5 Mayıs 2015 Salı

Güne Zizek'in "Sinik İdeoloji"siyle Başlamak

Sabah, daha az önce hastane bahçesinde servise doğru yürürken Zizek'in "sinik ideoloji" dediği insanlık hali ile karşılaştım.

Bahçeyi temizleyen iki temizlik işçisi kendi arasında konuşuyorlardı. El arabasını taşımakta olan yerleri süpürerek kendisinden uzaklaşan arkadaşına seslendi: "Bakma sen söylenenlere; AK Parti yine gidip oyları alacak; adamlar çalsalar da çarpsalar da çalışıyorlar!" Arkadaşına neredeyse bağırarak ve biraz da keyif alarak söylediği sözlerinin son kısmında göz göze geldik. Bana bakarak yarım ağız da gülmeyi eksik etmedi; ön dişlerinin bir iki tanesi dökülmüştü (ve tabii ki yerine konamamıştı) ve konuşmasında hafif bir peltekleşmeye yol açmıştı eksik dişler.

Onun muzipliğine (ve sonradan farkettiğim sinik haline) kapıldım ve "Yapma yahu!" dedim, hem sitem eder gibi yaparak hem de gülümseyerek. Hatta ellerim montumun cebindeydi ve onları çıkarmadan bedenim "Bu kadarı da olmaz!" dediğimi belli etmek istercesine zıpladı, kıvrıldı, bir şeyler oldu işte.


O ise kendi teorisinden gayet emin devam etti: "Sen yapma hocam! Başbakan, cumhurbaşkanı olsan sen götürmeyecek misin? Götür ama çalış; sen de götür! Adamlar en azından çalışıyorlar" diye bağırdı. Bu arada birbirimizden uzaklaşıyorduk. O bedeniyle, ellerinin ve kollarının serbestliğiyle (bir eliyle el arabasını tutup diğer eliyle söylediklerine sonuna kadar inanmış olmanın rahatlığıyla havada daireler çiziyordu) bana seslenmeye devam ediyordu. Ben ise sinik bir çiviye (tam batmayan ama batar gibi yapan) denk gelmiş olmanın rahatsızlığını geri dönüp yüz, göz hareketleriyle anlatmaya çalışıyordum.

"Olur mu öyle şey!" dedim yeniden. O "Sen de götürürsün" diye devam etti; nafile bir itirazın içinde debelenerek yürüyordum. "Adam şu hastanenin bile mallarını götürüyor; koca ülkeninkini mi götürmeyecek!" diye tamamladı sözünü. Ben ise biçare "Götürmeyenler de var!" dedim. Ama siniklik beni çoktan alt etmişti.

Başka şeyler söylemem lazımdı, aslında.

Sonra yolda düşünmeye devam ettim. Önce Zizek'in Sinik İdeolojisi'nin ayaklı haliyle karşılaştığımı farkedip yerde duran ufak bir taşı tekmeledim. "Biliyorlar ama yine de yapıyorlar!" diyordu Zizek, Marx'ın "Bilmiyorlar ama yapıyorlar!" sözünü tersine çevirerek. Temizlik işçisi de öylesine rahattı işte: Biliyor ama yine de yapıyordu.

Ama yürüdükçe anladım ki temizlik işçisi bir şey daha biliyordu. Çok daha köklü bir önkabüle daha dayanıyordu söyledikleri ve söylediklerinde sonuna kadar haklıydı: Ben de o makamlarda olsam ben de çalardım; çalışır, hizmet eder ama bana tanınan hakların, makamın, o pozisyonun bana sağladığı 'ayrıcalıkların' tadını çıkarırdım.

Kapitalizmde işler böyle yürürdü ve ben temizlik işçisi karşısında neredeyse şövalye ahlakıyla 'öyle olmayanlar da var' demeye çalışıyordum. Ben idealist, o gerçekçiydi; ben bir yanılsamaya hapsolmuş, o ise sinikliğiyle o yanılsamayı etkisiz hale getirmişti. Ben yine pedegojik bir çokbilmişlikle boğuşuyordum o ise nihilist bir rahatlığa yaslanıp olan bitenle neredeyse dalga geçiyordu.

Peki makam, mevki, sorumluluk her zaman ve her zaman ayrıcalık mı getirir? Bana sorarsanız bu toplumda çok zor; baştan çıkarıcı çağrılara kulak kapatmak imkansız. Daha doğrusu kapitalizmde her makam kendi ayrıcalıklarını da beraberinde taşır. İstisnasız her makam.

İyi de örneğin sosyalist bir toplumsal yapılanma, paylaşımcı bir kollektif biraradalık bu tür ayrıcalıkların önüne geçemez mi? Böylesi bir ihtimali barındırır elbette sosyalizm, sosyalist siyaset. Bu ihtimal ve alınacak tedbirler Lenin'in Devlet ve Devrim'inde, Marx'ın Gotha ve Erfurt Programı tartışmasında bulunabilir. Makam ve mevkinin yabancılaştırıcı etkisiyle nasıl başa çıkılabileceğine dair sol, sosyalist ve komünist hareketin geçmişinden bir sürü örnek çıkarılabilir: Seçilen kişi geri çağrılabilir; makama gelen kişinin maaşı bir işçi ücretini geçemez, kişiye yönelik hediyeler olamaz vb.

Ama yine de 'her makam ayrıcalıklar getirir'. Temizlik işçisi bunu, benim de aslında bildiğim ama siyasetin pragmatizmi, pedegojinin ufuksuzluğu içinde unutuverdiğim gerçeği biliyordu; rahatlığının temeli bu yalın gerçekti. Makam reddedilebilir; makamı makam yapan tüm anlamlar, tüm koordinatlar parçalanabilir; ama yine de o makama gelinirse bir gün, ufak da olsa bir ayrıcalığıyla karşılaşılır.

Üstesinden gelinemez mi? Kesinlikle gelinebilir. Ama süreklileşmiş bir  içgörüyle...
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder