6 Nisan 2019 Cumartesi

Mark Hollis ya da The Art of Disappearing Completely


Bazen önyargılı olmak bazı şeyleri ıskalamaya neden oluyor ne yazık ki!

Çok değil, birkaç ay önceydi. Guardian ve diğer İngiliz haber kanallarında 64 yaşında hayatını kaybeden bir müzisyenden bahsediliyordu. Adını hiç duymamıştım. Önemli birisi olmalıydı çünkü hem ölüm haberi sürmanşetten veriliyordu hem de hakkında ardı ardına yazılar çıkıyordu. Anlaşılan İngilizler için önemli birisiydi. Ama haberlerde “pop grubu Talk Talk’un solisti” diye geçtiğinden gözucuyla şöyle bir bakıp geçmiştim. Sıkıcı İngiliz pop müziğinin bir başka starıydı belli ki!

Aradan haftalar geçti. Kış geride kaldı. Hatta seçimler geride kaldı. Herkes bahar havasına girdi. Isıtan bir güneş gibisi yoktur. Hele de uzun bir kışın ardından geliyorsa. Bendeki kış devam etse de yağmurlar, tekrar yağmurlar ve de dinmeyen ayazlardan sonra olup bitenler değil ama güneş iyi gelmişti.

Böylesi güneşli günlerde yollarda olmayı seviyorum. Bir de Radyo 3'te ya da Radyo Defteris'te (Radyo 3'ün Yunan versiyonu; kendisini geçtiğimiz yıllarda Radyo 3'ün içine edildiği günlerde keşfetmiştim) güzel müziklere denk gelmeyi. Gündüz vakti herkes hayat telaşının içine düşmüşken başka alemlere kısa bir gidiş-dönüş imkânı sağladığı için. Mesela geçen aylarda yine böyle bir öğle vakti Mohsen Namjoo'ya denk gelmiştim Radyo 3'te. Tabii ki o zaman deli yağmurlar vardı. Deniz kenarına çekip arabayı Zolf 2'yi dinlemiştim, çarpılmış gibi. Ve geçen haftalarda da acayip bir albüme denk gelmiştim: Jin Jin/Firefly. Bob Brozman ve Takashi Hirayasu'nun.

Neyse, bunlara sonra geleceğim. Aklımda. Ama şimdi bir kaç gün öncesinin güneşli öğle arasında döneyim.

Yine bir öğle arası kısa bir yolculuktaydım ve Radyo 3'te sıradışı bir şeyler çalıyordu. Minimalist, derin, dokunaklı, etkileyici bir şeyler. Programı hazırlayan ve sunan spiker şarkı arasında bilgi vermeye başladı: Talk Talk grubundan bahsediyordu. Grubun 80'lerin başındaki etkileyici ve başarılı pop serüveninin 90'larda zamanının ötesine uzanan bir popa evrildiğini, grubun müziklerinin içine minimalist, klasik ya da cazvari doğaçlama öğelerinin eklendiğini söylüyordu. İlgimi daha da çekti ve kulak kesildim: Robert Wyatt benzeri bir tarz vardı şarkılarda. Alaycı yanı pek olmayan, daha dokunaklı bir müzikti bu. Kırgın. Program sunucusu bir kez daha bilgi vermeye başladığında parçalar yavaş yavaş birleşti: “pop grubu Talk Talk’un solisti” neden önemliymiş anladım. Mark Hollis'miş bu kişi. Ve dinlediğim albüm de onun 1998'de yayınlanan ilk ve tek solo albümüymüş. 

Bazen önyargılı olmak bazı şeyleri ıskalamaya neden oluyor ne yazık ki!

İşte tüm parçalar bir araya geldiğinde "Keşke," dedim kendi kendime, "keşke bu albümü 1998'de ya da ne bileyim 2008'de dinleseymişim. Ama 1998'de keşke, hakikaten dinleseymişim." dedim. Bambaşka yerlere gitmiş olabilirdim belki de. Belki de. 

Uzun saçları ve üçgen, sivri yüzüyle güzel bir insanmış Hollis. Şarkılarını yeniden ve de yeniden dinlerken (ki albümün ilk şarkısının adı da The Colour of Spring'miş! "Ne zamanlama!" dedim kendi kendime) ardından yazılan etkileyici yazılara baktım. Hepsinin müziğin içinden gelen, derin anlamları olan başlıkları vardı: Mesela "Mark Hollis: The sound of silence" gibi. Ama beni en çok "How to Disappear Completely: When Musicians Retire For Good" etkiledi. Zor geldi biraz yazı. Acıtıcı. Buruk. Ama aynı zamanda anlaşılır ve hakverilir.

Hollis başka bir şeyi tercih etmiş. Ne güzel! Şöyle demiş mesela:

In an interview with Q’s backpages at the time, later republished in the Guardian, Hollis expressed awareness that he could be “a difficult geezer” but that was because he refused to “play that game” that came with the role of musician in the spotlight.

It’s certainly a reaction to the music that’s around at the moment, ‘cos most of that is shit,” Hollis also said of Spirit of Eden. “It’s only radical in the modern context. It’s not radical compared to what was happening 20 years ago. If we’d have delivered this album to the record company 20 years ago they wouldn’t have batted an eyelid.

Hollis released his first and only solo album, also called Mark Hollis, in 1998. When asked about his decision not to tour anymore or maintain a public persona, he said: “I choose for my family. Maybe others are capable of doing it, but I can’t go on tour and be a good dad at the same time.” He later retired from the music industry, and was little heard from publicly. An article about him last year was headlined “How to disappear completely.”

Ne güzel!

Ve teşekkürler, tam da menejerinin söylediği şey için: “gentle beauty he shared with us”.

Mark Hollis | Mark Hollis | Polydor | 1998

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder