16 Mart 2008 Pazar

Tüm bunlara öfke duyan herkes!

(SanatCephesi, Şubat 2008, sayı: 23)
İşin püf noktası muhalif görünebilmekte ve muhalif olarak gösterebilmekte! Sonuçta ışıltılı vitrinler çağında yaşıyoruz. Vitrinde kölelik de sergilense ışıltılı olduğu sürece özgürlük etkisini oluşturması mümkün olabiliyor. Daha güzeli, muhalif olmak iş yapıyor, satabiliyor! Hem çürümenin ortasında duracaksınız, yeri geldiğinde ırkçılık, savaş çığırtkanlığı yapacaksınız, yeri geldiğinde vergi kaçırmak için derme çatma okul binaları dikeceksiniz ve kendinden pahalı törenlerle açacaksınız, yeri geldiğinde topluma ait tesisleri gaspedeceksiniz ve hem de muhalif görünebileceksiniz. Birden çok ata oynayacaksınız! Bir gazetenizle ortalamaya sesleneceksiniz, bir gazetenizle radikallik yanılsamasını doyuracaksınız ve bir gazetenizle de her olaya yansız, eşit mesafede duran sağduyuyu temsil edeceksiniz. Cinnet hali gibi! Ama vitrin hali ve her şeye yer var orada! Önemli olan da zaten, ipleri gerer gibi görünüp o iplerle mümkün olduğunca çok başın tepesine çorap örebilmek! Büyük marifet, bu çok meziyetli medeniyet tablosunu yaşatabilmek! Bu nedenle herkese ve her şeye yer olmalı bir vitrinde; en geniş işkembeli vitrin en gelişkin vitrin olabiliyor ne de olsa! Belki de vitrin hali çöplük halinden başka bir şey değildir. Yanılsama bu; yanılmadan ne yapar insanoğlu/kızı?
Ama bir kurala döndü artık: Ne zaman yeni açılımlar gerekse vitrinde muhalif görünenler, öne çıkarılıyor ve onlar da ötüyorlar! Ötebildikleri kadar! Kimisi basar giderim diyor, kimisi bedavacılık ezberi bozulmalıdır diyor, kimisi de çok da gerçek sözlerle en doğruları dile getirebiliyor, ama sonuçta sizinle gurur duyuluyor!
Rap: Bir muhalif müzik hali mi?
Rap belirli şarkı bölümlerinin (beat) arka planda tekrarlandığı ve söyleyicinin de bu sırada sözlerle doğaçlama yaptığı bir müzik türü olarak, elbette ki yoksul Amerikan zencileri tarafından 70lerin sonu, 80lerin başında HipHop kültürünün içinde yaratıldı. Duvarlara resim yapma (graffiti), disklerdeki müzik bölümlerini plak üzerinde elle kaydırmaya dayanan DJlik, bedenin ritmin kaymalarına paralel olarak kaydığı breakdance gibi öğelerle birlikte rap, hiphop altkültürünün sesi oldu. Rap için armoniden önce, sözlerin üzerinde akıp gideceği ritm ve sözlerin kafiyeli olması önemli. Bu nedenle rap yapan kişinin aynı zamanda mikrofonu kontrolünde tutması ve aklına gelenleri kafiyeli olarak sıralayabilmesi için kendisini ritme bırakması gerekir. Bu nedenle rap yapan kişi MC (Micraphone Controller) olarak adlandırılır. Sözlerin kafiyeli ve kinayeli olması önemli olduğu için rap, bir tür çağdaş ozanlık ya da şiir söyleme sanatı olarak da görülebilir (RAP: Rhytm and Poem).
New York’un yoksul zenci mahallerinde doğması, hamurunda muhalifliğin, ters giden işlere parmak basmanın, dokundurmanın, olmayacak işlerin üstüne gitmenin yer almasını da kaçınılmaz kılmıştır. Bol kıyafetler, büyük numaralı ve bileği kavrayan basketbol ayakkabıları, huysuz bakışlar, çatılmış kaşlar ve el parmaklarıyla işaret edilen öfke de müziği tamamlayan aksesuarlar olarak birbirinden ayrılmaz bir görüntü sunar. Bu nedenle müzik eğlendirdiği, baştan çıkardığı kadar zencilerin öfkesini hem sözlerine, hem ritimlerine hem de icra edenlerinin üstüne yedirir. Öfke ise başlangıç için insanı harekete geçirebilen bir duygu iken başka duygularla beslenmediği, düşünce ve çözümlemelerle bir araya gelmediğinde ise ya uçar gider ya da duvara toslar. Rapin dünyanın dört bir yanına taşıdığı öfke de bir yandan gerçek bir yandan ise geçicidir. Gerçektir çünkü yoksulluğu, onca zenginliğin içinde anlamak öfke uyandırır! Geçici olması ise yakın bir örnek üzerinden açıklamak gerekirse arabeskin içerdiği ve dışavurmakta zorlandığı öfkesine benzetebilir: Yoksullar sindikçe, içine kapandıkça öfke kaybolur ve başka bir şeye dönüşür!
Liberalizm ise öfkeyi yeniden ve yeniden beslemektedir! Dışavuran halleri farklı farklı olsa da öfke, eşitsizliklerle birlikte dünyayı dolaşmaktadır. Dolaştığı için de rapin Türkiye’de kendisine özgün bir yer bulmasına şaşırmamak gerekiyor. Fransa’da göçmenlerin, İspanya’da ve Meksika’da yoksulların sesi olan rap Türkiye’de de öfkeyi hissedenlerde kendisini yeniden üretiyor. Çok da manidar olarak rapin Türkiye macerası da Almanya’nın zencileri, yani gurbette çalışan Türkiye kökenli işçilerin çocukları tarafından başlatıldı. 1995 yılında öfkesine isim arayan ve neden öfkelendiğini anlayamayan birçok insan için Cartel bulunmaz nimetlerden birisi oluvermişti. Onlar en alttakilerdi, onlar ezilenlerdi, onlar dışlananlardı, sömürülenlerdi, hor görülenlerdi ve öfkeleri sanki yaptıkları müziğin her bir hücresine sinmişti. Parlayıverdiler. Ancak “Sen Türksün, Almanyalı!” diye bağırırken öfkelerinin yanında katıldıkları, katılmadıkları, ne olduğunu anlamadıkları birçok mesaj da içeriye girivermişti. Örneğin Cartel üyeleri, Türkiye’ye ilk geldiklerinde kendilerini havalimanına karşılamaya gelen eli bozkurt işareti yapmış faşistleri görünce ne yapacaklarını bilememişlerdi. Almanya’da zenci olanlar İstanbul’da beyaz olmuşlardı; Almanya’da dazlaklardan kaçarken İstanbul’da bıyıklıların kucağına düşmüşlerdi. Yine de Cartel beraberinde rapi de Türkiye’ye getirmiş oldu.
İşte Cartel’in açtığı kapıdan birçok insan geçmeye çalıştı. Ama rapin vurucu olması için gerekli olan can alıcı özellikleri, yani tekrarlanan ezgiyi, ritmin vurularını ve sözlerin yakıcılığını Ceza kadar hakkını vererek yerine getiren de çıkmadı. Bu nedenle Ceza, uğraşa uğraşa şöhret basamaklarını tek tek tırmandı. Bir yandan da Ceza müzik piyasasına atlayan herkesin ulaşmak istediği bir yere (vitrine) şöhreti önemsizleştiren tavırlarıyla sert bakışlarını, çatılmış kaşlarını ve vurucu sözlerini çok da değiştirmeden geldi. Muhalif bir müziğin, muhalif duruşlu simgesi oluverdi!

Rapin Türkiyeli hali
2007, on yıllık müzik geçmişine sahip Ceza (namı diğer: elektrik teknisyeni Bilgin Özçalkan) ile daha önce tanışmayanlar için birçok fırsat sundu. 2006 sonunda Yerli Plaka albümünü yayınladı ve albüme ismini veren şarkı her yerde boy gösterdi. Albümünde Sezen Aksu’yla beraber şarkı söyledi, birçok programa davet edildi, hemen hemen tüm gazetelerde söyleşileri yer aldı. Ayrıca Türkiye ve Avrupa’da birçok kenti dolaştığı bir turneye çıktı. Sonra MTV ödüllerinde ana akımın birçok ismini (Sertab Erener, Teoman, Kenan Doğulu) geride bırakıp yılın en iyi sanatçısı ödülünü aldı. Ardından ise akıl dolu sözlerle yazdığı şarkısını Milliyet’e verdi.
Ceza’yı Türkçe rap yapan diğerlerinden ayıran en önemli özelliğini, müziğini kolaylıkla akılda kalan melodik bir yapıya dayandırması ve bu yapıya yer yer polemik yapan, atışmalardan kaçınmayan ve topluma seslenen sivri sözleri yerleştirebilmesi oluşturuyor. Melodiklik ve sözlerin dokunduruculuğu Ceza’yı Türkiye’ye tanıtan Med Cezir (2002) albümünden bu yana müziğinin en önemli yanı olmaya devam ediyor. 2004’te, postar çılgınlığı umutsuz binlerce genci önce, aşağılandıkları jüri kuyruklarına, ardından da ebeveynleriyle birlikte ekran başına kilitlediğinde olup bitenlere ironik bir yanıt vermek için albümünün ismini Rapstar koydu. Ama albüm Ceza’yı tam anlamıyla bir rap star yaptı. Ardı arkası kesilmeyen konserler, televizyon programları ve kalburüstü müzisyenlerle yapılan düetler bu dönemde başladı. Ceza yükseldi! 2006’da ise derdinin yükselmek olmadığını, tam tersine etrafındaki duvarların alçaldığını anlatmak için Yerli Plaka albümünü yayınladı. Her üç albümünde de sözleriyle savaş, şöhret düzeneğini eleştiren şarkılarını çektiği klipleri önplana çıkardı.
Ama sorun da Ceza’nın rapinin eleştirelliğinde başlıyor. Çünkü bu eleştirelliğin bağlandığı genel bir çerçeve bir türlü oluşmuyor. Belki de oluşması gerekmiyor. Ancak Milliyet’in reklamı için yazdığı “teşviklere gelince, terlemeden vurdu voleyi” ya da “içi de bir dışı da bir hortumlayan bir vampir/her bir fesat tam bir hasat ihaleyse bizdedir” sözlerinin tam da gazetenin sahibini, gazetenin yayın çizgisini anlattığını bilmemesi ihtimali de bulunmuyor. Ülkesinin müzik geleneğinde olmayan bir repertuarı kazandırmak için on yıldır kafa yorarken sıra dışı olması gereken Ceza, elinde bütüncül bir tablo olmayınca öfkesini ortalamaya teslim ediyor. Belki de tribünlere oynamak vitrinde durmanın bir diğer anlatım yolu oluyor. Toplumsal zekası olan bir kişinin ise bu zekasıyla kavradıklarını sanatına yedirmesi elbette ki sorun olmuyor ama dönüp dolaşıp kendi kalesine gol atmaktan da kurtulamıyor.
Ceza’nın çözümlemesinde olup bitenler birbiriyle ilişkili olmayan ama aynı zaman ve mekana denk gelmiş olgular olarak duruyor. Belinde silahıyla dolanan otopark mafyası, kumarda kazanmak için maç satan sporcu, teşvikleri kapanlar, iş görücüler ve iş bitiriciler, rüşvet sorunu, dinci gericilik, hortumcular, ihaleciler birbiriyle ilişkilenmeyen olgulardır. Hepsi çürümüşlük koksa da çürüdükleri yer, çürüme sebepleri belirsizdir ya da gündeme gelmez. Milliyet’in elde ettiği reklam başarısı da tam buradadır. Çürümenin toplumdan dışsallaştırılmasıdır reklamın başarısı. Kimse üstüne alınmaz ve hatta gazetesiyle birlikte bir güzel üstüne gider her şeyin. Milliyet’in rahat rahat içeriği sıra dışı olan bir reklam çekmesi “Tüm bunlara duyarlı olan insanlar, Türkiye sizinle çürüyor!” demenin bir başka halidir.
Üstelik bu çürüme para da yapmaktadır, çünkü Milliyet Ceza’nın şarkısının cep telefonlarına indirilmesinden de para kazanmaktadır. Reklamın başarısı daha fazla göze batmaktadır: Reklam, Petrol Ofisi satılırken susanlar, TÜSİAD başkanının ağzından çıkacaklara bakanlar, üniversiteler paralı olmalı tartışmaları sırasında evinde oturanlar, interneti “çok başarılı bir reklam” diye dolduranlar, Milliyet sizin sayenizde temsilcisi olduğu her şeyin muhalifiymiş gibi görünmeyi başarıyor demenin bir başka halidir.

Evin delisi olmak!
Herkesin sustuğu ve her şeyin çürümeye terk edildiği bir dönemde ise vitrinlere sığmayan bir muhalifliği taşımak ise evin delisi olmayı göze almak gibidir! “Ne gürültü yapıyorsun?” diye herkes üzerinize çullanabilir ya da bir kenarda sessizce oturduğunuzda da gerçeği değerlendirmeniz bozulabilir. Ceza için evin delisi olmanın nasıl bir anlamı vardır bilinmez ama albümlerini yayınlayan şirket ile anlaşamadığı için (ya da daha büyük bir şirkete geçmeden önce), onuncu yılında yayınladığı beş şarkılık albümünün adını Evin Delisi koydu. Yetmedi, bir de üstüne albümün internet sayfasından indirilebilmesini sağladı. Belki de vitrinde durmaktan rahatsız olmuştur! Kim bilir? Yine de Ceza’nın toplumsal zekasının değdiği doğaçlamaları dinlemek keyif veriyor. Ceza’nın söylediklerinde, olanları çözümlemesinde samimi bir yön bulunması, her şeye rağmen yine de onu muhalif kılmaya devam ediyor. Bu nedenle vitrin düzenine kafayı takanlar, tüm bunlara öfke duyanlar, Ceza repertuarınızda kendine bir yer edinmeyi çoktan hak ediyor!
web sayfası: http://www.ceza34.com/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder