Kötü günlerden kaçmıyoruz; aşağılanmaktan, aldanmaktan, aldanmaya gönüllü olmaktan kaçmıyoruz. Her gün yeni küçük yersarsıntıları, her gün yeni küçük enkazlar, her gün yeni küçük cehennemler yaşamaktan kaçmıyoruz ama kıyıda olduğumuzu bilmekten, bunu kabul etmekten kaçıyoruz.
Hepimiz o kıyıdayız. Kıyıda olduğumuzu bilip bilmezlikten gelerek kıyıdayız.
Ve gidecek yerimiz varmış gibi kaçıyoruz. Kaçtığımızı sanıyoruz.
Kaçtığımızı sanırken nakaratlarla idare ediyoruz.
Şarkının kendisini söylemekten, yazmaktan, çalmaktan, şarkının kendisi olmaktan kaçıp nakaratlarla idare ediyoruz.
Nakaratlarla avunuyoruz.
Şöyle azıcık uzaklaşıp kendimize, kendi cehennemlerimize biraz uzaktan bakınca ‘börek’ nakarattır örneğin. ‘Şemsiye’ nakarattır. Kıyıda olduğumuzu bilip bilmezliğe sığınmak yanında ‘oy, baraj, falan filan’ nakarattır.
Üç, dört, yedi, on, yirmi, otuz, kırk yıllık hayatlarıyla birileri odunlukta, ırmakta, denizde, kendi yıkıntılarında, kendi cehennemlerinde göçüp gidiyorlarken ‘bakanlık, hükümet’ nakarattır.
Ayak oyunlarına bel bağlamak nakarattır.
Başkanlara, vekillere, makamlara bel bağlamak nakarattır.
“Şuradan yirmi-otuz vekil çıksa da…” diye beklemek, bir daha ve bir daha bekleyişlere dalmak nakarattır.
“Hükümete katılmak yapılacak en akıllı iştir; çünkü hiç olmazsa seni tanımayan, seni farklı tanıyan insanlarla bir temas şansın olur!” demek nakarattır.
“Hiç olmazsa…” ya da “en azından…” nakarattır.
“Elim kırılsaydı…” nakarattır.
“O sebeple değil de bu sebeple ayrıldık; oradan, buradan, şuradan…” demek nakarattır.
Bilmem kaç kez rengini, cismini, enini, boyunu belli eden partilerden tekrar tekrar umutlanmak nakarattır.
Oy’dan umutlanmak nakarattır.
Örgütlü olan her şeyi hakir görmek, kaba bulmak nakarattır.
Örgütsüzlüğe övgü nakarattır.
Bu yazı da bir yerden sonra nakarattır.
Nakarat kıyıda, hem de o kıyıda olduğumuzu bilmekten kaçıştır.
Kıyıdayız ve…
Ya buradan kendi ortak dünyamıza yürüyeceğiz…
Ya da tek başımıza, yeniden ve de yeniden o kıyıya vuracağız.
Ne yazık ki…
Ne yazık ki…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder