5 Eylül 2017 Salı

Bazı karşılaşmalar


Sanat (hem de güncel sanat) üzerine bir kitap okuyorsunuz ve sonra kitabın bir yerinde, tam da bir süredir pskiyatriye, insan zihnine dair aklınızda evirip çevirip durduğunuz ama bir türlü netleştiremediğiniz bir değerlendirmenin yazılı halini buluyorsunuz. Bir başka kitaptan alıntı olarak...

Şöyle diyor sanat kitabında  karşılaştığım alıntı: 
"Algının ve ona bağlı olan şeylerin mekanik nedenlerle, yani şekiller ve devinimler yoluyla açıklanamayacağı da teslim edilmelidir. Düşünce, duygu ve algı üretebilen yapıda bir makine varsayalım; bu makinenin, oranları muhafaza edilerek büyütüldüğünü, tıpkı bir değirmene girer gibi içine girilebilecek boyutlara ulaştığını tasarlayabiliriz. Hal böyleyken, makinenin içine girdiğimizde sadece birbirini itip çeken aksamla karşılaşırız, algıyı açıklayabilecek herhangi bir şeye rastlamayız."
Aynen böyle: Beyin sonuçta atomlardan, moleküllerden, parçalardan oluşuyor. Evet, karmaşık ve dinamik ama bir şekilde atomları bir araya getirip "beyin" ürettiğimizi, hatta atomlarının, moleküllerinin, mesela sinapsların arasında dolaşabildiğimizi farzedelim. Orada sadece veziküller, kimyasal parçalar buluruz; o beynin ne deneyimlediğini, neler hissettiğini değil.

Etkileyici ve şaşırtıcı!

Sonra metnin peşine düştüm, "kim yazmış ki?" diye. Alıntı Türkçe'ye de birçok kez çevrilmiş bir kitaptan. Gerçi kitabın özgün adı biraz zor anlaşılıyor ve sanırım çevirmesi, karşılığını bulması da zor: Monadoloji. Eh, kitabın adı ilginç olunca hem adının hem de kitabın hikayesinin peşine düşmüş oldum.

Monadoloji'nin anlamına ve hikayesine ulaşmak için ise yollar haliyle 1714'e çıkıyor, Almanya'ya ve matematiğe (eh, söz konusu olan felsefe olunca, çok da şaşırmamak gerekiyor). Dönemin en önemli düşünürü Gottfried Leibniz'in monadlar (parçalanamayan, parçası olmayan bütün - atomun karşıtı olarak da düşünülebilir ama eksik olur), metafizik üzerine yazdığı kısa metinlerden oluşan bir kitabı, Monadoloji. Kısa (yaklaşık 20 sayfa), öz ve ölümcül bir metin olarak görülmüş hep. Kendisi küçük ama etkisi büyük olmuş. Adı daha az geçmekle birlikte Leibniz, Descartes ve Spinoza ile birlikte anılan, ele alınan bir düşünür: 
"Descartes’ta ruh-beden olarak ikili töz anlayışı varken, Leibniz’de sonsuz sayıda monad, dolayısıyla sonsuz sayıda töz vardır, Spinoza’nın tözü ise tektir ve o da Doğa-Tanrı’dır. Bu üç türlü töz anlayışı, Aydınlanma ve Aydınlanma sonrası felsefeler için de belirleyicidir, Descartes dualizminin aşamadığı problemler, Spinoza’nın tekçi töz anlayışının ne kabul edilebilir, ne çürütülebilir oluşu, Leibniz’in monad teorisinin spesifik bir örnek olarak kalışı… Fakat tüm bu eleştirilere rağmen, bu üç töz anlayışı, günümüzde dahi etkisini korumaktadır."* 
Tamam, yazılanlar şimdilerden bakıldığında tabii ki neredeyse absürdlüğün sınırında dolaşıyor denebilir. Ama yazıldığı dönemde atomu falan geçtim, insan zihninin bedende belirli bir organla olan bağlantısı bile henüz ortalıklarda olmadığını hatırlatayım. Bu nedenle ayrı bir önem taşıyor. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder