Ayrılıklar, aldatmalar ve de boşanmalar gibi.
Bu tür olaylar hayatın akışı içinde herkesin başına gelebilir. Alabildiğine sıradandırlar aslında; herkes mutlaka ayrılık yaşar bir uğrakta; herkes günün birinde terk edilebilir ya da terk edebilir; aldatma ya da aldatılma hiç de farkında olmadan yaşanabilir; işin içine nikah girdiyse mahkeme kapılarında boşanılır da.
Ayrılıklar, terk edişler ve de boşanmalar, hayatın kilometre taşlarındandır bir bakıma.
Ayrılık acı verir. Aldatmalar yaralar. Boşanmalar ise fırtınalı bir hava gibidir. Öfke de olabilir orada, hüzün de; çirkeflik de, buruk bir sessizlik de.
Hayatın olağan döngüsünün parçası gibidir bu zor durumlar ve her birinde de mutlaka aklımızın oyunları, yanılsamalar musallat olur bizlere.
Çünkü bu tür olaylar katlanılması zor duygularla baş başa bırakır bizi. Bilinçli ya da değil. İnsanın iç dünyasındaki dengeleri zorlayan duygulardır bunlar. Tüm yönlerimiz karışır, tüm tercihlerimiz önümüze yığılır kalır.
Bu tür durumlarda, özellikle de yoğun duygular söz konusu ise kimin ne yapacağı belli olmayabilir. İnsanlar alışıldık, bilindik, tanıdık davranışlarını genellikle askıya alır.
Ama insanın içinde ne varsa o çıkar ortaya; ayrılırken de aldatırken de boşanırken de… Ne eksik ne de fazla! Çünkü seçim aslında çok önceden yapılmıştır. Daha ilişki bile başlamadan önce… Farkedilmediği sürece, insanın o ilişkisinde az ya da çok nereye gideceği bellidir. Sadece önceden, çok önceden yapılmış olan seçime varılması gerekir.
Ayrılıkların yanılsaması bir tuhaftır. Kimisi inkâr eder, hiç canının yanmadığını söyleyebilir. Kimisi her şeyin düzeleceğini umar; bir gün bir yerlerde her şey yeniden yoluna girecektir. Kimisi hayatı boyunca içinde yaşayacağı bir hasrete yelken açar. Kimisi zindanı olacak bir hasrete kapılır gider. Kimisi çabucak unutabilir. Kimisi unutmuş gibi yapabilir; unutmadığını, unutamadığını kendisinden bile saklar. Kalan kimdir, giden kimdir belli olmayabilir.
Ayrılıklarda acı kaçınılmaz gibidir; çünkü ayrılık bir daha belki de hiç açılmayacak bir kapının önüne koyar bizi. Bir ihtimal devre dışı kalır. Yeminler edilir: “Gelse, yalvarsa, yine de bakmam!” diye. “Yollarımızı ayırdık; unuttum, bitti!” denir. Ama hep bir iz kalır. Saklı, gizli; ufak, tefek. Geri dönüp bir daha, bir daha bakılan bir iz. “Acaba hâlâ orada mı?” diye sorulan; aslında “hâlâ orada mıyım? diye sorulan ve ne sorulduğunun farkına varılmasından korkulan. Çünkü ayrılıklarda unutulan olmak yeniden ve de yeniden o ayrılığa çağırır bizleri. Çünkü “unutulanlar, unutanları asla unutmazlar.”[1]
En zoru aldatmadır. Eğer “sadakat, kişinin kendinde bir kişiye yer ayırması ve o yeri hep onun için koruması”[2] ise aldatma da o yerin yıkılmasıdır, yanmasıdır, ortadan kalkmasıdır. İşte bu nedenle yaralar, sarsar, kurutur, öldürür.
Aldatma ile bir büyü bozulur. “Biz” kalmamıştır artık. “Güven” kalmamıştır. Yüceltilmiş olan ne varsa yerle yeksan olur; bir zamanların nerdeyse tapılan her şeyinin hiç de öyle olmadığı ortaya çıkar. Kalleşlik vardır orada, hançer vardır, sırt vardır, farkedememişlik vardır. Her şey, her an yalandır artık. Gerçek değişir. Her şey sahtedir.
“Bir kerelik bir şeydi; neden olduğunu bile açıklayamam ki!” diyebilir bir taraf. Öbür taraf ise “Lanet osun sana, bunların hiç birini hak etmedik biz!” diyebilir. Ama aslında aldatma devam etmektedir. Çünkü aslında çok önceden, aldatmadan da önce vardıkları yeri görmedikleri için herkes “giderek kendini aldatmaktır!” Çünkü insan seçimlerini fark ettikçe insan oluyor. Aldatma ise insanın seçimlerinden, seçimlerden kaçması oluyor. İster bir kere, ister bir hayat boyu.
Boşanmalar en trajik olanı. Kendi elinizle “bizi” devlete, düzene, aileye, muhafazakârlaştırıcı bilumum ideolojik aygıta teslim etmişsinizdir bir kere. Ve artık ister istemez “geniş biz” de işin içindedir. Çeşit çeşit ses çıkar bu nedenle. Tehditler, tazminatlar, mektuplar havada uçuşabilir. Siz çocuklaşırken çocuklar erkenden büyümek zorunda kalabilir.
Boşanmada neredeyse yedi düvel işin içinde gibidir. Ama yalnızlaştırıcıdır boşanma. Kuru bir kalabalığın içinde seçiminizle başbaşa kalmışsınızdır artık. Gerçi hiç kimse yoksa bile avukat vardır orada, bir daha hayatınız boyunca uğramayacağınız o salonda; hâkim vardır, mübaşir vardır. Süslü masalar, çiçekler ya da alkışlayan, gülen, sarılan, tebrik eden insanlar yoktur. Tedirginlik, suçluluk, öfke, hırs, hüzün, rahatlama, pişmanlık, çaresizlik arasında gider gider geri gelirsiniz. Ama hâlbuki artık siz bile siz değilsinizdir. Nereden baksanız artık “defolu”sunuzdur.
Velhasıl ayrılıklar, aldatmalar ve de boşanmalar zor anlardır, acılı günlerdir, derin duygular uyandıran, insan hayatında iz bırakan seçimlerdir.
Bir parçanız da orada, o anda, o günlerde, O’nda kalır. Neyi seçtiğinizi bile bilmeden, aslında ne olduğunuzu bile bilemeden yürüyüp gitmek zorunda kalabilirsiniz. Kendinize rağmen.
Sonra ne mi olur?
Belki bir gün bir haber alırsınız “seçimini yapmış” diye, “kendisinde inat etmiş” diye, “boyun eğmemiş, kendisine bile” diye, “her şeye, herkese rağmen kendi yoluna gitmiş” diye. Aslında oturup kendinizi, seçimlerinizi gözden geçirebileceğiniz bir an olabilir işte o haber. Ama kendinize, eski size dönmek zordur artık. O’nunla ilgilenmek ise daha kolaydır.
Basarsınız küfrü. Bir arkadaşınızı arar “Duydun mu?” diye çekiştirirsiniz. “Burnu sürtülsün!” dersiniz. “Oh olsun!” der gibi gülersiniz. Kahkahalar da atarsınız. Ama elinizde olmadan dudağınızın alt ucu kıpırdar; bir anlığına ılık bir meltem eser, yanık yanık kokar hava. Bir telaş basar sizi.
Ama merak etmeyin; bir zamanlarki kendinize geri dönmek zorunda değilsinizdir artık. Yine de neden hâlâ O’nu bu kadar önemsediğinizi (tam da unuttuğunuzdan adınız gibi eminken), bir haberle neden bu kadar dağıldığınızı sorarsanız kendinize, bilin ki bir yanınız bir zamanlar yaptığınız o son seçiminizde kalmıştır. Hepsi bu.
Haydi, artık biraz rahat olun.
Kendi yolunuza gidin.
soL Portal, 13.06.2015
[1] İbrahim Erkal, Unutmayacağım
[2] Oruç Auroba, ile, sf. 189
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder