4 Ağustos 2016 Perşembe

Rüyalar kurmacanın şenlik alanıdır!



Beyin ilginç bir organ. Hatta bir tek beyin değil, bir bütün olarak Homo Sapiens beyni, uyku, uyanıklık ve bilinç de sıra dışı, ilginç fenomenler. Beyin ve işlevleri bir anlamda hayatın kendisi demek ve “insan gördüğü şeylerin toplamı kadar uyanık, görmediği şeylerin sonsuzluğu kadar uykuda oluyor.”[i] Yani, hayat belki de ikiye ayrılabilir; uyanıklık ve uyku olarak. Tamam, uyanık olduğumuzda da neye, ne kadar uyanık olduğumuz tartışmalı ama uyku kısmı da ayrı bir tartışma.

İşte uykudaki bir durak olarak rüya ise gerçeklikte bambaşka bir kapı açan zihinsel bir deneyim. Öyle ki rüya bazen gerçeğin yerini alabilir ya da gerçeğe gölge düşürebilir. Tıpkı bir kelebeğin rüyasında olduğu gibi: “Bir gün, Zhuang Zhou rüyasında kelebek olduğunu görür; kanatları titreyerek etrafta uçuşan, kendisinden hoşnut ve istediğini yapan bir kelebek. Kendinin Zhuang Zhou olduğunu bilmez. Birden uyanır ve işte oradadır; yekpare ve şaşmaz biçimde Zhuang Zhou’dur. Ama artık rüyasında bir kelebek olduğunu gören Zhuang Zhou mı olduğunu yoksa rüyasında Zhuang Zhou olduğunu gören bir kelebek mi olduğunu bilmemektedir.”[ii] Hangisi gerçek, hangisi rüyadır? Yani uyanık olduğumuzu düşündüğümüzdeki, o şekilde muhakeme ettiğimiz hayatımız mı gerçek yoksa uykuda içine çekildiğimiz rüyalar mı?

Hâlbuki uyku ve rüya, yemek yemek, nefes almak gibi sıradan bedensel etkinliklerdir. Ama uykudaki görsel ve işitsel bir beyin faaliyeti olan rüyalara yüzyıllardır çeşitli anlamlar atfedilmiştir. Kutsal kitaplar rüyalardaki simgeleri, olayları birer mesaj, birer haberci olarak sık sık işlenmiştir. Örneğin Talmud rüyayı bir mektuba benzetir ve yorumlanmayan her rüyanın “okunmamış bir mektup” olduğunu söyler.

Rüyalar nasıl oluşur?

Hâlbuki her ikisi de yani uyanıklık ve rüya sinir hücrelerinin elektrokimyasal birer etkinliğidir. Rüyalar uykunun “hızlı göz hareketleri (rapid eye movement - REM)” adı verilen bölümünde ortaya çıkar. Bu bölüm uykuya daldıktan yaklaşık olarak iki saat sonra başlar ve ilk REM dönemi 15 dakika kadar sürer. Bu kısa süre içinde göz kasları dışında hemen hemen tüm beden kasları bir tür felç haline geçer. Yani bedende tam bir hareketsizlik varken gözler hareket halindedir. Tıpkı bir kamera gibi beyindeki nöronal aktivitenin ortaya çıkardığı sahnelerin peşinde koşar.

Ortalama bir gece uykusu içinde REM dönemi 4-5 kez tekrarlar. Özellikle sabaha karşı REM dönemlerinin arasındaki süre kısalır. Bu nedenle daha çok sabaha karşı gördüğümüz rüyaları hatırlarız. Rüya içeriği, kısalan REM dönemlerinde birbirinin peşi sıra sürebilir. Örneğin sabaha karşı uyanır gibi olduktan hemen sonra daldığımız uykumuzda rüyaya bazen kaldığımız yerden devam edebiliriz.

Rüyalar, evet, birer elektrokimyasal etkinliktir ve bu elektrokimyasal etkinlik fiziksel olarak da ölçülebilir. Birer beyin dalgası olarak. İlginçtir ki bu ölçüm, yani rüyalar sırasında beyindeki dalgalar uyanıklığa çok benzer. Uyku sırasında beyindeki elektriksel dalgalar değişiklik gösterir; uyanıklıktaki alfa ve beta dalgalarının yerini uykuda geniş delta dalgaları alır. Bu dalgalar derin uykunun işaretidir. Rüyalar başladığında ise bedendeki tam hareketsizliğe karşın beyin uyanır: Delta dalgaları kaybolur ve uyanıklık sırasında görülen alfa, beta, gama dalgaları ortaya çıkar. Yani bir anlamda rüya sırasında beyin uyumamaktadır. Zihinsel faaliyet yeniden başlamaktadır.

Rüyalar ve psikanaliz

İşte rüyalar bir tür uyanıklık hali oldukları ve gizli bir anlam içerdikleri düşünüldüğü için antik dönemden günümüze hep ilgi odağı olmuştur. Neredeyse yüzyıllar boyunca mistik, gizemli, metafizik anlamlar atfedildikten sonra rüyalar, çok değil geçtiğimiz yüzyılın ilk günlerinde beyin işleyişinin bir parçası haline gelmiştir: Sigmund Freud psikanalizin temel metinlerinden birisi olan Düşlerin Yorumu’nu (Die Traumdeutung) Kasım 1899’da yayınlamıştır.

