Bu toz-duman içinde (ki sözkonusu toz ve dumanın nedeni 7 Haziran 2015 tarihli genel seçim ve sonucu) en iyisi oturup yazmak; notlar çıkarmak.
- Başlangıçta kaygı vardı: Toplumun, durdurulamayan, önü alınmayan bir nesneden kurtulamayacağı düşünülüyordu. Her gün öfke saçan, aşağılayan, göz göre göre yalan söyleyen diline rağmen bir şekilde istediğini alabileceği ve hayatı insanlara (karşıtlarına/onu istemeyenlere/ondan bıkanlara) zindan edeceği düşünülüyordu. Sanki teslim olmak, ksmen de olsa bu durdurulamayan nesnenin şerrinin azalmasını, kısılmasını, çok da başa bela olmamasını dilemekten başka yapılabilecek bir şey yoktu.
- Kaygı, kaygıyı soğuracak, kaygıya neden olan nesneyi etkisizleştirecek bir başka nesneye (bir lider, bir hareket, bir parti) yer/alan açtı.
- Diğer yandan bir öfke birikmişti, bir yerlerde, bazı kişilerde. Öfke kendisini herşeyde, her zaman belli etmiyordu. Bazen zıvanadan çıkarıcı olaylar, sataşmalar, tacizler oluyordu ama nedense çıt çıkmıyordu. Ama bazı öngörülemeyen simgelerle (bir ağacın kesilmesi, bir parkın talan edilmesi, bir madenin patlaması, bir işyerinin kapanması, bir kadına küfredilmesi, bir sinemanın yıkılması, bir çocuğun öldürülmesi) de öfke geceyi gündüze, gündüzü geceye döndürüyordu.
- Siyasette bir eksik vardı, bir arayış. Şimdi karşılığını bulmuş olabilir. Şöyle ki Türkiye siyasetinde kentli, okumuş, kolay ikna olmayan ama sıkıya da gelmek istemeyen bir toplamı temsil edecek, örneğin liberal ekonomi-politika uygulayacak ama vicdanları sızlatmayacak; zenginliği arttıracak ve bunu da sonradan görme bir bönlükle yapmayacak; sosyal olanı gözetecek; kendisine modern, genç ve dinamik olanı referans alacak bir siyasi aktör arayışı vardı.
- Bu arayışın ilk adayı Yeni Demokrasi Hareketi'ydi. Hem radikaldi, hem kentli; hem örgütlenme istemiyordu hem de çoğulcuydu; hem karizmatik (yakışıklı) bir lideri vardı hem de diğer siyasi aktörler gibi köhnemiş değildi; hem liberaldi/özgürlükçüydü hem de sosyaldi; sol değildi ama kesinlikle sağ da değildi. Bir şekilde tutmadı.
- Sonra bu arayış kendisini Özgürlük ve Dayanışma Partisi'nde belli etti. Aşk, devrim, çoğulculuk, eski tüfeklerin birliği, ciddi bir umut yarattı. Ama fazla sol geldi bu birliktelik ve açıkcası oluşturduğu onca umuda, heyecana ve gürültüye rağmen tabanı yoktu. O zamanlar Radikal "barajı aştı" manşetiyle çıksa da geniş kitlelerin desteği olmaksızın bu işin tutmayacağı anlaşıldı.
- Sonra İsmail Cem (kemal Derviş gazıyla) Yeni Türkiye Partisi'nde denedi bu eksiği gidermeyi. Ama ön çalışması o kadar eksikti ki kısa sürede kayboldu gitti.
- İşte neredeyse 20 yıllık bu arayışın karşılığı sanırım en nihayet oluştu. Hem halkçı hem kentli; hem kitlesel hem çoğulcu; hem örgütlü hem örgütsüz;
- Burada ilginç bir durum daha var: Nasıl "otoriter ve de liberal lider" imgesi 2000lerin başında farklı ülkelerde eş zamanlı (Fransa'da Sarkozy, İtalya'da Berlusconi'nin iktidara gelişi ile Türkiye'de egemen siyasetin e değiştirmesi aynı döneme denk gelir) ortaya çıktıysa şimdi de "sempatik ve de karizmatik lider" imgesi eş zamanlı olarak yükselişte. Bu kulvarın açılışını elbette ki ABD yaptı; Obama ile. Şimdi Güney Avrupa'da benzer bir eğilim öfkeyi arkasına alıp işleri çok da karıştırmadan, kitleleri çok da sıkıştırmadan, onlar adına umut saçıyor: İspanya'da Pablo Iglesias Turrión, Yunanistan'da Alexis Çipras ve Türkiye'de Selahattin Demirtaş aynı siyasi iklimin imgeleri gibiler: Genç, dinamik, kentli, öncekilerden farklı, kendine güvenen, sempatik, nükteli ve de taşı gediğine oturtan, altta kalmayan ve de karizmatik siyasi lider.
- Bir tutulma var. Zihinsel bir tutulma. Öyle de olsa böyle de olsa "lider" bu kadar öne çıkıyorsa ya da başka bir ifadeyle kitlelerin zihinsel çatışmalarını, kaygılarını yatıştırıcı bir durum bir "lider" imgesi ile kendisini belli ediyorsa, yani tekleşiyorsa bir regresyon olmalı bir yerlerde. Demek ki kitleleri ciddi oranda sıkıştıran, harekete geçmek/arayış içine girmek zorunda bırakan ama bir yandan da bir o kadar çaresizleştiren bir dönemdeyiz.
- Vicdan olmadan bir şey olmuyor ama "vicdan bizi her zaman vicdanlı bir yere götürmüyor." [N. Gürbilek, Sessizin Payı, sf. 59]
- Devlet otoritesi eliyle yürütülen yoğun "muhafazakârlaşma" (Osmanlıcı, imparatorlukçu, sunni islamcı) sürecine rağmen Türkiye toplumunun bir ortalama olarak verdiği fotoğraf liberter, modern, batıcı olma eğilimini sürdürmektedir. Bu kozmopolit modernlik özellikle İstanbul, Ankara gibi "muhafazakârlığın" taban olarak da güçlü olduğu büyükşehirlerde paradoksal olarak daha belirgin olmaktadır.
- Türkiye'de kitleler hâlâ bombalar/sansasyonel olaylarla terbiye edilebiliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder