15 Mayıs 2012 Salı

Yo Roberto Fonseca Yo


Ne zaman Roberto Fonseca dinlesem aynı anda hem hayranlık hem de öfke duyuyorum. Bir yanım şarkıları, şarkılardaki havayı çok seviyor, hemen o havanın içine giriyor. Bir yanım ise yaratıcılığını ve yeteneğini pazarlamak konusunda bu kadar istekli bu adamın hallerine öfkeleniyor. Bu nedenle her Roberto Fonseca albümü aynı duyguları hatırlatıyor: Hayranlık ve öfke. Geçtiğimiz aylarda yayınladığı yeni albümü "Yo" (Ben) ise hayranlıktan çok öfkeyi hatırlattı.

Tanımayanlar için söyleyeyim, Roberto Fonseca Küba'lı bir caz piyanisti. Caz dünyası içinde ismi gittikçe daha fazla duyulan Fonseca uluslararası alanda adını ilk olarak meşhur Buena Vista Social Club ile duyurdu. Grubun emektar piyanisti Rubén Gonzaléz'in yerini aldı ve grubun dünyanın dört bir yanındaki konser turnesi sırasında pişti. Sonrası ise Fonseca için daha hızlı gelişti. 2007 yılında kendi ezgi dünyasının içinden kopup gelen melodilerle yoğurduğu ilk albümü Zamazu'yu çıkardı. Albüm aslında Fonseca'nın kendi müzikal evreninde işlemeye odaklandığı kültürel parçaları bir araya getiriyordu: Küba'daki Afrika kültürü, caz ve klasik müzik ile Latin havalarının bir karışımı. 2009 tarihli Akokan albümü ise müzisyenin bulduğu bu geniş kültürel damarı daha derinlemesine işlediği bir uğrak oldu.

Yeni albümü "Yo" işte bu kaynakları yeni bir enerjiyle harmanladığı bir altyapıya sahip. Hatta Fonseca bu yeni albüm ile Küba ve latin cazından daha fazla uzaklaşırken müziğinde Afrika etkilerine daha çok yer açmış.

Bestlerinin düzenlemesinde bir Batı Afrika çalgısı olan n'goni, bir tür Afrika darbukası olan kora, ve Mali'nin çiçeği burnunda yıldızı Fatoumata Diawara yer alıyor. Ayrıca Fonseca içinde büyüdüğü aile kültürünün Afrika ile olan bağlantılarını da bu albümde öne çıkarmış. Keza ilk albümünde özellikle Kübalı siyahlar arasında yaygın olan Santeria inanışına geniş yer ayırmıştı. Havana'nın San Miguel del Padrón semtinde, bu Afro-Kübalı kültürle içiçe büyüyen Fonseca annanesinin dini ritüllerinden de etkilenmiş. Afrika kökenli olan Santeria inanışında dini tirüellerin içinde vecd yani bir tür kendinden geçme halini yaratan tekdüze bir ritm kullanılır. Dans ve ritm ritüllerin ayrılmaz bir parçasıdır.

İşin ilginç yanı şu: Fonseca'nın kültürel aurasında Küba'nın Afrika kültürü var, latin dünyasının ritimleri var. Küba'dan çıkmış (Chuco Valdés, Gonzalo Rubalcaba gibi) ya da Küba'dan etkilenmiş hiç bir caz piyanistinin yapmadığı kadar bu alaşımı didikliyor Fonseca. Sorun da buradan kayaklanıyor: 36 yaşındaki Fonseca muhtemelen son 20-30 yılını ne kadar da yetenekli olduğunu duyarak geçirdi. New York sokaklarında, Paris kafelerinde hep birileri bu adamı bir kenara çekip "harcıyorsun kendini" mesajını fısıldadılar kulağına. Yoksul ülkelerin parlak çocuklarının kaderini yaşıyor belki de. Dönüp kendi köklerini didikliyor ve bunları efendilerin ülkesinde üstün bir yaratıcılıkla paketleyip pazarlıyor. Harcanıyor olmanın acısını çıkarıyor. Tam da bu nedenle kendisini harcayan kültürel bir coğrafyayı ise ısrarla üretiminin dışında bırakıyor: Son 50 yılın Küba hayatının yansımasını yani devrimi, direnişi ve sosyalizm arayışının en ufak bir kırıntısını dahi eserlerinde bulmak mümkün olmuyor.

Herhalde ben beyhude yere hâlâ sanatsal yaratıcılığın içinde bir tür aşkınlık, umursamazlık, kolay kolay zaptedilemezlik arıyorum. Sanki sanatsal yaratıcılık paraya, şan ve şöhrete boyun eğdikçe yitip gidiyormuş gibi düşünüyorum. Böyle olunca beğendiğim müzisyenlerde ister istemez böylesi bir ahlaki umursamalığı, kandırılmazlığı, ayartılamazlığı ve piyasayı alt edecek bir yaratıcılığı aıroyrum. Hele söz konusu müzisyen sosyalizmin peşinde koşan bir toplumun içinden çıkınca bu tür bir püritanlığı daha çok bekliyor insan. Bir tür direnişi ve başkaldırıyı. Sanatsal yaratıcılık bu değil mi zaten? Tarihsel kesitin genel değerlerine rağmen, zamanın ruhuna rağmen üretebilmek değil mi? Roberto Fonseca ise, bana kalırsa, bir büyük uzlaşmanın izinden gidiyor. Bu nedenle de Yo Roberto Fonseca Yo.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder