16 Eylül 2018 Pazar

Demiş ki “Psikoloji hâlâ Newton’unu beklemekte”


Aslında hep görürdüm adını. Mesela Murat Belge’nin Marksist Estetik kitabının kapağında. Merak da ederdim, kimdir, nedir, ne söylemiştir diye. Ama sanırım gereksiz laf dolambaçlarıyla karşılaşmaktan korkup uzak durdum. Yıllarca.

Ama yanılmışım. Keşke daha önce göz atsaymışım. Bazı tesadüfler, bazı denk gelişler gerekti Christopher Caudwell ile karşılaşmak için.

En başta Bülent Cengiz’e teşekkür etmeliyim. Çünkü bu karşılaşmayı ona borçluyum. Geçtiğimiz haftalarda yayınladığımız ortak kitabımızda, Bilimsel Yeni Verilerin Işığında Diyalektik Materyalizm’de yer alan kendi bölümüne Caudwell’i anarak başlıyordu Bülent abi. Diyalektik materyalist yöntemle bilinç olgusuna baktığı yazısında Caudwell’den bir alıntı yapmıştı: “bugün burjuva kültüründe psikoloji gibi insan bilgisi için son derece önemli ve yaşamsal olan bu bilimin, kendi alanındaki en basit öğe (bilinç) üzerinde bile anlaşmaya varmamış olması kadar ümit kırıcı bir sahne olamaz.

Bilinç üzerine onca mesleki arayış ve okumadan sonra tam da ihtiyaç duyduğum, yakın zamanlarda içimde giderek daha çok olgunlaşan bir cümleydi bu. Mesela aylardır elimde Saffet Murat Tura’nın Zor Problem: Bilinç kitabını gezdiriyordum ve bir eleştiri yazmak istiyordum. Daha doğrusu eleştirel bir bakış açısı geliştirmek ihtiyacına giderek daha çok ikna olmuştum. Ve bu çarpıcı cümle birçok noktayı benim için özetliyordu. Caudwell’i okumak, onunla buluşmak artık şart olmuştu. Hemen gidip Ölen Bir Kültür Üzerine İncelemeler kitabını aldım.

Aslında iki ayrı kitaptan oluşan bir kitap İncelemeler. Daha ilk sayfasında, Christopher Caudwell’in çarpıcı hayatıyla karşılıyor insanı. Hayatına dair o satırları okurken hatırladım, aslında Orhan Gökdemir, Caudwell’in sadece 29 yıl süren hayatını, soL’da yazmıştı. Ama sanırım hem yazının bağlamı hem de ülkenin ortamı ister istemez Caudwell’e değil de doktora tezini Caudwell üzerine yapan Murat Belge’ye odaklanmama neden olmuştu. Hâlbuki hiç de gerek yokmuş.

Ama 90ların kötü bir mirası bu. Yani bağlamı nedeniyle birisinden uzak durmak. Yakın zamana kadar, özellikle de 90larda Marksizm’e dair kolay kolay havlu atmayan bir şeyler arayan herkes, iyi bir şeylere ulaşabilmek için koca bir anti-komünist eleştiri külliyatını aşmak, en azından kendini o külliyata karşı bağışıklamak zorundaydı. Her yerde “devrin değiştiğini, geçmişte büyük hatalar yapıldığını, Marx’ın ve Marksizm’in yanıldığını” söyleyen onlarca kişi, onlarca kurum ve düşünce ile karşılaştığınız sancılı bir süreçti bu. İşte sanırım Caudwell de benim için bu arada kaynayıp gitmişti. Ama çok etkileyiciymiş. Hem hayatı hem de yazdıkları.

O kadar etkileyici ki kitabın çevirmeni (ve de yayınevinin sahibi), sanki ne olur ne olmaz diye kitabın hemen başına bir güvenlik tedbiri koymuş. Caudwell’in kendi sözünden önce “yalnızca sosyalist dünya çökmekle kalmadı, nörolojiden sanata, estetikten biyolojiye, yazarın bu kitapta el attığı bütün alanlarda da çok şey değişti” diye uyarma gereği duymuş. Ama değişim nereden baktığınıza göre değişen bir şey değil mi? Ya da özü itibariyle tüm bu alanlarda bir şeylerin aslında çok da değişmediği söylenemez mi? Yayıncının, çevirenin sözü bari sona konsaydı. Birileri demek ki hâlâ tedbire gerek duyuyor, ne yazık ki!

Ama öte yandan çok belli: kitap uzun yıllar boyunca hem Marksizm’de ısrar eden hem de yaratıcı bir yol arayan herkes için başucu kitabı olmuş. Yani 90'lar boyunca. Yayıncı büyük bir telaş ve hızlılıkla günümüz okurunu uyarırken, yeni kuşak okuru da bir anlamda 90'ların o tuzağına kitlemeye çalışmış. Çalışmış çalışmasına da Caudwell tüm çarpıcılığı, heyecanı, yaratıcılığı, öfkesi ve alaycılığıyla orada duruyor. Yazdıklarında.

Tesadüfün güzelliğine bakın ki kitabı elime alıp da içine gömüldüğüm günlerde, yani geçen hafta, Ender Helvacıoğlu da Bilim ve Gelecek’in internet sayfasında “Günümüzün devrimci gençleri pek bilmiyor ama önceki kuşaklar Christopher Caudwell (1907-1937) adını yakından tanır” diye bir çağrı yayınladı. Havada belki de Caudwell’in yazdıklarındaki gibi kendinden emin olma hali var. Onca yaşanandan sonra “yok, öyle değilmiş”e geliyoruz belki de. Ne güzel.

Caudwell’in İncelemeler’i Bernard Shaw ile başlıyor. Hem de ne başlangıç! Kendi adıma Bernard Shaw gibi insanları (ki etrafımız onlarla dolu değil mi!) bir yerlere koymakta hep zorlanmışımdır. Lenin ise Shaw’ı tek bir cümlede özetlemiş: “Fabyanlar arasına düşmüş iyi bir adam.” Çok güzel. Çünkü tam da böyle. Parlaklığını piyasaya cilalatan insanlar toplamı Shawgiller..

İşte Caudwell de Lenin’in cümlesini ince ince işlemiş yazısında, Shaw’ı ve burjuva üstün insanını, vicdanını, düzenden kopamayışını yerden yere vururken. Okurken de aklıma Gelenek’ten eski bir yazı geldi: Oblomov'a Şükran Borcumuz. Düzenden kopmak neden bu kadar zor ki?

Ama kitapta iki bölüm var ki beni hepsinden daha çok etkiledi ve daha çok ilgilendirdi. İkisinin de alt başlığı aynı: “Burjuva Psikolojisi Üzerine Bir İnceleme”. İlki “Freud” ikincisi ise “Bilinç” üst başlığını taşıyor. Açıkçası, uzun zamandır bilinç, psikoloji, zihinbilimleri ve Freud konusunda arayıp durduğum çıkışı bu iki yazıda buldum diyebilirim.

Caudwell, bu iki yazıyı ve kitapta yer alan diğer yazıları, Marksizm’le tanışmasının üstünden sadece üç yıl geçtikten sonra 27 yaşında iken yazmış. Britanya Komünist partisi üyesi bir komünist olarak gündüzleri bir emekçi bölgesinde çalışırken gecelerini ise yazarak geçirmiş. Burjuva kültürü, burjuva bilimi ve proletarya sosyalizmi üzerine düşüncelerini yazmış.

Mesela “Psikoloji hâlâ Newton’unu beklemekte” diye yazmış Caudwell. Büyük bir saptama. Hem de zihin açıcı. Birçok kişinin aksine Freud’u psikolojinin Newton’u, yani modern psikolojinin habercisi, değiştireni olarak görmemiş. Hem de Freud halen hayattayken. Ama Freud’un hakkını da teslim etmiş. Yani bilimsel bir derdin peşinde koştuğunu anlamış ama şunu da yazmış: Freud, sınıfsal bakış açısının sınırları nedeniyle psikolojinin mitolojisinde (örneğin Eros, Thanatos, ego, Ödipus vs.) takılıp kalmış büyük bir zihindir. Nokta.

Adler ve Jung için söyledikleri de bu iki tartışmalı isme dair büyük bir karmaşayı derler, toparlar nitelikte. Örneğin Adler o dönemde sosyalist cenahta çok revaçtadır ve mesela Sovyetlerde yerleşen psikanaliz geleneği de Freudiyen olmaktan çok Adler’in kuramlarına bağlıdır. Ama Caudwell hepsini, Adler’i de Jung’u da karşısına almış. Burjuva uysallığını, vasatlığını ve körlüğünü taşıyan her şeye keskin bir bilinçle yaklaşmış Caudwell.

Psikoloji teorisi söz konusu olunca hep karşılaştırmalı bir okuma yapmak gerektiğini düşünmüşümdür. Yani, mesela Freud kendi teorisinde topolojiye, yani o-ben-üstben terminolojisine geçerken aynı dönemde zihnin işleyişine dair başkaları ne diyordu? Freud ya da birkaç on yıl içinde egemen hale gelecek olan bu kuram neyi, neleri dışarıda bırakıyordu? İşte bunlara bakmak gerektiğini düşünmüşümdür.

Caudwell tam da buradan yaklaşmış psikolojiye. Yazdıklarında, hem de 1930'larda yazdıklarında yetkin bir nöroloji bilgisini ve keskin bir idealizm karşıtlığını bulmak şaşırtıcı. Tarihselciliği ve diyalektiği sanki kendiliğinden harmanlayıvermiş. Ve şöyle demiş: “Psikolojideki anarşi burjuva kültürünün zorunlu bir özelliği olduğu gibi psikolojinin hiçbir zaman bilim olamayacağını varsayan görüş de aynı temel tavrın bir sonucudur.” Kesinlikle.

Evet, psikoloji Caudwell’in yazdıklarının üzerinden 80 yıl geçmesine rağmen hâlâ birilerini bekliyor. Belki artık Newton’unu değil. Belki Einstein’ını. Ama bunun için de yeni bir toplumsal devrimler çağı gerekiyor. Acısıyla, heyecanıyla ve umuduyla.

Tam da bu nedenle bu yazıyı, o el yazısına, hani şu geçen gün madde madde beliren o yazıya ithaf etmeden bitirmek olmazdı. Hangi el yazısına diyorsanız aslında siz de biliyorsunuz. Bir zamanlar tüm dünyada “Elveda Proletarya!” çok meşhurdu. Hatta halen de meşhur. İşte, “değişti, bitti, artık öyle değil” diyor hâlâ herkes. Onca alâmete rağmen. Ne uzun sürdü değil mi bu akıl tutulması. Ne kadar çok sardı etrafımızı, bizi, aklımızı! Sonra Cuma geldi. 14 Eylül Cuma. 2018. Ve “ben buradayım” dedi bir yazı, bir el, binlerce akıl, yürek. Gerçek, “ben buradayım” dedi.

Ne güzel.

Caudwell olsa kesin çok heyecanlanırdı.

Siz de heyecanlanın.

Haydi.

Emekçilere!

soL Portal | 16.09.2018

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder