Bu durumda “savaş olarak gördüğümüz savaş hali ile savaş olarak görmediğimiz kesintisiz savaş halini birbirinden ne ayırmaktadır?” diye sorabiliriz? Örneğin çalıştığınız işyerinde çadırda yanarak, ipi kopan asansörde düşerek, ya da ağırlık yapmak üzere konduğunuz botta boğularak ölmek savaş değil midir? Ya Soma, Roboski, Tuzla ve Gezi direnişi için ne demeli? Trafikteki ölümler ise istatistiktir ama savaş değildir! Öyle mi?
Halbuki savaşlar her şeyden önce istatistiktir, rakamlardır. Hatta bazılarına göre rakam olabilmek şanstır! Bir de geriye kalanlar vardır. Şansız olanlar ise bu durumda işte onlardır.
Zaten savaşlar, bir tek öldürmekle kalmaz. İstatistiksel açıdan daha kıymetsiz sonuçları da vardır savaşların: Göç edenler, göç etmek zorunda kalanlar, yeri değiştirilenler, sürülenler, sarsılanlar, acılar içinde kalanlar gibi.
Ama savaşlar geriye bir tek istatistik bırakmaz; bitmeyen tedirginlikler, dinmeyen delilikler, aylar, yıllar sonra bile yankılanmaya devam eder sesler, haykırışlar, kabuslar da bırakır. Savaşlar, geriye kalanların bedenlerini belki ama, ruhlarını mutlaka yaralar.
İlginçtir bu tür yaralar psikiyatride ancak ve ancak 1980li yıllarda tartışılmaya başlanmıştır. Vietnam savaşının Vietnam’da değil de Amerikan toplumunda açtığı yaralardan sonra. Sonrasında ise her yıla denk gelen her yeni savaş, işgal ya da çatışma ile savaşın psikiyatrik sonuçlarına olan ilgi artmıştır.
Dünya Sağlık Örgütü’nün 2005 tahminine göre dünya genelindeki silahlı çatışmalara katılan veya etkilenen her 10 kişiden birisinde süreç içinde ciddi bir akıl sağlığı sorunu görülmektedir ve yine bir diğer kişide ise gündelik hayatına önceki gibi devam edemeyeceği zihinsel ya da davranışsal değişimler ortaya çıkmaktadır.
En çok görülen sorunlar arasında travma sonrası stres bozukluğu (TSSB), depresyon, anksiyete ve nedensiz ağrılar gibi psikosomatik bulgular yer almaktadır. Yaşadığı dehşeti alkol ya da madde ile yatıştırmaya çalışanları veya psikotik bir düşünce dünyası içinde kaybolup gidenleri de ekleyebiliriz bunlara.
2005 sonrasında yapılan araştırmalar ise savaşın psikiyatrik etkilerinin sanılandan daha fazla olduğuna işaret etmektedir. Çatışmalara maruz kalan her üç kişiden birisinde depresyon ve TSSB ortaya çıkmaktadır. Ve etkileri aylar, yıllar boyunca sürmektedir.
İşin ilginç yanı ise savaşın psikiyatrik etkileriyle ilgili en çok araştırma Vietnam, Afganistan ve Irak’ta görev yapmış Amerikan askerleriyle ilgilidir. Örneğin Irak’ta işgal güçlerine ait psikiyatrik sorunlarla ilgili 100’ün üzerinde araştırma yayınlanmış durumdayken savaşın her tür şiddetine maruz kalan Iraklılarla yapılan araştırma sayısı sadece ikidir.
Yapılan sınırlı sayıdaki araştırmanın sonuçları ise savaşın etkilerinin vahametine işaret etmektedir: Bu araştırmalara göre Irak, Filistin, Kamboçya’nın bazı bölgelerinde neredeyse silahlı çatışma, bombalama ya da askeri şiddete maruz kalmayan yok gibidir. Olağan koşullarda en fazla %7-8 olan depresyon yakınmaları ise bu toplumlarda %70’lere kadar çıkabilmektedir. Aynı oranlar TSSB içinde geçerlidir.
Filistin, Irak, Afganistan denince aklımıza bazı bölgelerinde yaşayan herkesin savaşın şiddetine maruz kaldığı ve hemen herkesin az ya da çok depresif ya da stres reaksiyonu içinde olduğu bölgeler gelmelidir.
Araştırmalar kadınların, yalnız ya da küçük ailelerde yaşayanların, daha öncesinde psikiyatrik yakınmaları olanların, çatışma alanı içinde kalanların savaştan daha çok etkilendiğini göstermektedir. Çatışmalara yeniden ve yeniden maruz kalmak ise belirtilerin yıllar boyunca sürüp gitmesine neden olmaktadır.
Türkiye’ye gelirsek; 30 yılı aşkın süredir devam eden iç çatışmalar, baskılar ve göçlere rağmen savaşın psikiyatrik etkisini araştıran geniş bir çalışma halen bulunmamaktadır. Ama bazı araştırmalar da savaşın etkisi üzerine fikir vermektedir.
Diyarbakır’da kırsal bölgeden zorunlu yer değiştirmeye maruz kalmış küçük bir grupta TSSB yaygınlığı %66 gibi oldukça yüksek bir oranda bulunmuştur. Çatışmalarda yaralanan askeri personel arasında yapılan araştırma ise olası TSSB tanısını %29,6 olarak, eşlik eden depresyon yaygınlığını ise %16,6 olarak vermiştir. Savaşın dorukta olduğu 90lı yıllarda çatışma bölgelerinde görev yapan askeri personel arasında yapılan bir diğer araştırma ise TSSB yaygınlığını %27,8 olarak bildirmiştir. 2008 yılında Diyarbakır’da yaşanan bombalı saldırı sonrasında olaya maruz kalan kişilerle yapılan bir araştırma TSSB yaygınlığını bir ay sonunda %12,5 ve üç ay sonunda %9,6 olarak vermiştir.
Ölümün aslında savaş sonuçları içerisinde buzdağının sadece görünen yüzü olduğu, diğer sonuçların ise (yoksulluk, göçler, sakatlıklar, beslenme yetersizlikleri, ekonomik çöküntü vb.) genellikle göz ardı edildiği söylenebilir. Olağan şartlarda zaten ihmal edilen psikiyatrik durumlar için ise göz ardı edilmek çok daha şiddetli olmaktadır.
Prusyalı general ve Foucault arasındaki salınıma geri dönecek olursak ne yazık ki savaş ancak, çatışma ve ölüm varsa savaş olabilmektedir. Ölümün olmadığı çatışmayı zaten savaş olarak görmüyoruz; çatışmanın olmadığı ölümleri savaş olarak görmediğimiz gibi.
soL Portal, 22.08.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder