıyla şizofreni ve benzeri durumlar ile toplumsal özellikler arasındaki ilişkiye bakacağız. Daha ötesine değil.
Risk etkeni olarak “sosyal” etkenler
Psikotik bozukluklar genetik yatkınlığın ve çevresel etkenlerin karmaşık ve aynı zamanda dinamik/değilken bir ilişkisi ile ortaya çıkar. Her ne kadar genetik yatkınlığın ve çevresel etkenlerin tanımlanmasına dair oldukça fazla sayıda araştırma yapılmış olsa da günümüzdeki en belirgin ve net bilgi psikozların altında gen-çevre etkileşiminin yattığı yönündedir (Zwicker ve ark. 2018). Genetik yatkınlığı belirlemek, tarif etmek zorlu ve karmaşıktır, ama farklı yaşam dönemlerine dağılmış çevresel etkenleri belirlemek de zorlu ve karmaşıktır. Ancak birçok epidemiyolojik çalışma çevresel etkenler içinde önemli sayıda toplumsal özelliğin doğrudan ya da dolaylı olarak psikotik bozukluklara yol açtığına işaret etmektedir: Anne karnından (neredeyse) mezara kadar!
Toplumsal özellikler taşıyan etkenleri saptamak sanıldığının aksine çok da kolay görünmemektedir. Toplumsal olanın karmaşıklığı, etkenin doğrudan ve dolaylı etkisini çalışmak/anlamak için önemli bir zorluk barındırır (Shah ve ark. 2011). Herhangi bir özellik tek bir boyutu etkileyebilir ya da birçok, farklı toplumsal özelliği de içinde barındırabilir; bu nedenle psikozlar için risk etkeni olan bir özellik bireysel, ailevi, grup içi ya da belki de ülkeye/kültüre özgü bir özellik olabilir. Yani toplumsal etken, farklı düzeylerde (örn. birey, aile, topluluk), farklı etkide bulunabilir. Örneğin önemli bir risk etkeni olan işsizlik bireyin becerileriyle de ilişkili gibi görünebilir (örn. kişilik, çatışmalar, yer değiştirmeler, eşikaltı özellikler) ama belli bir topluluğa da (örn. göçmenler) özgü olabilir. Hatta dönemsel olarak bir ülkeye de özgü, ekonomik koşullarına içkin olabilir. Benzer biçimde psikozlarla ilişkisi gösterilmiş olan kıtlık gibi ciddi toplumsal sorunlar da tarihsel bir döneme özgü olabilir.
Öte yandan toplumsal risk etkeni, belli bir durumda ortaya çıkan klinik tablo ile zamansal olarak yakın ya da uzak bir ilişki içinde olabilir (Shah ve ark. 2011). Klinik tablo ortaya çıkmadan hemen önce etkide bulunabilir (örn. maddi sorunlar) ya da etkisinin ortaya çıkması için oldukça uzun bir bekleme dönemi (örn. maddi sorunlara bağlı olarak annenin gebelikte vitamin depolarının düşük olması) gerekebilir. Ayrıca bir sosyal etken bir diğer sosyal etkenin etkisini azaltabilir ya da arttırabilir (Shah ve ark. 2011). Örneğin yoksulluk toplumsal dayanışmayı arttırabilir ve sosyal dışlanmayı azaltabilir; öte yandan üst sosyoekonomik konumdan olmak da tehdit algısını ve buna bağlı psikososyal stresi arttırabilir.
Madde kullanımı gibi psikoz ile nörobiyolojik ilişkisi oldukça iyi bilinen bir risk etkeni oldukça toplumsal bir ağırlığa sahip olabilir (Murray ve ark. 2007). Madde kullanımı belirli bir toplumsal kesimde yoğunlaşabilir (örn. genç, yoksul, düşük sosyoekonomik kesimden erkekler). Toplumsal özelliklere göre madde kullanımı da çeşitlenebilir: sentetik esrar daha düşük gelir düzeyinde yaygın iken kokain kullanımı daha üst gelir gruplarına özgü olabilir. Yani biyolojik olan aynı zamanda toplumsal olabilir ve toplumsal olan da güçlü nörobiyolojik etkilere sahip olabilir.
Psikozun ortaya çıkışında sosyal çevre
Toplumsal ortam kişilerin zihinsel gelişimi sırasında çok erken dönemden itibaren etkide bulunur (Kırlı ve Binbay 2018). Hatta bu etkinin fetüs/bebek anne karnına düşmeden önce başladığını söyleyebiliriz. Ebeveynlerin sosyoekonomik konumu (eğitim durumu, gelirleri ya da yoksul olmaları) gelişmekte olan birey üzerinde doğrudan ve yaşamboyu etkide bulunacaktır. Ebeveyn sosyal konumu ile nöronal gelişim arasında ilişki gösteren birçok araştırma bulunmaktadır (Hackman ve ark. 2010). Dış dünya, gelişen beyin ve nöronal organizasyon üzerine güçlü bir etkiye sahiptir ve bu etkinin psikoza giden gelişimsel süreçte de rol oynaması kaçınılmazdır. Öte yandan, örneğin ebeveynlerin sosyoekonomik konumu daha sonraki dönemlere saçılmış birçok yeni etkene de kapı aralar: anne karnındaki vitamin depolarının yetersizliği, ebeveynlerin ileri yaşta olması, gebelikte yaşanan psikososyal stres, annenin geçirdiği enfeksiyonlar (örn. influenza), annenin sigara-alkol ya da madde kullanımı gibi. Tüm bu özellikler düşük sosyoekonomik konum ile artar. Öte yandan düşük eğitim düzeyi ve yoksulluk yeterli sağlık hizmetine ulaşımın da önünde engel olabilir ve zorlu doğun olaylarının artmasına katkıda bulunabilir. Doğum travması ise psikoz gelişimi için etki değeri küçük ama önemli bir risk faktörüdür. Nasıl ki ailedeki genetik yük bir kişinin yaşamının daha sonraki dönemlerinde psikoz yaşama olasılığını etkiliyorsa aslında ailedeki (ve hatta grup içindeki, ülkedeki, belli bir dönmedeki) psikososyal yük de kişinin psikoz yaşama riskini etkiler (Stilo ve Murray 2019).
Doğum sonrası erken gelişim dönemi de önemli sosyal etkenlerin etkisine açıktır: Bu dönemde sosyal özellikler dolaylı ama önemli bir etkide bulunur. Ailenin eğitim durumu, hane geliri ve yoksulluk, psikonöronal gelişim sürecinde etkili olan birçok özelliği etkiler ve bu özellikler de psikoz için birer risk faktörü olarak karşımıza çıkar (Kırlı ve Binbay 2018). Örneğin gebelik sonrası anne depresyonu düşük SES arasında daha yaygındır. Bu durum erken anne-bebek bağlanmasını ve temel güven duygusunun gelişimini bozabilir. Psikoz için bu erken dönemde temel güven duygusunun gelişiminin önüne geçen her tür etken önemlidir: Babanın uzakta çalışmak zorunda kalması, annenin yeterli destek bulamaması, ekonomik zorluklar, göç, çatışmalı bir ortam, diğer sosyoekonomik zorluklar anneyi ve dolayısıyla da bebeğin gelişimini bozacaktır. Öte yandan tüm bu zorluklar, yani zorlu bir sosyal çevre, ihmal ve istismar gibi erken dönemde psikoz için (ve diğer tüm psikiyatrik hastalıklar için) oldukça önemli olan bir risk etkenine de zemin hazırlar (Kırlı ve Binbay 2018). Hemen her toplumsal kesimde yaşanmakla birlikte çeşitli ihmal ve istismar biçimlerinin düşük SEK, düşük eğitim, ekonomik zorluklarla arttığına dair yayınlar bulunmaktadır.
Bir anlamda anne karnındaki ve erken gelişimsel dönemdeki sosyal çevre, “hasarlanmış bir çekirdek” oluşması için oldukça yeterli bir malzeme sunar (Akhtar 2009). Bu hasarlanmış çekirdek ise gelecekte psikotik bir zihnin ve sonrasında da hastalığın ortaya çıkması için temel teşkil edecektir.
Sosyal özelliklerin etkisi oyun çağı boyunca devam eder: 3-6 yaş arasındaki çocuk için dış dünya özellikleri artık benlik oluşumunda/şekillenmesinde anahtar rol oynamaya başlamıştır. Birey-çocuk kendisini ve kendi özelliklerini (örn. dış görünüş, deri rengi, vücut ağırlığından maddi olanaklara, yoksulluğa ve hatta tatil yapabilmeye kadar) içinde olduğu sosyal çevre ile kıyaslamaya bu dönemde başlar. Psikoz için iki önemli risk etkeni bu dönemde etkide bulunmaya başlar: kentsel çevre ve sosyal dışlanma (Fett ve ark. 2019; Pearce ve ark. 2019). Kentsel çevre ve sosyal dışlanmanın karmaşık ve çok boyutlu bir etki mekanizması vardır ama temel olarak yetişmekte olan birey-çocuğun temel güven duygusunu etkiledikleri söylenebilir. Burada en önemli mekanizma kişinin kendisini içinde bulunduğu sosyal ortamdan ne kadar farklı algıladığı/deneyimlediğidir (Fett ve ark. 2019; Binbay ve Kırlı 2023). Bu anlamda örneğin küçük nüfuslu, kırsal yerleşimler yetişmekte olan birey-çocuğa daha yekpare ve benzer bir sosyal çevre sunarken bireyin kendini sosyal çevresinden farklı, güvensiz ve tehdit altında hissetmesinin de önüne geçer. Karmaşık ve yoğun nüfuslu kentsel çevre ise fiziksel özelliklerinden (örn. yolların ve binaların durumu) kültürel özelliklerine kadar (örn. semtin etnik bileşeni) geniş bir yelpazede birey-çocuğun zihin dünyasına etkide bulunur: özellikle dağınık, karmaşık özelliklere sahip, eşitsizliklerin yüksek ve görünür olduğu kent bölgelerinde birey-çocuğun benlik ve dış dünya algısı sürekli bir tehdit, tekinsizlik altında kalır (Fett ve ark. 2019). Bu bilişsel çerçeve ise yetişkinliğe doğru paranoid düşüncelere, sanrı taslaklarına zemin hazırlar.
Yine bu dönemde, yani oyun çağında birey-çocuğun gelişmekte olan ama henüz küçük boyutlu algı ve düşünce dünyası ihmal, istismar, ekonomik zorluklar (ve bunun getirdiği diğer sorunlar – örn. aile içi şiddet, ihmal, aşağılama vs.), ebeveyn kaybı gibi temel sosyal özelliklere duyarlıdır. Tüm bu süreçler ise sosyal etkenlerden (eğitim, işsizlik, gelir durumu) doğrudan etkilenir ve etkilerinin yaşamboyu sürdüğüne dair bildirimler bulunmaktadır (Hackman ve ark. 2010).
Göç ise geniş çaplı bir psikolojik zorlanma, ekonomik zorluklar ve uzun süreli sosyal dışlanmaya ya da çatışmaya neden olması nedeniyle psikoz için öne çıkan bir risk faktörüdür (Selten vark. 2020). Özellikle Batı Avrupa’da (örn. İngiltere, Hollanda, İsveç) yapılan birçok epidemiyolojik araştırma hemen hemen her göçmen kuşağında psikoz riskinin arttığına işaret etmektedir. Risk artışı sadece göç eden ilk kuşak ile sınırlı kalmayıp, ikinci, üçüncü ve hatta dördüncü kuşakta sürmektedir (Binbay ve ark. 2012; Selten ve ark. 2020). Yeni toplumsal dokuya uyum sağlanmış olması dahi koruyucu olmasına rağmen göç izi taşıyan sonraki kuşakların dahi psikotik bozukluklar açısından yerel nüfusa göre daha yüksek risk taşımasını önleyememektedir.
Burada, yani göçmenlerdeki artmış psikoz riskinin birden fazla nedeni var gibi görünmektedir: göç sürecinin getirdiği zorluklar, maddi olanaksızlıklar, sosyal desteğin yetersizliği, göç sırasındaki travmatik ya da zorlayıcı deneyimler gibi (Selten ve ark. 2020). Ancak araştırmalar göçün ve göçmen olmanın psikotik bozukluklar açısından daha geniş bir kapsamı ve anlamı bulunduğuna işaret etmektedir. Burada geniş ve dar anlamıyla sosyal çevre özellikleri devreye girmektedir. Göç edilen toplum ile dış görünüşteki farklılık önemli gibi görünmektedir: örneğin beyaz bir toplumda siyah ya da siyah bir toplumda beyaz olmak gibi. Gündelik yaşamın içinde bireyin toplumun genel özelliklerinden ne kadar farklı olduğu ve bu farklılığın ne kadar görünür olduğu muhtemelen sanrılara ya da varsanılara giden süreçler için bilişsel bir çerçeve oluşturmaktadır (Selten ve ark. 2013). Birey tekrarlayan maruz kalmalarla (örn. dışlanma, izolasyon, ayrımcılık, alay edilme) paranoid bir çevre algısı deneyimlemektedir. Göçmen çalışmalarının sık bulgularından birisi olan etnik yoğunluk tam da buraya denk gelmektedir: göçmen kişi kendi etnik grubunun yaşadığı semtlerde yaşıyorsa psikoz için riski daha düşük olmaktadır; dış görünüş, dil ve kültürel yapı olarak farklı olduğu yerel nüfusun yoğunlukta olduğu semtlerde yaşadığında ise risk artmaktadır (Selten ve ark. 2013).
Bireysel özellikler açısından sosyal dokunun çoğunluğundan farklı olmak geniş anlamıyla sosyal eksiklik olarak tanımlanabilir (Selten ve ark. 2013). Sosyal açıdan eksik, dışlanmış, kapsanamamış hissetmek ve bunu uzun süre (muhtemelen de okul çağından erken yetişkinliğe kadar) tekrar ve tekrar yaşamak bir duyarlılaşmayı da kalıcı hale getirmektedir. Keza araştırmalar göçmen ya da her türden azınlık gruplarında (etnik, cinsel yönelim, dış görünüş ve hatta medeni durum) açısından bir tek psikotik bozuklukların değil eşik altı psikotik yaşantıların da daha yüksek olduğuna işaret etmektedir (Pearce ve ark. 2019). Yani göçmenlerin, kentlerin karmaşık yerlerinde çocukluktan erken erişkinliğe kadar yaşayanların bir tür dopamin duyarlılığı ile başbaşa kaldıkları düşünülebilir. Bu duyarlılık ise alttaki genetik yatkınlıkla birleştiğinde eşikaltı pskotik yaşantılardan psikoza geçişi kolaylaştırmaktadır.
Psikozun gidişatında sosyal çevre
Sosyal çevre ile psikotik bozuklukların seyri arasında da yakından bir ilişki var gibi görünmektedir. Bu konudaki en klasik çalışma 1980’li yıllarda Dünya Sağlık Örgütü tarafından yürütülen “10 Ülke” çalışmasıdır (Jablensky ve ark. 1992). Bu çalışmada farklı kıtalardan ve farklı sosyokültürel gelişmişlik düzeyinden seçilen araştırma merkezlerinde psikotik bozukluk (şizofreni) hastalarının izlenmişti ve aradaki seyir (prognoz) farkları incelenmişti. Sonuç ise şaşırtıcıydı, çünkü şizofreni hastalarının hastalık seyri az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde gelişmiş ülkelere göre daha iyi görünmekteydi (Jablensky ve ark. 1992). Şizofreni açısından genetik arkaplanın az ya da çok benzer kabul edildiği bir çerçevede bu sonuç sosyal çevrenin önemine dair yeni tartışmaları da beraberinde getirdi (Jablensky ve Sartorius 2007).
Ancak yine de psikotik araştırmaların seyrinde sosyal çevrenin yeri ve önemine dair araştırma ve çalışma sayısının da çok fazla olmadığı, en azından etiyolojik bir faktör olarak sosyal çevreye göre prognoz/gidişat belirleyicisi olarak sosyal çevre araştırmalarının daha az olduğunu söyleyebiliriz (Gayer-Anderson ve Morgan 2013). Burada iki faktör rol oynuyor gibi görünüyor: Birincisi hastalık başladıktan sonra temel gidişat belirleyicisinin daha çok ilaç tedavisine olan yanıt olduğu öne çıkmaktadır. İkincisi ise hastalık başladıktan sonra sosyal faktörler daha karmaşık bir hal alabilmektedir. Örneğin önemli bir sosyal etken olan işsizlik hastalık sürecindeki yeti yitiminin bir sonucu olarak değerlendirilebilir.
Peki, araştırmalar nelere işaret ediyor? Yakın sosyal çevreden başlarsak yakın sosyal ilişkilerin psikotik bozukluklarda belirti yatışmasında (remission) ve iyileşmesinde (recovery) önemli olduğu uzun zamandır biliniyor (Gayer-Anderson ve Morgan 2013). Buradaki yakın sosyal çevre aile bireyleriyle ve arkadaşlar, akranlarla olan ilişkileri kapsadığını söyleyebiliriz. Bu sosyal destek mekanizmalarının içine çalışma ve öğrenim hayatındaki zorluklar ya da destekler de eklenebilir. Öte yandan yakın sosyal çevre ilişkileri zorlukların ve sonuçta da psikososyal stresin artmasına da neden olabilir. Psikotik bozukluklarda kişilerin yakın ilişkileri daha az olabilir ve kişilerarası ilişkilerin tümü olumlu olarak deneyimlenmeyebilir (Bjornestad ve ark. 2016). Mevcut çalışmalar, hem ilk atak psikoz hastaları arasında hem de psikotik yaşantılar bildiren klinik olmayan örneklemlerde süreç içinde sosyal ağların (özellikle yakın arkadaşlar) ve desteğin azaldığına işaret etmektedir (Bjornestad ve ark. 2016, 2017). Bu farklılıklar erkeklerde ve etnik azınlık gruplarından gelenlerde daha belirgin gibi durmaktadır (Bjornestad ve ark. 2017). Kişinin katılımına açık ve kolay ulaşılabilir sosyal eylemlilikler (grup toplantıları, bedensel hareket içeren etkinlikler, yardım ve dayanışma girişimleri) ile yatışma ve iyileşme arasında yakından ilişki olduğunu da söyleyebiliriz (Palumbo ve ark. 2015).
Aile, arkadaşlık, iş ve okul çevresinin dışına çıktığımızda ise daha geniş bir sosyal çevre ile karşılaşıyoruz. Bu sosyal çevre yaşanan yerleşim yerinin özelliklerinden (semt, mahalle, ilçe, büyük kent) topluluk içi (etnik grup, hemşehrilik, işyeri arkadaşlığı, işyerinde dayanışma) ilişkilere, ülkenin sosyoekonomik yapısından dönemsel/bölgesel özelliklere kadar uzanabilmektedir (Shah ve ark. 2011). Ancak yöntemsel zorluklar nedeniyle bu konuda oldukça kısıtlı sayıda araştırma bulunmaktadır. Şizofrenide yerleşim yeri özellikleri (kırsal ve kentsel) ile sosyal etkileşimi araştıran bir çalışmada kırsal yerleşimde yaşayan hastaların kentlerdeki hastalara göre daha çok ve çalışma yaşamını sürdüren hastaların daha çok sosyal ilişkiye girdiğini bildirmiştir (Schomerus ve ark. 2007). İzmir’de kayıtlara dayalı olarak yapılan ve semt özellikleri ile şizofrenide psikotik alevlenmenin incelendiği bir çalışmada ise kentsel mahalle özellikleri (sosyal sermaye) ile belirti alevlenmesi arasında ilişki bulunmazken adres değişikliği, yani ikametin değiştirilmesi ile alevlenme arasında ilişki bildirilmiştir (Ünal ve ark. 2019). ABD’de yapılan bir başka araştırmada ise mahalle/semt özelliklerindeki değişim algısının psikotik yaşantılarla ilgili olduğu bildirilmiştir (Narita ve ark. 2020). Tedaviye dirençli şizofreni yaygınlığının az kentleşmiş bölgelerde daha yüksek olduğu bildirilmiştir (Wimberly ve ark. 2016).
Öte yandan sosyal çevrenin sadece risk arttırıcı değil aynı zamanda koruyucu olabileceğini de akılda bulundurmak gerekiyor. Psikoz için koruyucu özelliklerde de yakın sosyal çevre özelliklerinin öne çıktığını görüyoruz. Destekleyici bir aile ve arkadaş/iş/okul çevresi psikozun seyri üzerine olumlu etkide bulunmaktadır. Benzer biçimde dışlanma yerine kapsayıcılığın belirgin olduğu, derli toplu ve dayanışmacı bir geniş sosyal çevre de psikozun seyri üzerine olumlu etkide bulunabilir.
Sonuç
Günümüzde oldukça “biyolojik” ya da genetik kabul edilen psikozlar için yaşamın farklı dönemlerine dağılmış birçok sosyal neden bulunuyor. Bu sosyal nedenler neredeyse anne karnından etkilerini göstermeye başlıyor ve psikotik bozuklukların ortaya çıkmasına giden uzun yıllar boyunca farklı aşamalarda etkide bulunuyorlar. Kişinin zihinsel ve psikolojik gelişimine koşut biçimde farklı sosyallik seviyeleri farklı etkilerde bulunuyor. Yaşamın erken dönemlerinde yakın sosyal çevrenin (anne, baba, aile) özellikleri önem taşırken okul çağı ve sonrasındaki ergenlikle birlikte daha geniş bir sosyal çevrenin (akranlar, etnik ve sosyoekonomik grup, yerleşim yeri) özelliklerinin de devreye girdiğini görüyoruz. Psikotik bozukluk ortaya çıktıktan sonra ise özellikle hastalığın getirdiği zorluklara paralel olarak daha dar bir sosyal çevrenin (aile, yakın arkadaşlar, iş/çalışma ortamı, yaşam alanı) hastalık gidişatı üzerine etkide bulunduğuna dair oldukça çok sayıda araştırma bulunuyor. Bu yakın/dar sosyal çevrenin dışında ise geniş sosyal çevrenin (kentsel çevre, etnik grup, sosyal dışlanmaya neden olan ilişkiler) de etkisinin olduğuna dair az ama önemli sonuçları olan yayınlar bulunmakta. Ve tüm bu olası kanıtların arasında psikozların bir yandan da oldukça güçlü bir sosyal nedenselliğe sahip olduğu gerçeği bulunuyor.
Kaynaklar
Akhtar, S. (2009). Hasarlanmış Çekirdek - Kökenler, Dinamikler, Göstergeler ve Sağaltım, çev. Müge Alkan, Cemile Gürdal, Odağ Psikanaliz ve Psikoterapi Eğitim Hizmetleri Org. Lti., İzmir.
Binbay T, Kırlı T (2023) Şizofreni epidemiyolojisinde yenilikler: Çıkmaz sokak mı, tünelin ucunda ışık var mı? Psikiyatride Güncel, 13 (1): 35-46.
Binbay T, Ulaş H, Alptekin K, Elbi H (2012). Batı Avrupa Ülkelerinde Yaşayan Türkiye Kökenli Göçmenlerde Psikotik Bozukluklar: Sıklık, Yaygınlık ve Başvuru Oranları Üzerine Bir Derleme. Türk Psikiyatri Derg. 23 (1): 53-62.
Bjornestad J, Joa I, Larsen TK, Langeveld J, Davidson L, Ten Velden Hegelstad W, Anda LG, Veseth M, Melle I, Johannessen JO, Bronnick K (2016). "Everyone Needs a Friend Sometimes" - Social Predictors of Long-Term Remission In First Episode Psychosis. Front Psychol. 7:1491.
Bjornestad J, Hegelstad WTV, Joa I, Davidson L, Larsen TK, Melle I, Veseth M, Johannessen JO, Bronnick K (2017). "With a little help from my friends" social predictors of clinical recovery in first-episode psychosis. Psychiatry Res. 255: 209-214.
Fett AJ, Lemmers-Jansen ILJ, Krabbendam L (2019). Psychosis and urbanicity: a review of the recent literature from epidemiology to neurourbanism. Curr Opin Psychiatry. 32 (3): 232-241.
Gayer-Anderson C, Morgan C (2013). Social networks, support and early psychosis: a systematic review. Epidemiol. Psychiatr. Sci. 22, 131–146.
Hackman DA, Farah MJ, Meaney MJ (2010). Socioeconomic status and the brain: mechanistic insights from human and animal research. Nat Rev Neurosci. 11 (9): 651-9.
Jablensky A, Sartorius N, Ernberg G, Anker M, Korten A, Cooper JE, Day R, Bertelsen A (1992). Schizophrenia: manifestations, incidence and course in different cultures. A World Health Organization ten-country study. Psychol Med Monogr Suppl. 20:1-97.
Kırlı U, Binbay T (2018) Psikoz ve Şizofreni Epidemiyolojisi. Şizofreni ve Diğer Psikotik Bozukluklar içinde, edi. Esen-Danacı, Ayşen Böke, Ömer Saka, Meram Can Erol, Almıla Ulusoy Kaymak, Semra, Türkiye Psikiyatri Derneği Yayınları, Ankara, ss.29-49.
Murray RM, Morrison PD, Henquet C, Di Forti M (2007). Cannabis, the mind and society: the hash realities. Nat Rev Neurosci. 8 (11): 885-95.
Narita Z, Knowles K, Fedina L, Oh H, Stickley A, Kelleher I, DeVylder J (2020). Neighborhood change and psychotic experiences in a general population sample. Schizophr Res. 216: 316-321.
Palumbo C, Volpe U, Matanov A, Priebe S, Giacco D (2015). Social networks of patients with psychosis: A systematic review. BMC Res Notes. 8: 560.
Pearce J, Rafiq S, Simpson J, Varese F (2019. Perceived discrimination and psychosis: a systematic review of the literature. Soc Psychiatry Psychiatr Epidemiol. 54 (9): 1023-1044.
Schomerus G, Heider D, Angermeyer MC, Bebbington PE, Azorin JM, Brugha T, Toumi M; European Schizophrenia Cohort (2007). Residential area and social contacts in schizophrenia. Results from the European Schizophrenia Cohort (EuroSC). Soc Psychiatry Psychiatr Epidemiol. 42 (8): 617-22.
Selten JP, van der Ven E, Termorshuizen F (2020). Migration and psychosis: A meta-analysis of incidence studies. Psychol Med. 50 (2): 303-313.
Selten JP, van der Ven E, Rutten BP, Cantor-Graae E (2013). The social defeat hypothesis of schizophrenia: an update. Schizophr Bull. 39 (6): 1180-6.
Shah J, Mizrahi R, McKenzie K (2011). The four dimensions: a model for the social aetiology of psychosis. Br J Psychiatry. 199 (1): 11-4.
Stilo SA, Murray RM (2019). Non-Genetic Factors in Schizophrenia. Curr Psychiatry Rep. 21(10): 100.
Ünal B, Akgül Ö, Binbay T, Alptekin K, Akdede BBK (2019). Association of Wider Social Environment with Relapse in Schizophrenia: Registry Based Six-Year Follow-Up Study. Noro Psikiyatr Ars. 56 (4): 235-242.
Zwicker A, Denovan-Wright EM, Uher R (2018). Gene-environment interplay in the etiology of psychosis. Psychol Med. 48 (12): 1925-1936.
* Bu yazı TPD Yayınları tarafından yayımlanan ve Can Cimilli, Kemal Kuşçu, Okan Taycan tarafından yayına hazırlanan Sosyal Psikiyatri (Nisan 2025) kitabı içinde yer almıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder