2 Kasım 2012 Cuma

Hassas Tarayıcılar ve Devrime Çıkmayan Kısa Yollar


Geride bıraktığımız birkaç yıl içinde karşımıza çıkan olayların neye tekabül ettiğiyle, nasıl sınıflandırılacağı ya da devrim olup olmadığıyla o kadar çok meşgul olduk ki bir süre sonra ne olduklarından çok, ne olmalarını istediklerimizle uğraşır hale geldik.

Arap Baharı devrim miydi değil miydi? Yunanistan'da Syriza'nın en yüksek oyu alan parti olmayı zorlaması iyiye mi işaretti yoksa devrimci bir durumun sönümlenmesine mi? Occupy Wall Street modern kapitalizmin bir gösterisinden, süsünden mi ibaretti yoksa kapitalist sistemin merkezinde dahi toplumsal bir uyanışın öngününde olduğumuzun mu habercisiydi? Yaşananların bağlamı ve dinamiklerinden çok bunlarla uğraştık daha çok.

Evet, sol uzun sürmüş bir kıpırtısızlığın içinde sıkışmış durumda. Ama kabul etmek lazım ki, hani teşbihte hata olmazsa eğer, bir tür derin evren tarayıcısı gibiyiz. Geçtiğimiz yüzyıldan kalma teçhizatlarımızın başına kurulmuş tarayıcılarımıza düşen en ufak kıpırtıyı bile "Kara göründü!" sevinciyle karşılıyoruz. İşte bu tetikte bekleme hali, bir aşırı yorumlamayla cızırtıları senfoni sanıyoruz.

Yakın zamanda okuduğum kitaplar da bu derin evren tarayıcısı olma durumundan etkilenmiş gibi geldi bana. Kabaran toplumsal hareketlerin etrafında dolanıyor ve tabii ki aynı girdaba, yani aşırı yorumlama hatasına ve bir türlü devrime çıkamayan kısa yollara hapsaolma tehlikesi barındırıyorlardı.

Erkin Özalp'in Marksizme dair solun içinde dahi baskın olan basmakalıp yargıları, ezberleri ele aldığı "Teorisyeniniz Devrimciydi" kitabının sonunda yazar kendisini yakın zamanlı toplumsal hareketlere dair düşüncelerini ifade etmek zorunda hissetmiş. Açıkçası yaşananlar, ortaya çıkan toplumsal çatışmalar ve hareketlenmeler yazarı kuramsal yanı oldukça zengin olan bir kitabın içine daha güncel ve kısa erimli önerilerini de eklemek zorunda bırakmış. Marksizm için özgün ve yerli (ki ne kadar da az, bu tür kitaplar) bir kaynak olan kitapta güncel göndermelerin biraz zorlama, gereksiz kalmasına rağmen bu ekleme yazar için bir zorunluktu sanırım. [Bu zorunluluk, tercih kitabın adından da anlaşılabilir: Özalp, 21. yüzyılda Marksizm ve sosyalizm mücadelesi için "devrimciliği" vurgulamayı, öne çıkarmayı tercih etmiş. Teorinin ancak devrimcilik hali içinde oluşturulabileceği söylenebilir ama yine de dil, tercih edilen kelime, temel yönelimi anlatır.]

Bir diğer hassas tarayıcılık ve kısa kestirimcilik örneği ise Foti Benlisoy'un "21. Yüzyılın İlk Devrimci Dalgası" kitabında karşıma çıktı. Türkiye'de anlatım dili yetkin, kuramsal derinliği olan ve güncele de hakim sosyalist yazar bulmak pek kolay değil. Benlisoy güncel yazılarında Marksist teoriyi, sosyalizm mücadelesinin kilit tartışmalarını güncel olaylar üzerinden canlı bir dille tartışabilen bir isim. Böylesi özellikler taşıyan bir yazarın, özellikle de aynı kuşağa mensup olduğumuz sosyalistlerin arasından çıkması bir çokları gibi beni de heyecanlandırmıştı. Ama yazar dünyanın yeni bir devrimci dalga ile karşı karşıya olduğu konusunda o kadar telaş içinde ki! Kitabına Lenin'le başlamasından belli!

Neredeyse kendisini Nisan Tezleri'nin arifesinde görmüş ve telaşla yaşananaların devrimci doğasını ispatlamaya vakfetmiş kendisini. Mısır'dan OWS'ye geniş bir olaylar toplamı üzerine yazdığı makaleleri ve söyleşilerini bir araya getirdiği kitabını devrim olasılığının ve devrim kelimesinin yeniden tedavüle girmesine odaklamış. Güzel ama kendisini yaşananların devrim olduğuna dair okuyucuyu, solu inandırmaya adaması temel sorunu atlamasına yol açmış. Ve tabii ki çözümleme ve yorumlarında güncel kapitalizmin haklı bir heyecan uyandıran debelenmesinin farklı özelliklerini ihmâl etmiş. Bile isteye kör kalmış sanki.

İşte tüm bu dönem kitaplarında ya da güncelin baskısı altında yazılan kitap bölümlerinde atlanan şöyle bir yan var: Kapitalizmin büyük ötekisi, etkisinden bir şey kaybetmiyor, toplumsal yerini daha da pekiştiriyor.

Örneğin birçok kalem Yunanistan'da Syriza'nın anlamı üzerine itişip kakıştı. Atina'ya ayak basmayanlar Syriza uzmanı kesildi. Uzmanlar ısrarla kendilerini "Syriza devrimci mi değil mi?" sorusuna sıkıştırdılar. Hâlbuki Syriza bir durum belirtisiydi: Yunanistan'daki kitlesel hoşnutsuzluğun ufkuna dair bir belirtiydi. Kitleler Syriza'yı iktidar adayı yaparken aslında taşların çok da yerinden oynamaması istediklerini anlatıyorlardı. Aynı kısırlık OWS tartışmalarında da karşımıza çıktı: OWS'nin kapitalizmi temsil eden onca sembole yönelik köklü eleştirilerinin içinde örneğin kapitalist devlet aygıtının sorgulanmaması bir belirti değil miydi?

Kitleler bugün bir altüst oluş, köklü bir değişim istemiyor. Temel mesele de bu! Örneğin kimi kanuni düzenlemelerle, aklı başında yöneticilerle, adaletin bir parça daha tecelli etmesiyle işlerin kötüye gidişinin bir parça olsun düzeltilebileceğini düşünüyor. İşte yakın zamandaki toplumsal hareketlenmeleri sorgulayan kitaplarda esas atlanan modern karşıtlıkların içinde yüzdüğü bu ideolojik habitattı.

Slovaj Zizek geçtiğimiz haftalarda yayınlanan "The Year of Dreaming Dangerously" (Tekinsiz Düşleme Yılı) bu habitatı, günümüz kapitalizminin özelliklerini anlatırken bu özelliklerle birlikte devinen karşıtlıkların düşünsel haritalamasını yapıyor. Olup bitenleri doğru bir yere oturtabilmek için aynı yıl içinde Tahrir Meydanı'ndan Zuccoti Parkı'na kitleleri harekete geçiren özgürlükçü düşlerin ve Macaristan'dan Brevik'e uzanan karanlık ırkçı düşlerin günümüz kapitalizminin merkezinde duran uzlaşmaz çelişki ile ilişkili olduğunu göstermeye çalışıyor. Çünkü egemen ideoloji çok kısa sürede yaşanan olayların içeriklerini etkisiz hale getirdi. Bu nedenle anlaşılmaları büyük önem taşıyor.

Temel soru ortada dolaşmakla birlikte bir türlü açık ve net formüle edilemedi sanırım: Tüm bu hoşnutsuzluklar, egemen ideoloji tarafından sindirilebilecek, yutulabilecek, içerilebilecek ufuklara mı sahipler? Günümüz kapitalizmine içkin olan çatışmalar, antagonizmalar, çelişkiler uzlaşmaz nitelikte midir? Kapitalizmin büyük ötekisi hala ikna edebilirliğinin sürdürüyor mu?

Hani ortada neredeyse bilinçli olduğu düşünülebilecek bir körlük var: Arap halkları için baharın kışa dönme dinamiklerini, Syriza başarısının kitlelerdeki isteksizliği görmek istemediler. İşte bu ideolojik körlüğün içinde elbette ki psikolojik bir yan da bulunuyor. İşte bu psikolojik yan ise aşırı hassas tarayıcıdan, devrim hasretinden ve on yıllardır devam eden "başarısızlığın" getirdiği özgüvensizlikten kaynaklanıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder