8 Kasım 2008 Cumartesi

Hayat sıkıcıdır!*

Hayat genel olarak sıkıcıdır. Yani, oturup istatistiksel bir çalışma yapsaydık, hepimiz dâhil olmak üzere insanların büyük bir çoğunluğunun 'Hayatınız nasıl gidiyor?' sorusuna sıkıcı, sıradan, hep aynı, tekdüze, tekrarın tekrarı, yaşıyoruz işte gibi birbirinden çok da uzak olmayan cevaplar verdiklerini görürdük.
Ama her insanın hayatında, hayatının tek düze akışına gökten düşme gibi giriveren anları, saatleri ve hatta günleri olmuştur ve insan, hayatının tekdüzeliği arttıkça yani günleri birbirinden farksız hale geldikçe hep onlarla yaşamaya başlar. Bir daha geri gelmeyeceğini bildiği, artık bir tür büyü barındırdığını düşünmeye başladığı o pırıltılı anları, her gün ve her gün yeniden ve yeniden düşünerek tüketir hayatının geri kalanını. Müzik yapıyorsa eline müzik aletini ilk alışını düşünür; çalmayı öğrendiği ilk parçayı, çıktığı ilk konseri, konserin biletlerini... Yazıp çiziyorsa, arkadaşlarıyla toplanıp heyecanlı heyecanlı sabahlara kadar tartıştıkları, birbirlerine oradan, buradan, kendilerinden okudukları yazıları çağırır yeniden... İçip içip sabah erkenden, başı, kıçı, bacağı ağrımadan kalktığı günleri, bir şarkıyı ilk keşfedişini, bir zamanlar peşinde köpekler gibi koştuğu sevgiliyi, yazarı, gitaristi... Daha çoğaltılabilir ama gerçek olan şu ki insan belli bir uğraktan sonra anılarla yaşar, bugünüyle ya da hiç gelmeyecekmiş gibi uzak duran geleceğiyle değil; ve yine bilimsel temele dayalı başka bir istatistiksel çalışmayla bu sıradışı, yırtıcı anların, saatlerin, günlerin hayatımızın hangi kesitinde yoğunlaştığını, toplandığını inceleyecek olsaydık bulacağımız sonuçlar hayatımızın ilk yirmi, bilemediniz yirmi beş yılında toplanırdı: sorumluluklarımızın göreli olarak daha az olduğu ve aklımızın eşeğini 'keyfimize göre' yürüttüğümüz zamanlarda. Sonrası hep bir sıradanlık, hep bir yapmacıklık, hep bir idare etmedir.
Artık günlerimizi idare ederek geçiririz. Artık bir şeylere katlanmak zorundayızdır. Örneğin artık okulu kırar gibi işi kıramayız; iş ve somut olarak görülebilir bir patron varsa o bizi kırar, hem de hiç acımadan. Kaybetmişizdir ve her kaybeden gibi yenilen pehlivan güreşe doymaz misali kaybettiğimizi düşünmediğimiz zamanları özler dururuz.
Bu değişimin nasıl olduğunu yani hayatımızdaki ışıltılı anların nasıl olup da azaldığını ise John Lennon'dan
[i] dinleyebiliriz:
Daha doğar doğmaz kendini küçük hissetmeni sağlarlar
Hiç zaman ayırmazlar sana, vereceklerine hepsini
Acın o kadar büyür ki hiç hissetmez olursun...

Evde döverler seni, okulda canını yakarlar
Zekiysen nefret ederler, aptalsan aşağılarlar
Deliye dönersin sonunda ve uyamazsın kurallarına...

Yirmi küsur yıl korkuturlar, işkence ederler bedenine
Sonra haydi bakalım derler, bir meslek seç kendine
Korkudan tutulup kalmışsındır, kıpırdayamazsın bile...

Her gün uyutuyorlar sizi, televizyonla, dinle, seksle
Pek zeki, sınıfsız ve özgür sanıyorsunuz kendinizi siz de
Boktan köylülersiniz hâlâ, bakıyorum da size...

Yukarılarda yer var hâlâ diyorlar, isteyenlere
Ama öldürürken gülümsemeyi öğrenin önce
Tepedekiler gibi olmak istiyorsanız siz de...

Kolay iş değil işçi sınıfı kahramanı olmak
Eğer bir kahramanı olmak isterseniz, yalnızca takip edin beni...

İşte ortalama müzikten farklı olarak sıradışı ritmlerin ve sözlerin, akordsuz aletlerin, ses olmaktan çıkmış seslerin (çığlık, böğürme, hırıltılı nefes alma, inleme, ilkel ve yabani bir bağırış vb.), anlaşılmaz gürültülerin bir araya geldiği bir kısım müzik bu kaybedişin tellere, dizelere, üflemelilere yansımasıdır. Punk, özgür caz ve death metalin bir bölümü, kaybetmeye isyandır.[ii] Sex Pistols, The Clash, Ramones, Patti Smith, Iggy Pop, Violent Femmes, Albert Ayler, Archie Shepp, John Coltrane, Last Exit, Death, Napalm Death, değişik yerlerde ve zamanlarda, ayrı seslerde, kaybetmeye karşı isyanın müziğini yaptılar. Sıkıcılığı, öfkeyi, sıradanlığı ve şiddeti müziklerine taşıdılar. Aslında isyanları bir tek kaybetmeye karşı olmakla da sınırlı değildi; çünkü aynı zamanda kazanmaya da isyan ettiler. Çünkü, tepedekiler gibi olmak için, öldürürken gülümsemeyi öğrenmeleri gerekiyordu ve bunu reddettiler.
Ama her şeyin bir bedeli vardır. Yaşamın diyalektiği bu. Hiçbir şey boşlukta durmaz. Araf yoktur. Düşlerinizin karşılığında huzur, umutlarınız karşılığında da sıradanlık verirler.
[iii] Bunu kabul etmediler ama kazanmaya da kimseyi çağırmadılar. 1970'lerden '90'lara kadar inatla "punk" çalan Ramones farklı mıdır mesela? İsteseler paranın üstüne para sıçarlardı ve kıçlarını yeşil banknotlarla silerlerdi. Hepsinin bir başka ortak özelliği de işte bu noktada yani kazanmayı karşılıksız reddedişte başlar: Acıyı azaltmak için, sahteleşmemek için kafalarını bulanıklaştırdılar, karmaşa yarattılar, bunların da yetmediği noktada ya müziklerinin fişini çektiler ya da kendilerinin... İtildikleri batakta kaybetmeye ve kazanmaya isyan ederlerken, kaybetmenin ve kazanmanın kurallarını koyanlara isyan edemediklerini anlamadıkları ya da gayet iyi anladıkları için![iv] Herkes o küçük ayrıntıyı keşfetmek zorunda değildir. Hayatın sıkıcılığı gelir ve bulur sizi o küçük ayrıntı olmadan. Çünkü isyan, o küçük ayrıntı olmadan anlamını kaybeder. Bir bakarsınız oyunun bir parçası oluvermişsinizdir. Artık isyan yoktur, karmaşa vardır. Kavranamayacak ve çözülemeyecek bir karmaşa... Dayanan dayanır; ya karmaşasından çözüm üretir ya da suratındaki yamuk gülümsemeyle öldürür, öldürür, öldürür, sattığı müziği karşısında kendisini, başkalarını öldürür. Dayanamayan ise dağılır! Sıkıcılığın bir parçası olmamak adına...

(*)1994'ten bu yana sessizliğe karşı müzik yapan Anti-Silence grubunun dağılma kararı üzerine 2003 başında yazılmıştır. O dönemde ilk olarak Kirpi internet dergisinde yayınlanmıştır. Daha sonra ise başka dertlerle birleşerek daha uzun bir yazı olarak Nikbinlik dergisinde (sayı 16, Eylül-Ekim 2003) de yer almıştı.[i] John Lennon’un ‘Working Class Hero’ isimli parçası. Şarkının çevirisi Bülent Somay’ın Şarkı Okuma Kitabı’ndan alınmıştır. Metis Yayınları, sf.83[ii] Punk ve özgür cazın bahsedilen isyanla olan ilgileri için bakılabilecek kaynaklar bulunmasına rağmen death metal için Türkçe’de herhangi bir kaynak, sanırım bulunmuyor. Zaten kanımca death metalin isyanla olan ilişkisini anlamak için okumaktan çok dinlemek gerekiyor, ama yapılan her müziği değil: Punk: Bir altkültürün oluşumu, Tricia Henry Young, Dost Kitabevi, (çev. Hira Doğrul); Punk Rockın Anlamı ve Gücü: Tek Akorlu Mucizeler, David Laing, Altıkırkbeş Yayınları (çev. Nigar Özlem); Alışılmadık Sesler, derleyen Hira Doğrul, Dost Kitabevi.[iii] Binbay T (2001) Okumaca-Dinlemece köşesi, soL dergisi, sayı 112, sf.64[iv] Aslan E (2003) William Gibson ve Siberpunk, soL dergisi, sayı 200, sf.24

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder