Itamar Borochov ve geride bırakılabilenlere ağıt
Ortada Ortadoğu diye bir yer kalmamışken biz yanık
ezgilerini, ya da onların makyajlanmış hallerini, Brooklyn'li
müzisyenlerin çıktığı jazz clublarda mı bulacağız? Buna kimin hakki
vardı ki? İsim isim hayatını kaybeden insanların müziklerinden yeni bir
ağıt piyasası oluşuyor (farkında mısın?) Bu bir isyan müziği değil,
kavgacı bir müzik değil,toprağını geri isteyen bir müzik hiç değil.
İbrahim Maalouf'u dinledim yolda. Ümmü Gülsüm'e
adadığı albümü. Elbette ki öncelikle soyadı çekti, merak ettik,
Semerkand'ı hatırladık da öyle dinledik, biliyorum. Ama acı vermeye
başladı bu müzikler.
Tanıdık bir müzik evet, ailemiz gibi geliyor bize, beğeniyoruz, türkü
tutturur gibi dolanıyor hatta dilimize. Ama bu müzikler sadece geride
bırakılana, geride bırakabilenlerin yaktığı bir ağıt. O da en fazla.
Geride bırakamayanlar, düşenler, Palmyra'nin arkeologu, onların hesabini
sormuyor bu müzikler. İste o yüzden canımı acıtıyor artık dinlemek.
Jazz da değil o yüzden. Ya da belki artık jazz da o değil. Hani hep
denir ya bize yeni bir şarkı gerek diye. İşte o, o klişe bir cümle
değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder