15 Ocak 2011 Cumartesi

Nâzım, Karadeniz ve Sinop

Malum, yüksek dağların uzunlamasına sıralandığı Karadeniz sahiline göre Sinop, coğrafi açıdan ilginç bir konuma sahiptir. Ders kitaplarındaki bilgiyi hatırlayacak olursak Karadeniz bölgesinin tek doğal limanına sahiptir. Tarih ve hayat bilgisini hatırlayacak olursak da dışarıda deli dalgaların duvarlarını dövdüğü bir mahpushaneye. Az bilinir belki ama bir de gölge edenlere tarihsel olarak hep ters durmuştur Sinop. Daha girişinde elinde feneriyle Sinoplu Diyojen karşılar gelenleri ve fıçısından çıkıp feneriyle ‘Geri bas!’ der gölge edenlere kendisi.

Resmiyet kazanmamış olmakla birlikte Sinop resmi işlemlerde, atamalarda ve mahpusluklarda hep sürgün yeri olarak görülmüş. Ulaşımın diğer bölgelere göre biraz daha zorlu olması da bu sürgünlük durumunu pekiştirmiş. İktidarlar gözden ırak olmasını, ayakaltında dolaşmamasını istediği memurların yanı sıra çeşitli suçluları da meşhur hapishaneye göndermiş. Osmanlı’dan itibaren azılı suçlular, zaptedilemeyen külhanbeyleri Sinop kalesinin surlarının içine hapsedilmiş, yeri gelmiş zincire vurulmuş, yeri gelmiş asılmış. Hatta Osmanlı-Rus harbi sırasında iflah olmaz suçlulardan bir askeri birlik oluşturulmuş ve düşmanın üstüne salınmış bu birlik. Sonra Osmanlı’nın dolandırıcıları, genç Cumhuriyet’in evrakta sahtecilik yapanları da Sinop Cezaevi’nin nemli ve soğuk mahzenlerinde yatmış. Ve tabii ki Sabahattin Ali, iktidarın başını ağrıtan yazar da binlerce sitem yollamış soğuğun buz kestiği gecelerde ve günlerde.

Sinop “Aldırma gönül” dizelerinin dillere dolanmasıyla bilinirlik kazanmış bir şehir ama elbette ki genel popülerlik kazanmasında “Parmaklıklar Ardında” dizisini mutlaka anmak gerekiyor. Üç yıl boyunca ekrana gelen dizi birçok tur şirketinin gezi güzergâhına kentin de eklenmesini sağladı. Birçok ziyaretçi, dizinin çekildiği mekânları görmek için turlarken o mekânda yıllar yıllar önce çekilen ezaların, olup bitenlerin izleri de duvarlardan yavaş yavaş siliniyor.

Bir de tabii ki “radar” var Sinop’un tarihinde. Yani NATO ve aslında ABD üssü. Yaklaşık 35 yıl boyunca ABD askerleri Sovyetler Birliği’ni dinlemiş Sinop’tan. SSCB teslim olur olmaz da boşaltılmış üs. Ve geriye şehrin günlük hayatına hâlâ yansıyan bazı izler kalmış Amerikan üssünden: Radardan emekli olanlar, hamburger ve pizzacılar ve Amerikan askerlerinin giderken bıraktığı iyi cins köpeklerin sokaklarda yan gelip yatan ikinci ve üçüncü kuşak torunları.

1990lar bir tek radarın kapatılmasına değil, şehrin civarındaki sayılı sanayinin de kapısına kilit vurulmasına denk gelmiş. TEKEL, Paşabahçe, orman ürünleri fabrikaları birbiri arıdan kapatılmış. Üstüne tarıma sağlanan desteklerin de sonlandırılması eklenince işsizlik almış başını yürümüş. Birçok kişiye göç yolları görünmüş ve elbette ki yollar İstanbul’a çıkmış. Sonuç olarak ise Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2009 verilerine göre sadece İstanbul’da Sinop nüfusuna kayıtlı 350.000’i aşkın kişi ekmek kavgası verir olmuş.

Ve Sinop’la ilgili unutulmaması gerekenler listesinin (aslında başında gelen) başka musibetleri de var. Yeşil bir doğa ve bu doğanın ortasına inşa edilmesi gündemde olan enerji santralleri. En çok bilineni meşhur Sinop Nükleer Santrali. Önceleri Korelilere verileceği söylenen ihale sayesinde şehirde Kore-Karadeniz günleri düzenlenmişti. Hani kamuoyunu halkla ilişkiler faaliyetleri çerçevesinde ikna etmek için. Çünkü Sinop Çevre Platformu iktidar açısından işi zora sokuyor, Sinoplular da bu santral meselesine karşı duruyor. Neyse, bahanesiyle Sinoplular bazı Kore yemeklerinden tattılar ve Sinop kültürüne oldukça yabancı gösterileri keyifle izlediler.

Sonra ise ihale Japonlara verildi. Santral şimdi 2-3 yıl içinde inşa edilecekmiş. Santrali korumak için bir askeri birlik konuşlandırılacakmış. Sinop Üniversitesi’nde Atom Mühendisliği bölümü kurulacakmış. Dağları dele dele gelen otoban kalitesindeki yol hem Sinop’u her yere bağlayacakmış hem de kamyonları, teçhizatları birer birer taşıyacakmış. Üstüne Boyabat ilçesine yapılan dev hidroelektirik santrali (Türkiye’nin 2. büyük özel barajı, Doğuş-Doğan grubu tarafından inşa ediliyor), Gerze, Erfelek ve Ayancık ilçelerine kondurulacak üç termik santral (biracı Anadolu grubu tarafından inşa ediliyor) de eklendi mi Sinop’un nüfusu 250.000 olacakmış. Sinop’ta esnaf aklı heyecanla bunları konuşuyor.

Güzelim yeşillikler elden gidecekmiş, balıkçılık sekteye uğrayacakmış, ta Güney Afrika’dan ya da ta Ukrayna’dan kötü kalite kömür taşıyan gemiler gelip denizi kirletecekmiş, küller havayı, suyu bulandıracakmış, bunlara kafalar basmıyor. Aklı bir karış havada konuşup duran bu bayların ve bayanların üstünde ise birer akbaba misali “züğürdün çenesi, züğürt tesellisi” gibi laflar uçuşup duruyor. Sinop Çevre Platformu ise iyimser. Kimseyi karşısına almadan, sadece bir baskı grubu oluşturarak tüm bu süreci önleyebileceğini düşünüyor. Yine de platform toplumsal olarak ciddi bir muhalefeti toparlamayı başarıyor.

Hâlbuki yerlilerine soracak olursanız 1970-80 arası Sinop “Küçük Moskova” olarak bilinirmiş. Gerçi birçok insanın başına gelmiştir. Yeni bir şehre gidilir ve eski defterler açılınca birileri mutlaka çıkar ve “Bizim buralar o zamanlar küçük Moskova olarak bilindirdi!” der. Yani Karadeniz’de olsun, Ege’de olsun, Marmara’da olsun irili ufaklı her şehir o zamanlar “Küçük Moskova”ymış ama eskilere göre yine de Sinop daha bir Moskova’ymış. Kent kültürü, deniz, balık, yaşama sevinci, insan sevgisi ve sol, genetiğine yerleşmiş şehrin. Aslında son referandum sonuçları da bunu destekliyor gibi. Çünkü Sinop il merkezi (ilçeleri değil) Karadeniz sahilinde güçlü bir şekilde hayır diyen 4-5 merkezden birisi oldu.

Her şehir gibi Sinop’un da yarı-gerçek yarı hayal mahsulü bir sol tarihi var. Gerçek olanlardan bir tanesi Mustafa Suphi’ye dair. Suphi sürüldüğü Sinop zindanından 1914 yılında bir kayıkla geçmiş Sivastapol’e. “Motorlu tekne olsa karşısı sekiz saat” diyorlar ama muhtemelen o zamanki takalarla iki günde. Gerisi malum. Yarı hayal mahsulü olanlar ise şehrin yazılı olmayan söylenceleri, efsaneleri olarak hâlâ anlatılıp duruyor.

Bunlardan bir tanesine göre Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan o fırtınalı günlerde Sinop’a gelmişler. Radardan ABD askeri kaçırmak için. Sinoplular demişler ki “İyi güzel de siz daha adadan aşağıya inmeden enselenirsiniz.” Doğru da söylemişler. Haritada da görülebileceği gibi Sinop bir yarım ada üzerinde kurulu ve yarım ada anakaraya dar bir geçitle bağlı. Yani Sinoplular haklı. Karaya tek, denize sonsuz çıkışı olan bir şehir Sinop. Zaten Denizler de vazgeçmişler ve Ankara’ya geri dönmüşler. Gerisi ise malum. Gülünün solduğu akşama giden bir yol olmuş dönüşleri.

Bir diğer rivayete göre ise kayıtlarda yer almamakla birlikte Nazım Hikmet mahpusluğunun bir kısmını Sinop’ta geçirmiş. Eski cezaevi müdürlerinden birisi anlatırmış eskiden. Buna göre Hikmet bazı küçük imtiyazlara da sahipmiş Sinop Cezaevi’nde. Sık değil ama ara sıra bir bölük askerlere dışarı çıkabilirmiş mesela. Bu izinlerde Sinop’un etrafını çeviren ormanlarda gezmeyi, yeşilin türlü rengini, ağaçların dallarında gezinen sincapları, derelerinde çağlayan suları gezer temiz hava alırmış. Sevdiği yerlerden bir tanesi de Sinop ile Ayancık ilçesi arasındaki kayın ormanıymış. Efkârlıymış, yürüyormuş geceleyin ve gördüğü kayınların arasında bir pencereymiş, sarı sıcak. “Amca, gir içeri!” demişler, girip yerden selamlamış hane içindekileri. Rivayet bu ya, bu kayın ormanındaki imtiyazlı yürüyüşlerinin şirini yazmak Moskova’da nasip olmuş şaire. Yaşananlar ise yıldızlar kadar uzakta, Sinop’ta kalmış.

Yarın, yani Pazar günü ise Nâzım Sinop’a geri dönüyor. Üç öğrenci, beş emekli öğretmen, dört esnaf, iki evhanımı, bir o kadar da seveni iki aylık bir çalışmanın ardından mütevazı bir kültürevinde karşılayacaklar Nâzım’ı. Sabahattin Ali salonunda kucaklaşacak Kuyucaklı Yusuf, Benerci, Galip, Kürk Mantolu Madonna, Saman Sarısı, 19 Yaşım ve diğerleri.

Bekleriz.

soL Portal, 15 Ocak 2011