24 Ağustos 2018 Cuma

Ben artık kendime bile uğramıyorum


İki sokak ötesinin bile Kaf Dağı'nın ardı gibi uzak ve erişilmez göründüğü günlerden birinde geçmiştim Ahmet’in dükkanının önünden. İnsan, zihninin geçip gitmesini anlamayabiliyor da bedeninin geçip gitmesini hemen anlıyor. Akıl aldanırken beden kanmıyor, kandırmıyor. Hemen belli ediyor kendisini. Sokakta, eşyalarda, mesafelerde, yüzlerde anlıyor kendisini işte. Beden, önceleri her on yılda bir, yetmişine doğru ise her yıl biraz daha uğurluyor gücünü, kuvvetini, dinçliğini.

İşte en yakın mesafelerin bile öyle uzak ve ulaşılmaz göründüğü günlerden birinde geçmiştim Ahmet’in dükkanının önünden. Söylemişlerdi. Yokuşun başında, denize bakan, havuzlu bir lokanta açmıştı. Başkalarının yanında yıllarca garsonluk yaptıktan sonra. Çok severdi beni, yıllar yıllar önceden. Sohbeti, hâl hatır sormayı ve tabii ki emek bilirliği eksik bırakmam diye. 

Camekânın önünde durmuş içeriyi seyrediyordum ki çıktı dışarı. Beni görünce yüzünde dalgalı bir aydınlık oldu. “Abi” dedi, “iki yıldır buradayız, ama hiç gelmiyorsun.” Sesinde hafif bir kırgınlık, biraz sitem ve biraz da beklenti vardı. Baktım. Hem güler gibi hem geçer gibi hem de ağlar gibi. “Ahmet, ben artık kendime bile uğramıyorum.” dedim. Sesimde hafif bir geçmişlik, biraz sitem ve biraz da veda vardı. Anladı mı? Kendi telaşından beni görebilecek durumda mıydı? Bilemiyorum. 

Elimi kaldırıp selam verdim ve eve doğru ağır ağır tırmanmaya devam ettim yokuşu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder