Ernesto Laclau hemen hemen tüm kuramsal ve poltik arayışının altında özcülükten (essentialism) kurtulmak, uzak durmak yattığını belirtir. Buna göre "klasik Marksizmin" içinde belirlenimci (fazla indirgemeci) bir yan vardır ve bu baskın yan siyasal çözümlemenin, kuramsal kavrayışın derinleşmesine engel olmaktadır. Örneğin "sınıf, sınıf mücadelesi, kâr oranlarının azalması eğilimi" gibi tanımlamalar soyutlamanın çok daha erken bir aşamasında, çok da yüzeyde devreye girmekte, özün yerini almakta ve derinleşmeye olanak tanımamaktadır. İşte bu sınıf özcülüğe ve tarihsel belirlenimciliğe saplanmamak, o habitata dalmamak ve toplumsal değişimin güncel, yenilenmiş dinamiklerini ortaya çıkarabilmek için psikanaliz teorisine, söylem analizine ve dilbilime yönelir.
Ancak bu yönelişte Marksizmin bazı temel özelliklerden uzaklaştıkları birbirinden oldukça farklı yaklaşımlarda dile getirilmiştir (Çulhaoğlu 1998; Madra 2008).
Laclau'nun temel tezi aslında çok yalındır: nesneler "söylemsel bağlam" dışında oluşa sahip değildir, yalnızca varlığa sahiptir. Nesnelerin oluşları konusundaki hakikat ancak kuramsal ve söylemsel bağlam içinde kurulabilir, her türlü bağlam dışında kalan bir hakikat fikri anlamsızdır (Laclau ve Mouffe 1987). Aslında Laclau'nun Lacancı psikanalizden geldiği analistin o ünlü sözü hatırlanacak olursa kolaylıkla görülebilir: Cinsellik yoktur! Benzer biçimde siyasal söylemin dışında sınıf, sınıf mücadelesi de yoktur.
Mesele dönüp dolaşıp "özne, toplumsal varoluş ve bilinç" meselesine, Marx'ın 1856'da Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı'nın Önsözü'ne yazdığı o meşhur cümleye gelip dayanmaktadır: İnsanların varlığını belirleyen bilinçleri değildir, tam tersine bilinçlerini belirleyen toplumsal varlıklarıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder