Mâlum, Karadeniz artık doğal çevrenin yağmalanması ve buna karşı çıkanların direnişleriyle anılır hale geldi. Yüzlerce hidroelektirik santrali, kentleri denizden koparan bir otoban, termik santraller ve nükleer santralle atağa geçen bir yatırımcı, girişimci toplamı karşısında doğa ve insan ses veriyor. Ama yetmiyor. Her yağmurda Karadeniz'in herhangi bir yerinde bir sel, bir heyelan oluyor. Konutlarda, sulara kapılan araçlarda insanlar can veriyor. Yani, Karadeniz'in hemen hemen her kilometresinde doğaya acımasızca inen bir kazma ve o kazmaya doğanın verdiği yanıtlar var artık.
Felaketler ve direnişler bir arada yaşıyor. Karadeniz'de gözü kârdan başka bir şey görmeyen sermaye yok sadece. Bireysel, topluca, köylüce ve şehirlice direnişler de var Karadeniz'de. Bunlar arasında en çok bilinenlerinden bir tanesi Gerze direnişi. Anadolu Grubu (Efes Pilsen, McDonalds, Faber Castel vb. üreten sermaye grubu) uzunca zamandır Gerze'nin Yaykıl Köyü'ne bir termik santral kondurmak için uğraşıyor. Köylüler ve Gerzeliler ise yaşam alanlarının, evlerinin, mezarlıklarının, ağaçlarının, çayırlarının elden çıkmaması için direniyor.
Şirketin termik santrali kondurmak istediği alan Gerze'nin hemen dibinde ve Sinop'un tam karşısında yer alıyor. Yaykıl köyünün tarla, otlak ve orman arazilerinin önemlice bir bölümünü kaplıyor. Bu nedenle çimenler, köpekler, ağaçlar, yapraklar, balıklar ve bulutlar dahil tüm yerleşimciler direniyor. Kadınlar, çocuklar, babalar, dayılar, nineler, hacı amcalar direniyor. Okul direniyor, traktör direniyor, yosun tutmuş taşlar direniyor. Bir çadır kurulmuş çayırın yukarısına, o çadır günün her saati direniyor.
Anadolu Grubu'nun taşeron sondaj aleti 5 Eylül 2011 günü işte bu direnişten korkarak gizlice köye girmeye çalıştı. Çevre Etki Değerlendirmesi Raporu için topraktan numune alacaklardı. Fallik bir simge olan sondaj aletini, toprak anaya saplayacaktı. Ama Yaykıl köylüleri, Gerzeliler izin vermediler bu mütecaviz girişime. Gaz bombasına, kolluk kuvvetlerinin bastırıp kaktırmalarına, biber gazına, tehditlere, küfürlere direndiler.
İşte bu meydan muharebesinin yıldönümünde Sinop Nâzım Kültürevi'nde bir etkinlik düzenlendi. Kültürevi'nin aylık edebiyat saatini çevre direnişleri ve edebiyat arasındaki ilişkiye ayrıldı. Türkiye'deki çevre direnişlerinden esinlenilmiş öyküler bulmak ve okumak umuduyla.
Ama olmadı. Yani çevre direnişleri, olayları, felaketlerinden esinlenilmiş öyküler bulamadık. Öykü değeri taşıyacak bir çok gazete ve dergi yazısı bulduk ama kurmaca öykü bulamadık. Sanırım roman da yok. Ayrıca bu tür direnişlere atfen yazılmış şiirler de bulunmuyor. Yani şu yanan çayırların küllerinin edebiyat dünyasına düştüğünü söylemek pek mümkün görünmüyor.
Çevre direnişlerinin işleyen sanatsal üretimler arasında belgesel filmler, şarkılar ve yöresel eylem ezgileri (bknz. Gerze Halk Direniş Korosu) açık farkla öne çıkıyor. Belgesel filmler hem süreci yani doğanın talan edilmesini işliyor, hem direnişlere ses veriyor hem de bir belgeleme niteliği de taşıyor.
Peki, çevre direnişleri edebiyatta neden yankısını bulamıyor? Kendi aramızdaki tartışmalardan çıkardığımız olası nedenler şunlar oldu.
- Birincisi, edebiyat, yazınsal malzeme olarak siyasallaşmamış, sosyolojik olgu olarak kalmış direnişleri tercih ediyor. Bu anlamda antagonizmanın kendisini açık ve net olarak tarif ettiği yerleri değil karşı karşıya gelişin, direnişin örtük kaldığı mecraları tercih ediyor.
- Karşı karşıya gelişin açık ve net olduğu yerlerde kendisine yer bulmakta zorluk çekiyor. Ama örneğin kentsel dönüşüm çerçevesinde dağılan bir mahallenin direniş öyküsünü değil de söz konusu dönüşümün tek tek hayatlarda yarattığı dolaylı izleri anlatabiliyor.
- Edebiyat, siyasalın belirleyici olduğu yerde kendisine estetik malzeme bulamıyor.
- Piyasalaşmanın bir sonucu da edebiyata konu sınırlamasının getirilmiş olmasıdır. Konu sınırlaması doğrudan ve dolaylı olarak işliyor. Edebiyat piyasalaşma nedeniyle konu tekleşmesine hapsoluyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder