Althusser’i severim. Ne zaman aklımızı tam da on ikiden vuran görsel bir iş dolaşıma girse hemen ona başvururum. Yazıp çizdiklerinin siyasete tedavülü zor olsa da toplumsal halleri, tutulmaları, histeriyi anlamak açısından bir farklı olduğunu düşünürüm.
Althusser hep tetiktedir, hatta biraz fazla tetiktedir. İşte bu tetikte olma hallerinden birisinde çok önemli bir söz söyler Althusser: “Modern dünyada hemen her şeyin, özellikle de babası belli olmayan doğumların önlemi çok önceden alınmıştır,” der. Doğum, dünyaya gelme kurumsallaşmıştır. Öyle sürprizlere, beklenmedik gebeliklere, sarsıcı doğumlara yer yoktur. Ayrıca babasız evlatlara, dünyaya gelmenin bedeli de ağır ödetilir: Ya ehlîleştirilirler ya da hemen önemsizleştirilirler.
Modern dünya babasızlığa ve babanın yasasının çiğnenmesine katlanamaz.
Lafı Athena’ya getireceğim. Son yayınladıkları klibe.
Diyeceksiniz ki ne lakası var? Althusser’le, kafasına göre takılıp giden ve babanın yasasını (örneğin cinsiyet sınırları) başkalarına göre pek bedel ödemeden çiğneme lüksünü ellerinde tutan müzisyenlerin ne alakası var? Ama dedim ya görsellik, görsel tutulma Althusser’i çağırıyor.
Ses Etme, yani şarkının kendisi değil ama şarkı için çekilen klip çok ses getirdi. Cesur bulundu. Özellikle bizim cenaha, süregiden tüm bu hödüklüğün içinde ilaç gibi geldi. Yine de tartışmalar aldı başını gitti. Hatta bazıları dedi ki “Ne yani, şöyle ağız tadıyla keyiflenmek yasak mı bize? Her şeye bir kulp takmak zorunda mıyız ya!”
Solist Gökhan’ın ana akım medyadaki yeri, dergâhseverliği çok tartışıldı. Ayrıca klip her işiyle ses getirmeye yeminli bir yönetmene emanet edilmişti: Daha önce de çocukları metalaştıran bir reklam çekmişti ve o reklam da çok tartışılmıştı. Diğer yandan klip trans kültürünü de basmakalıp simgelerin içine sıkıştırmıştı. Queer tavrı bu simgelere zaten sığmazdı ki; falan filan.
Zaten şarkı, klip çalıntıydı tartışmalarına ise burada girmiyorum. Başka bir şey olduğunu düşümdüm klibi izleyince! Ne Koton reklamı, ne dervişlik, ne çalıntı olması söylentileri ne de Acun Medya bağlantıları. Bana sorarsanız mesele, ana mesele oralarda değildi!
Modern dünyada babasız doğumlara yer yok demişti ya Althusser. Bu tedbirliliği modern dünyanın başka alanlarına da uzatabiliriz. Genel çerçeveyi bozacak her şey için önceden tedbir alınmıştır günümüz dünyasında. Protest, aykırı, isyankâr işler de dahil olmak üzere.
Hâlbuki isyankârlık, aykırılık, protesto, egemen olanın aksadığı bir an, bir moment gibidir. Ansızın bir infilak, beklenmedik bir doğum habercisi gibidir.
Potesto, isyan aynı zamanda ödipal sahnenin yeniden yaşantılanması gibidir: Tehdit edici babaya karşı koyma, onun yasasına karşı gelmedir. Babanın, sınırlayan gücünden kurtulma, özgürleşme arayışıdır. Diğer yandan babayla uğraşmanın tek yolu da değildir. Babanın yasasıyla ilişkilenmenin farklı konumları da bulunmaktadır.
Bir tanesi babanın yasasına tabi olmaktır. Babanın yasasıyla hiçbir uğrakta uğraşmayanlar, kastrasyonu peşinen kabul edenler ve ödipal sahnede babanın tüm güçlülüğünü derhal kabul edenler burada yer alır. Devlet, düzen, nizam düşkünlüğü buradadır. Babaya, düzene yönelen her tür protestonun, her girişimin karşısında yer alırlar.
İkincisi protesto ile yakından ilişkilidir ve babanın yasasını hiçbir zaman tanımayanlar burada yer alır. Babadan her ne gelirse buna karşı çıkmaya, yakmaya, yıkmaya, hatta ödipal sahneyi ortadan kaldırmak için kendilerini de ortadan kaldırmaya yeminli gibidirler. Bunlar iflah olmaz muhaliflerdir; hiçbir teori, hiçbir siyaset, hiçbir uğrak onları kesmez; süreklileşmiş bir protesto hali içindedirler.
Üçüncüsü babanın yasasının histerik bir an, uğrak olduğunu görüp hem babanın gücünü hem de kendi sınırlarını kavrayanlardır. Açıkçası bu konumun siyasala tercümesi istisnaidir ama sonuçları tam da modern dünyanın istemediği türdedir: Sürüp gitmekte olanı sarsaracak, değiştirecek olan, devrimci olan buradan çıkar ve çıkarsa da önünde durmak mümkün değildir. Etkisi er ya da geç kabul edilir ve baba, ödipal sahne, babanın yasası, isyan ve biat, her şey değişir.
Tüm bunların ardında bir konum daha var ki siyaseten uğraşılması en güç olanıdır; çünkü buradakiler ödipal sahneden feragat etmiş gibidirler. “Yok baba; ben hiç almayayım!” modundadırlar. Banal olan ne varsa ondan uzakta yaşamanın yolunu ararlar; kravat takmazlar, nikahlanmazlar, kâh tasavvufun kâh teorinin içine dalarlar, sürekli uçarlar ve kimseyi iplemezler. Adam olmak istemezler. Ancak feragatten ziyade babanın yasasının genişliğini gönüllerince değerlendirmektedirler. İmkanları gönüllerince değerlendirmektedirler.
Bu konum en çok ikinci konumdakileri yani süreklileşmiş bir protesto arayışındakileri ayartır. İplemez tavırları müzmin muhalifleri baştan çıkartır. Ama bir de bakılır ki iş işten geçivermiş: Bu kimseyi takmayan ağabeyler, ablalar, arkalarında bıraktıkları enkaza hiç bakmadan eninde sonunda babanın yanında yer alırlar ve protesto arayışındaki herkesi babanın hanesine yazdırırlar.
Athena ya da yönetmen, her kimse, bizi, solu işte tam da bu konumdan tongaya düşürdü: yaptıkları iş egemen olanı o kadar “iplemez” tonundaydı ki onca yoksulluğun ortasında bir ışık gibi parladı. Ve tam da geçen hafta anlatmaya çalıştığım gibi gözlerimizi başka hiçbir şey göremez hale getirdi. Gözleri kamaşan herkesi de babanın hanesine yazdırdı.
Klip, cinsiyet belalarının günümüz Türkiye topluma tuttuğu aynayı, o beklenmedik doğum olma durumunu, edepsizliğin düzen için tam da esastan tehdit edici olabileceği anı kırdı. Queer kültürünün içerdiği olası tüm bozuculuğu babanın hanesine yazdı. Nasıl mı?
Modern dünyada babasız doğumlara yer yok demişti ya Althusser. Bu tedbirliliği modern dünyanın başka alanlarına da uzatabiliriz. Genel çerçeveyi bozacak her şey için önceden tedbir alınmıştır günümüz dünyasında. Protest, aykırı, isyankâr işler de dahil olmak üzere.
Hâlbuki isyankârlık, aykırılık, protesto, egemen olanın aksadığı bir an, bir moment gibidir. Ansızın bir infilak, beklenmedik bir doğum habercisi gibidir.
Potesto, isyan aynı zamanda ödipal sahnenin yeniden yaşantılanması gibidir: Tehdit edici babaya karşı koyma, onun yasasına karşı gelmedir. Babanın, sınırlayan gücünden kurtulma, özgürleşme arayışıdır. Diğer yandan babayla uğraşmanın tek yolu da değildir. Babanın yasasıyla ilişkilenmenin farklı konumları da bulunmaktadır.
Bir tanesi babanın yasasına tabi olmaktır. Babanın yasasıyla hiçbir uğrakta uğraşmayanlar, kastrasyonu peşinen kabul edenler ve ödipal sahnede babanın tüm güçlülüğünü derhal kabul edenler burada yer alır. Devlet, düzen, nizam düşkünlüğü buradadır. Babaya, düzene yönelen her tür protestonun, her girişimin karşısında yer alırlar.
İkincisi protesto ile yakından ilişkilidir ve babanın yasasını hiçbir zaman tanımayanlar burada yer alır. Babadan her ne gelirse buna karşı çıkmaya, yakmaya, yıkmaya, hatta ödipal sahneyi ortadan kaldırmak için kendilerini de ortadan kaldırmaya yeminli gibidirler. Bunlar iflah olmaz muhaliflerdir; hiçbir teori, hiçbir siyaset, hiçbir uğrak onları kesmez; süreklileşmiş bir protesto hali içindedirler.
Üçüncüsü babanın yasasının histerik bir an, uğrak olduğunu görüp hem babanın gücünü hem de kendi sınırlarını kavrayanlardır. Açıkçası bu konumun siyasala tercümesi istisnaidir ama sonuçları tam da modern dünyanın istemediği türdedir: Sürüp gitmekte olanı sarsaracak, değiştirecek olan, devrimci olan buradan çıkar ve çıkarsa da önünde durmak mümkün değildir. Etkisi er ya da geç kabul edilir ve baba, ödipal sahne, babanın yasası, isyan ve biat, her şey değişir.
Tüm bunların ardında bir konum daha var ki siyaseten uğraşılması en güç olanıdır; çünkü buradakiler ödipal sahneden feragat etmiş gibidirler. “Yok baba; ben hiç almayayım!” modundadırlar. Banal olan ne varsa ondan uzakta yaşamanın yolunu ararlar; kravat takmazlar, nikahlanmazlar, kâh tasavvufun kâh teorinin içine dalarlar, sürekli uçarlar ve kimseyi iplemezler. Adam olmak istemezler. Ancak feragatten ziyade babanın yasasının genişliğini gönüllerince değerlendirmektedirler. İmkanları gönüllerince değerlendirmektedirler.
Bu konum en çok ikinci konumdakileri yani süreklileşmiş bir protesto arayışındakileri ayartır. İplemez tavırları müzmin muhalifleri baştan çıkartır. Ama bir de bakılır ki iş işten geçivermiş: Bu kimseyi takmayan ağabeyler, ablalar, arkalarında bıraktıkları enkaza hiç bakmadan eninde sonunda babanın yanında yer alırlar ve protesto arayışındaki herkesi babanın hanesine yazdırırlar.
Athena ya da yönetmen, her kimse, bizi, solu işte tam da bu konumdan tongaya düşürdü: yaptıkları iş egemen olanı o kadar “iplemez” tonundaydı ki onca yoksulluğun ortasında bir ışık gibi parladı. Ve tam da geçen hafta anlatmaya çalıştığım gibi gözlerimizi başka hiçbir şey göremez hale getirdi. Gözleri kamaşan herkesi de babanın hanesine yazdırdı.
Klip, cinsiyet belalarının günümüz Türkiye topluma tuttuğu aynayı, o beklenmedik doğum olma durumunu, edepsizliğin düzen için tam da esastan tehdit edici olabileceği anı kırdı. Queer kültürünün içerdiği olası tüm bozuculuğu babanın hanesine yazdı. Nasıl mı?
Klibin tamamını bir kenara koydum; klipteki hikayenin sonuna bakmak dahi yeterli: klibin sonunda baba trans kadının onca dayaktan sonra başını yasladığı cefakar, anlayışlı anne, teyze olarak karşımıza dikilmektedir. Böylece queer kültürünün tam da gözümüzü açtığı yer kararmakta ve egemenin kendisini kurduğu yer (aile) yeniden kurulmaktadır.
Athena ya da yönetmen, bizi özgürleştirirken köleleştirmeyi başarmaktadır. Ve bunu da gayet profesyonelce yapmaktadır.
Ne diyelim!
Geçmiş olsun. Çok beğendiyseniz ses etmeyin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder