Toplumsal mücadeleler için yazılmış devrimci şarkıların Fransız Devrimi’ne kadar uzanan bir geçmişi var. İnişli çıkışlı bu geçmişin içinde hemen her ülkede mutlaka ama mutlaka bir şarkı, bir marş ya da bir türkü popüler olmuş, dillere dolanmış, kulakları dolaşmış. Okullar, işyerleri, sokaklar ve meydanlar, bu mücadelelerin taşıyıcıları kadar şarkıları, türküleri ve marşları da ağırlamış.
Ancak bir çok ezgi, sesi oldukları kalabalıklar dağıldığı için unutulmaya da yüz tutmuş. Bu nedenle geçmişin tozlu raflarında acılar ve sevinçler kadar geniş bir müzikal hazine de yatıyor. Ama sanmayın ki bir zamanların bu direngen ezgileri hoş bir seda olup kaldılar şu gök kubbede. Ara sıra hünerli bir el, bir ses, bir topluluk çıkıyor ve sihirli bir dokunuşla geri çağırıyor onları.
Caz piyanisti Giovanni Mirabassi, devrimci müzikal geçmişi yeniden işleyen ender isimlerden bir tanesi. İtalyan kökenli olmasına rağmen uzun yıllardır Fransa’da yaşıyor. Alaylı bir piyanist. Çocuk yaşlardan itibaren, kendi kendisinin öğretmeni olmuş ve herhangi bir eğitim almadan öğrenmiş piyano çalmayı. Folklorik İtalyan kantatlarının yanına Fransız şansonları eklenmiş ve gittikçe yetkinleşen piyanistin parmakları zamanla Oscar Peterson, Charles Mingus, Charlie Parker, Pat Metheny, Astor Piazzolla gibi isimlere de uzanmış.
Mirabassi’nin melodik, dokunaklı ve lirik bir tarzı var. Kendisi tarzında Amerikan caz piyanistleri Bill Evans ve Keith Jarrett kadar bir başka İtalyan caz piyanisti Enrico Pieranunzi’nin de etkisi olduğunu belirtiyor. Geçmişte Chet Baker gibi isimlerle çalmış olması da hüzünlü, karanlık bir yan katmış şarkılarına.
İlk dönemlerden itibaren devrimci şarkılara özel bir ilgi duymuş Mirabassi. Bu gönül vermişlik, daha ilk solo albümünde caz piyanonun devrimci şarkılarla buluşmasını sağlamış. 2000 yılında yayınlanan ‘
Avanti!’ bir tek caz dünyasında değil, müzik camiasının genelinde çok ender rastlanabilen türden bir eser. Şili’deki Halk Cephesi’nden II. Dünya Savaşı’nın partizanlarına, Fransız devriminden Komün’e kadar uzanan geniş bir müzikal hazineyi içerdiği için.
Farklı müzisyenlerle ve kendi caz üçlüsüyle albümler kaydetmeye devam eden Mirabassi, yayınladığı albümlerde bir-iki politik şarkıya yer vermeye devam etmekle birlikte sadece devrimci şarkılara adanmış yeni bir albüm kaydetmeyi de istiyormuş. Araya giren bir düzine albüme ve giderek artan tanınırlığa rağmen o heyecan, o istek devam etmiş.
Geçtiğimiz yıl, 1 Mayıs arifesinde, uzun zamandır gitmek istediği Küba'nın yolunu tutmuş. Havana sokaklarında, Malecon’da yürümüş. Devrim Meydanı’nda kalabalıklara karışmış ve ardından piyanosunun başına oturup yeni albümünü, Adelante’yi 1 Mayıs’ta, Havana’da kaydetmeye başlamış.
Yayın tarihi Ekim 2011 olan Adelante aslında Avanti ile aynı adı taşıyor. Birisi İspanyolca’da, diğeri ise İtalyanca gibi bir dizi Güney Avrupa dilinde ‘ileri’ anlamına geliyor. Albümde yer alan parçalar, yüzyıllardır dört bir yanda süregiden toplumsal mücadelelerin zengin tarihini bir kez daha yansıtıyor.
Enternasyonal ile, yani tüm devrimci mücadelelere selam vererek açılan Adelante’de piyanist, daha önce solo piyano olarak yorumladığı Hasta Siempre’ye bir kez daha yer vermiş. Bu sefer Kübalı müzisyenler de eşlik etmiş kendisine. ‘The Partisan’ ya da orijinal Fransızca adıyla ‘La Complainte du Partisan’ (Partizanlar İçin Ağıt) ise II. Dünya savaşı sırasında Nazi işgaline karşı örgütlenen direniş hareketiyle özdeşleşmiş bir şarkı. 1960lı yıllarda Leonard Cohen tarafından da yorumlanmış ve yeniden popüler olmuştu.
‘A Luta Continua’ (Mücadele Devam Ediyor) Afrika’da bağımsızlık mücadelelerinin sembol şarkılarından. Sözleri ve bestesi Güney Afrika’daki ırkçılık karşıtı mücadelenin yine sembol isimlerinden şarkıcı Miriam Makeba ve kızkardeşine ait. Portekizce olan şarkıyı Makeba, Mozambik’in Portekiz’den bağımsızlığını kazanmasının hemen ardından 1975 yılında yazmış.
‘Le Déserteur’ (Asker Kaçağı) savaş karşıtı bir Fransız şarkısı. Sözleri, daha çok romanlarıyla bilinen ama kısacık hayatına farklı yaratıcılıkları sığdırmayı bilmiş Boris Vian’a ait. 1954 tarihli parça, Fransa’da uzun yıllar yasaklı kalmış. Bir yandan da, Fransız sömürgelerindeki savaşlara anlam veremeyen ve askerliğe gitmek istemeyen halk arasında yayılmış.
Katalan şarkıcı Lluís Llach’ın bestesi olan “La Estaca” (Istaka - Kazık), 1968’de Franco diktatörlüğüne karşı yazılmış. Uluslararası popülaritesini ise 1980li yıllarda Polonyalı Solidarność (Dayanışma) hareketine borçlu. Keza şarkı yönü, doğrultusu ve anlamı halen tartışmalara konu olan 20. yüzyılın bu son kitlesel işçi hareketinin yarı-resmi marşı olmuş.
Politik şarkılar arasında en meşhurlarından olan ‘
Lili Marleen’ sıradan bir Alman aşk şarkısı iken tarihin ironik tesadüfleri sonucunda savaş karşıtı bir şarkıya dönüşmüş. II. Dünya Savaşı’nda farklı cephelerde, farklı ülkelerin askerleri tarafından çok sevilerek dinlenen şarkı ne zaman radyoda çalınsa cephede tüm çatışmalar dururmuş ve herkes vatanındaki sevdiklerini düşünerek kısa bir süreliğine de olsa cepheden uzaklara gidermiş.
Albümde Latin Amerika’nın kızgın topraklarına ve o toprakların dinmek bilmeyen toplumsal mücadelelerine ses veren şarkılar da var. Örneğin “La Carta” (Mektup) Şilili ozan Violeta Parra’ya ait bir ağıtsal bir mücadele şarkısı. “Assentamento” askeri diktatörlük boyunca uzun yıllar sürgünde yaşamak zorunda kalan Brezilyalı ozan Chico Buarque’ye ait. Modern tangonun en önemli ismi Arjantinli Astor Piazzola’nın ‘Libertango’su, Kübalı Pablo Milanes’in ‘Yo Me Quedo’su (Kalıyorum), Venezuela’dan “Uno de Abajo” (Bir Altta) albümün Latin Amerika kısmını oluşturan diğer şarkılar.
Mirabassi’nin albüm için seçtiği İspanyol şarkısı ‘Gallo Rojo Gallo Negro’ (Kızıl Horoz, Kara Horoz) faşist Franco güçlerine karşı bir araya gelen Uluslararası Tugay’ın marşlarından bir tanesi. Avrupa’daki devrimci mücadeleler söz konusu olunca Mirabassi Fransa’ya ağırlık vermiş. Leo Férré’nin sinik burjuva dünyasına yönelik keskin dilini yansıtmak için büyük ozanın ‘Graine d'Ananar’ını (Ananar Tohumu) seçmiş. Hemen ardında yer alan ‘Le Temps du Muguet’ (Zambak Zamanı) ise Sovyetler Birliği’nin savaş sonrası Fransa’sındaki popülerliğini temsil ediyor. Zira 1959 tarihli şarkı, o dönemde farklı Avrupa dillerine aktarılan bir çok Rus şarkısından bir tanesinin, dokunaklı Moskova Geceleri'nin Fransa’da o dönem çok meşhur olan bir yorumu. ‘Le Chant de Canuts’ ise 19. yüzyılda oldukça ağır koşullarda çalışan Lyonlu ipek işçilerinin şarkısı.
Albüm yine Latin Amerika’ya uzanarak Violeta Parra’nın ‘
Gracias a la Vida’sıyla bitiyor. Hayata, tarihe ve dört bir kıtada süregiden mücadelelere teşekkür ederek. Avanti ve Adelante, mutlaka İleriye!