22 Ağustos 2014 Cuma

Sinop'suz

Ah aklım, sen şimdi burada kal.

Yalı Kahvesi'nde bir çay iç. Martılar geçsin başının üstünden ve hatta kış olsun, bir kuğu ailesi göç etsin, önünde uzanan limana kuzeyden. Onlar uzanırken simidine sen kalk git Zeyden'de kahvaltını tamamla. Biraz bal, biraz kaymak ve bolca insanlık.

Sonra surlara daya sırtını ve selam ver, gelip geçene. Az ilerideki balık tezgahlarını yokla. Çarpan, karagöz, iskiri var mı, bir bak. Kalmadıysa dertlenme. Ellerin ceplerinde bir türkü tuttur ve ağır aksak yürü Aşıklar'a. Selam ver mendireğe, Saray'a ve Hey Yavrum Hey'e. Gel De İçme'nin kapısı kilitli mi yine, bir kontrol et.

Rengarenk teknelerin arasından geç. Hemen köşede aklı karışmış iki kardeş bekliyordur seni; onlar kendi kendilerine konuşurken tokalaş ve bir eyvallah çekip yol ver teknelere limandan. Bırak, dolaşsınlar Ada'nın etrafını ve izin verirse karayel, uzansınlar Hamsilos'a, fiyortlara. Çöz iplerini sahipsiz takaların, süzülsünler Antik'e doğru. Bangır bangır çalınsın şarkılar, kırılsın gerdanlar, atılsın göbekler güvertede. Ve kocaman gövdesiyle bir gemi yanaştıysa rıhtıma, hoş geldiniz demeyi ihmal etme, şaşkın ve tedirgin turistlere.

Bir nefes al, MeliaKasım'ın önünde. Çek bir sandalye, otur Mavi Esinti'de. Sönmez Fırın'ından yeni çıkmıştır simit. Kolunda sepetiyle bağıra çığıra getirir şimdi aklı bir karış havadaki çocuk. Sıcak sıcak. Hani olur da sokulurlarsa yanına, martılarla da paylaşırsın, unutma.

Dinlenince doğru salıncaklara, Sedef'in ilk çocukluğunu sallamaya. Kaydırakta bırak ilk kahkahalarını ve mutlaka sıkı tut tahterevallide incecik kolları.

Manço'lu rengarenk parkın hemen arkasında Karainci. Sıcak bir kahve ve belki de kapalı pide. Hatta neden fajita olmasın. Deniz ise Çin Böreği sever, unutma. Şüphesiz, elbet bir tanıdık vardır terasta. Sigaran yoksa yanında, hemen uzatırlar, al yak bir tane.

Konservatuvarın önünden Teyze'nin Yeri'ne uzan. El sallayacak ve gülümseyeceklerdir sana mantı yuvarladıkları tezgahtan. Minik elleriyle bir kız çocuğu görünecektir aralarından. Kaç kez katılmıştı, O da mantılar açmaya. Ağlama e mi! Tut kendini.

Karşıda Sakız Dondurma, rengarenk çiçekler donatılır külahlara. Böylesini bulamayacaksın, unutma. Ve boşuna para uzatma, senden almayacaktır abisi. Görüşmek üzere de ve ayrıl.

Yelkenli talimlerinin arasına dal hemen orada. Bir acemilik ki senin üzerinde, bak bacaksızlar nasıl da gülecekler sana. Kulaçla denizi ve Rıza Nur Kütüphanesi'nin taşlarına tutunup çek kendini kıyıya. Uzaktan iki uzman abin el sallayacaktır. Selamlarını al ve bas gaza, doğru Karakum'a.

Bir sevemedin oraları ama Romantik'in yanından yürü, kinizmin binyıllık tortusunu arayan bakışlarınla. Ada'nın etrafını dolan. Kayalıkların en ucuna çık bakalım, önceki günlerin fırtınalarında parçalanmış gemiler var mı? Varsa hatırlat onlara, helesayı bekleyecekler, aç ve bitap.

Yol kenarlarına çekilmiş bagaj sohbetlerinin rehavetine, keyfine imren imrenmesine ama uzatırlarsa iki tek, hiç durma sen de at. Ve dinmeyen rüzgârların eğdirdiği çamların arasından şehre giriş yap yeniden. Okullar Caddesi'nden sallanırken aşağıya, Mekteb-i Rüştiye'de asılı kalmış kara tahtaya selam ver.

Şehrin nisyan ile malul izlerinin peşine düş. Bir kaç çeşmenin, bir kaç yazıtın ve yarısına kadar gömülü bir kaç sütunun. Geçmişin sokaklarda süzülen tek tük hayaletlerini topla ve Sinopale'e yetiştir. Sergisinin adı "Kayıp Zamanın İzinde" olsun. Köşebaşlarına sıkışıp kalmış hayaletler, çeşmeler ve anlar olsun içinde.

Pervane Medresesi'nde değil de Ulu Cami'nin avlusunda saklan az biraz. Yüksek duvarları örtecektir. Kuşlar konacaktır selvilere. Kocaman bir gökyüzü altında şarkılarını mırıldan. Ama sakın geç kalma, Nazım'a. O güzelim, şirin kültürevine. Dostluğa, arkadaşlığa, yoldaşlığa geç kalma. Bak bakalım, çay demlenmiş mi, camlar buğulanmış mı? İçerisi tıklım tıklımdır. Dal sen de koyu muhabbetin içine. Dinle, dinlen, ince belli çay bardağından yükselen buharın içinde kaybol git onlarla. Ve ayrılırken ağlama.

Sonra bir parçanı Bektaşağa'ya gönder. Bırak dolansın kırlarda, ormanda. Göletin üzerinde yürüsün ve dönüp huzurun verandasına ilişsin. Bir parçanı ise Sakarya Caddesi'ne bırak. Dolansın kaldırımlarda. Bir fıçı bulsun kendine ve yetinsin kendi gölgesiyle, Diyojen misali. Islansın soluksuz yağmurlarda. Radardan kalma köpeklerle ahbap olsun ve hemen meydanın orada kıpırtısız durup telaşlı insanları izlesin. Koşuşturmacayı, hayatı, geleni ve de gitmekte olanı...

Tersaneye dönmeden önce mutlaka Sabahattin Ali'ye uğra. Burçlardan aşağıya sark ve bak duvarları yalayan deli dalgalara. Ve vazgeçme araştırmaktan, Mustafa Suphi'nin kaldığı Taş Han'ın yerini. Ve bir de gönül verdiği genç kızın torunlarını.

Sonra gel otur yeniden Yalı kahvesi'ne. Çay söyle kendine, bana, bize, gökyüzünü dolduran bulutlara, ışıkların dans ettiği denize. Öylece düşle geçmiş günlerimizi. Dal, git...

Velhasıl aklım, ben, biz Sinop'suz kalmışken, sen Sinop'lu kal.

Hoşça kal.

[Fotoğraf Ahmet Tolga Tek tarafından Nisan 2007'de çekilmiş]