Freud, rüyalarla ilgili önceki metafizik ve bilimsel yaklaşımların eleştirisini yaptıktan sonra psikanalizin ilk yapıtaşlarını oluşturur bu kitapta: Rüyalar, bilinçdışının bir ifadesidir. Uyanıklıkta bastırılmış olan arzuların dile geldikleri, görsel ve işitsel malzemeye dönüştükleri yerlerden bir tanesidir rüyalar. Evet, rüyalarda bir tür mesaj vardır ama bu mesaj gizemli bir durumdan ziyade kişinin iç dünyasına aittir.

Rüyalar, bastırılmış olanın geri döndüğü yerlerdendir. Tabii ki arzular ve bastırılmış olan bir tek rüyalarla kendisini ifade etmez; sürçmeler, ağızdan çıkıveren gaflar, espriler, belli belirsiz kurmacalar (fanteziler) de bastırılmış arzuları içerir. Ama rüyalar arzuların ve bastırılmış olanın ifadesinde hemen hemen tüm zihinsel düzeneklerin kullanıldığı bir çeşitliliğe sahiptir. Bu anlamda rüyalar arzunun eşsiz bir görsel şölen alanıdır.

Rüyalar ya da rüyalardaki zihinsel işleyiş özellikleri bir tek rüyalarda kalmaz; gündüz düşleri, zihinden geçen anlık görüntüler, uçuşan sözcükler olarak da yaşanır. Daha doğrusu rüyalar bu tür uçuşan ve birbirini çağıran görüntülerden, seslerden, yaşantılardan oluşur. Bu anlamda rüya ile kurmaca ya da yaratım süreci arasında benzerlikler olduğu da kolaylıkla görülebilir. Rüyalar, bir anlamda kurmacanın en özgür panayırıdır.

Bu özgürlük nedenyle belki de anlatılar rüyalar ve düşlerle doludur. Dönüşüm’de Gregory Samsa’nın akıllara kazınan bir rüyası vardır. Binbir Gece Masalları baştan sona rüyadır. Alis, uykuya dalar ve rüyasında Harikalar Diyarı’na gider. Edgar Allan Poe ise uykunun içindeki rüyalardan çok uyku ile uyanıklık arasında kalan alandan çıkardığını söyler öykülerini.


Rüyalar ve anlatının benzerlikleri

Yazma süreci sırasında kurmacayı oluşturan kişi, yazar da bir nevi düş/rüya kurar. Böylece kişi olarak yazarın zihnindeki düşler ve fanteziler, kendisi olmaktan çıkar, okunabilir, yorumlanabilir bir malzemeye dönüşür. Yazar o belli belirsiz düşünceleri, uçuşan sözcükleri, görüntüleri okunabilir bir malzemeye dönüştürür.

Yazar oluşturmak istediği anlatı için sözcükleri seçer, ayrıştırır. Bir cümle kurarken (ama cümleyi öyle değil de böyle yazarken) ya da bir karakter yaratırken (ama karakteri öyle değil de böyle yaratırken) rüya gören kişinin sözcüklere, anlara, görüntülere, seslere yaptığının hemen hemen aynısını yapar. Seçimi, bilindışının ifadesi olarak işbaşındadır. Bir anlamda rüya ve anlatı bilinçdışının kendisini ortaya çıkardığı, kendine ifade olanağı bulduğu yerlerdir.

Rüyalarda çağrışımlar önplandadır. Örneğin uyanıkken görülen ve benzetilen bir kişi, bir olay, bir durum rüyalarda kendisine hemen o gece yer bulabilir. Ardından da çağrışımlar birbirini izleyebilir. O kişiyle önceden geçilen bir sokak, çocuklukta kalmış bir oyun, uzun zamandır uğranmamış mekânlar rüyada yeniden ortaya çıkabilir. Ama ortaya çıkarken de, ama öyle değil de böyle ortaya çıkarken de bilinçdışının metni olarak ortaya çıkar.

Şiir de çağrışımların işlenmesi açısından rüyalara benzer. Bir kişi bir başka kişiyi çağırabilir. Bir sözcük bir diğer sözcüğü. Bu nedenle olağan hayatın içinde birbiriyle ilişkisizmiş gibi görünen iki durum (örneğin yol ve aşk) tek bir durumu anlatır hale gelebilir: “Bana gelince; ben, dümdüz giderken, birden sana kıvrılan bir yol gibiyim…” (İlhan Berk). Rüyalarda bir tür gerçeküstülük vardır: Cisimlerin boyutları büyüyebilir, beden uçabilir,

[i] Hasan Ali Toptaş, Uykuların Doğusu.
[ii] Chuang Tzu, Dream of Butterfly, The Tao of Nature içinde. Penguin Books, 2010.

Çevrimdışı İstanbul, sayı 4, Ekim-Kasım-Aralık 2016, sf. 17-19.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder