Öyle dinlemekmiş, kendinle barışık olmakmış, ağır başlı olmakmış… Bunlar değil; bize, kodu mu oturtan, bilmem kaç yılda yazılmış kitapların defterini iki satırda düzen, yıllardır belli bir yola emek veren insanların haddini şak diye bildiren bitirimler lazım!
Geçtiğimiz hafta tüm bu “acil ihtiyaç” halinin farklı yansımaları dolaştı etrafta. Aslında uzunca bir süredir ortalıkta dolaşan yansımalar bunlar. Örneğin seçimlere tek başına girme kararlılığı gösteren bir siyasi yapıya söylenmedik söz bırakılmadı. Öbür taraftan herkes birbirinin (Öteki’nin) “liberal” olduğunu ya da kendisinin “öyle” olmadığını ispatlama derdine düştü. Dalga geçildi; ciddi uyarılar “gördünüz mü boyunuzun ölçüsünü” naralarıyla halledildi.
Hakikaten, bir sürü “aciliyet alametleri” dolaşıyor ortada. İsteyen bir günde onlarcasını bulabilir, sağda solda. Ama benim aklıma takılan iki olay oldu geçtiğimiz hafta. Bir tanesi bazı fotoğraf kareleriydi. Fotoğraflardan bir tanesinde bir vincin önünde boynuna ip geçirilmiş orta yaş bir erkek gülümsüyor ve el sallıyordu; diğer karede ise küçük bir çocuk ürkek gözlerle etrafa bakarken görünüyordu.
Sosyal âlemdeki paylaşımlarda bu fotoğraflar “idam edilirken küçük kızına el sallayan İranlı Macit Kavusifar ve çocuğunun dramı” ya da “Çocuklarına çok düşkün olan Kürt aktivist halkı için idam edilirken son kez kızına el salladı” diye verildi. İki karede anlatılan ‘gerçek’ gerçekten sarsıcıydı. İki fotoğraf karesi, gören herkeste derin üzüntü, sevinç, hınç, acıma, öfke uyandırmıştı belli ki. Çünkü çeşitli sitelerde paylaşılan fotoğrafların altında el çabukluğuyla yazılmış “şehit namirin”dan tutun da “hepsini böyle sallandıracan”a kadar varan yorumlar bulunuyordu.
Hâlbuki ‘sanal gerçek’ ile ‘gerçek gerçek’ birbiriyle o kadar alakasızdı ki! Fotoğrafların “viral” hale gelmesinden sonra orijinal olay duyurulmaya çalışıldı: Evet, fotoğraf İran’daki bir idam sahnesine, 2007 yılında idam edilmiş olan Macit Kavusifar’a aitti. Macit'in el salladığı kişi ise küçük kızı değil, ésuç ortağı” olarak hüküm giyen (ve o esnada oldukça kaygılı olan) yeğeni Hüseyin Kavusifar’dı. Suçları ise, Tahran'da üst düzey bir hakimi öldürmekti.
Böylece ‘gerçek gerçek’in öyle olmadığı anlaşılmış gibi oldu ama ‘fantastik gerçek’ gerek “paylaş” gerekse de “yorum yap” seçenekleri sayesinde hızlıca “tüketildi”. Böylece yaşananın kendisi (iki kişinin düzenlediği suikast, sonra Birleşik Arap Emirlikleri’ne kaçmaları, ABD’ye sığınmaya çalışmaları, sığınma talepleri kabul edilmeyince İran’a geri verilmeleri ve idamları) gündeme dahi gelmemiş oldu. Acil ihtiyaç karşılanmış oldu ya gerisi faso fisoydu artık!
Bir diğer olay ise (şimdi yazarak kendi başımı da belaya sokacağımı biliyorum) Ümit Kıvanç’ın başına geldi. Kendisi geçen haftaki bir yazısında “Haziransever Nasyonel Sosyalistler” tabiri nedeniyle sanal linçe maruz kaldı. Kapanmayan (ve belki de kapanmaması gereken) eski defterler, gazete demeçleri tek tek yüzüne vuruldu. “Hata yaptım” demesi yetmedi, diyet ödemesi istendi. Küfürler, tehditler, aşağılamalar gırla gitti.
Birisini, yazdıklarını, aklını seversiniz, sevmezsiniz. Ama Türkiye’de artık siyasi ihtiyaçlar, kabul etsek de etmesek de, içimize sinse de sinmese de sanal alemde şekilleniyor, paylaşılıyor, dile getiriliyor. Ve sanal dünya, hızlıca ve çokça kullananlar arasında öyle bir hale geldi ki sanırsınız ki bir her şeyin serbest olduğu bir linç meydanındasınız. İstediğinize istediğinizi geçirebiliyorsunuz. İstediğinizi yazabiliyorsunuz. Ne de olsa herkes aynısını yapıyor ve o kadar hızlı olup bitiyor ki her şey, kimse yazdıklarına dönüp bakma ihtiyacı bile duymuyor. Kimse de hatırlamıyor zaten.
Derdim Kıvanç’ı savunmak değil. Bunu yapmak istemeyeceğimden değil. Böylesi bir insani konumda olmadığım için. Büyük bir ihtimalle oturup konuşsak ilk iki cümleden sonra siyasi konularda anlaşamayacağız. Ama yaşananların ardında kalan ya da olan bitendeki terslik önemli.
Nedir önemli olan? Türkiye insanının ortalaması geçtiğimiz on yılda daha da düştü. Kalitesizlik sadece iktidarın belası değil artık. Hepimizin ortalaması düştü. Dilimize, tutumlarımıza, tarzımıza yerleşen alaycılık (ki sol, sosyalist siyasetteki sarkastik üslüp üzerine soL Portal’da çok da yerinde bir yazı yer aldı geçtiğimiz günlerde) kalitesizliğin açık bir göstergesi.
O kadar garip ki! Daha üç hafta önce “liberal dalga” ile dalga geçenler bu hafta “o liberalin haddini bildirme” işine soyundular. İnsan bir durur, daha şurada birkaç hafta önce ne yazdığına, neler söylediğine bir bakar. Ve ne yazık ki ister liberalizm deyin, ister döneklik, ister düzen ajanlığı, sol liberalizm üzerinden giderilen acil ihtiyaçların hepsi sosyalist soldan alıp götürmektedir.
Yazının başında değindiğim sıkışmışlık, yenilmişlik, acil ihtiyaç giderme hali (buna toplumsal regresyon da diyebiliriz illaki politik psikoloji gerekiyorsa) sanal âlemi, siyasi söylemi öyle bir hale getirdi ki göz gözü görmüyor. Kimse de kendisini, kendindeki insansızlığı görmüyor.
Ama bu işin başında insan olmak, insan olmaya çalışmak, insan kalmak yok muydu? Ya da daha doğrudan sorayım (kendime de): Devrim dediğimiz alt üst oluş insanlı mı olacaktı, yoksa insansız mı?
Cevabımız var mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder