30 Eylül 2018 Pazar

Tıp bilimine yön veren 100…


İnsanın bazen şöyle diyesi geliyor: “Ey piyasa! Sen nelere kadirsin!” 

Çünkü piyasanın işleyişi öyle alanlarda, öyle işler ortaya çıkarıyor ki hani neredeyse, sırf kazanmak ve daha fazla kazanmak için ölüyü diriltiyor, kötürüme taklalar attırıyor.

Piyasa bu! Bir açıdan bakınca hakikaten çok yaratıcı işler çıkartabiliyor. Ama sadece bir açıdan bakınca… Aslında abes olan piyasanın bu tür “parlak” işleriyle uğraşmak, kafa yormak, laf yetiştirmek. Ama yapacak bir şey yok! Kamuoyu, çevreniz bu “parlak” işlerle yaşıyor. Piyasanın çeşitli hallerini takdir ediyor falan. El mecbur bir şey söyleyesiniz geliyor. İşte bu hafta böyle bir “parlak” iş oldu.

Mesela eskiden, çok eskiden otobüs firmaları yapardı bu tür işleri. Diyelim ki reklama ihtiyacınız var. İki yol var önünüzde: Ya düz reklamınızı yapacaksınız. İşte gazete reklamı olur, radyo, televizyon reklamı olur, billboardlar olur. Yani bildiğiniz düz reklam vereceksiniz. Kendinizi kendiniz olarak pazarlamaya çalışacaksınız.

Ya da kendinizi başkalarına pazarlattıracaksınız! Nasıl mı? Bağımsız bir jürinin, sizinle hiç alakası olmayan bir toplamın ve hatta bizzat sizin tüketicilerinizin size ödül vermesini sağlayarak. Böylece hem reklamınız yapılmış olacak hem de prestij kazanacaksınız. Her koşulda kazanacaksınız yani.

İşte eskiden, çok eskiden otobüs firmaları yapardı bunu. Bağımsız araştırma şirketi bilmem nenin anketine göre “a, b, c kategorilerinde” birinci olurdu firmalar. Her firmanın birinci olabileceği bir kategori de mutlaka bulunurdu. “En güvenli ulusal firma”, “en iyi bölgesel firma”, “en iyi ikram yapan firma”, “en geniş servis ağına sahip firma” gibi, gibi.

26 Eylül 2018 Çarşamba

Psikolojinin psikolojisi


Toplumda giderek daha çok merak ve ilgi uyandıran “psikoloji” ile ilgili PsikesoL ekibinden psikologlarla görüştük. Aralarında üniversite öğrencilerinin de yer aldığı psikologlara eğitim süreçlerini, meslek hayatına geçişlerini, karşılaştıkları durumları, meslek örgütlerini, belirsizlikleri ve psikoloji bilimi ile sosyalizm mücadelesi arasındaki ilişkiyi sorduk.

Öncelikle kendinizi tanıtabilir misiniz?
PsikesoL içinde yer alan ve örgütlü siyaset yürüten psikoloji öğrencileri ve psikologlarız. Aramızda uzun yıllardır psikolog olarak çalışan arkadaşlarımız da var meslekte ilk yıllarında olan arkadaşlarımız da. Ve henüz mezun olmamış olan arkadaşlarımız da var. Psikoloji geniş bir alan. Bu nedenle çok farklı alanlarda çalışabiliyoruz. Kimimiz klinik alanda çalışırken akademiden, adliyelerden okullara, danışmanlık firmalarından özel eğitim merkezlerine kadar farklı yerlerdeyiz. Öğrenci olarak ise hem kamu üniversitelerinde hem de özel üniversitelerdeyiz.

Belki erken bir soru ama neden psikoloji?
Neden psikoloji çok derin bir soru. Ama kısaca şöyle açıklayabiliriz. Bir kere insana dair bir iş. Ve okurken kendimizi toplumsal alanın birçok kesimine dair geliştirebileceğimiz bir iş. Üniversite sınavı için tercih yaparken insan davranışlarını temel alan bir bilim dalında çalışmak çok heyecan verici geliyordu. Alandaki sıkıntılara rağmen hâlen de böyle düşünüyoruz.

Psikolojinin bir bilim dalı olarak ortaya çıkışı modern toplumun ortaya çıkışı ile ilintili. Dolayısıyla egemen kapitalist sistem modern toplumlarda bireyin ruh ve beden sağlığını olumsuz yönde etkileyen durumları bireyin kendisinin çözümleyebileceği bir olanak dahi sağlamayacak duruma gelmiştir. Toplumsal yaşamda mevcut durum bu haldeyken bireylerin kişisel ve toplumsal mücadelelerine destek sağlayan bir psikoloji bilimine ihtiyaç var. Ve bu ihtiyaç, olasılık bizi heyecanlandırıyor. Hem mesleki olarak hem de siyasi olarak.

23 Eylül 2018 Pazar

İşte bunların hepsi psikolojik!


Sanırım Fransız Komünist Partisi’nin eski bir üyesi, önemli bir psikanalist olan Elisabeth Roudinesco söylemişti: “21. yüzyıl şimdiden Lacan’cıdır” diye. Siyasal devrim ile öznel devrim arasındaki ilişkide biraz da öznel olana çubuk bükerek. Eh, haksız da sayılmaz. Öyle bir zamandan geçtik. İşçi sınıfı siyasetinin ve örgütlülüğünün geri çekildiği bir dönemden yani.

Bu nedenle bir haklılık payı var Roudinesco’nun sözünde. Ama siyaset-birey gerilimi anlamında değil. Tuhaf zamanlar tuhaf düşünürlere ihtiyaç duyuyor. Lacan ise geçtiğimiz yıllar için yeterli derecede ilginç bir düşünür.

Ama yine de Roudinesco’nun sözü yüzyılımıza dair biraz erken karar vermiş bir içeriğe sahip. Çünkü tuhaf zamanlara sanki daha yeni giriyoruz. Geçtiğimiz yıllar ise sanırım sadece peşrevdi. İşte Roudinesco’nun sözünü o peşrev dönemi için biraz değiştirip kullanırsak diyebiliriz ki “21. yüzyıl şimdilik psikolojiktir!”. Çünkü ortalık psikolojiden geçilmiyor. Psikoloji her yerde!

Mesela para birimleri yarım saatin içinde bir iniyor, bir çıkıyor ve yaşanan sıkıntıların “rasyonel değil, psikolojik olduğu” söyleniyor. Evlilik programını açıyorsunuz stüdyoda “ego, psikoloji, panik, atak” kelimeleri uçuşuyor. Orta sınıflar deseniz ya terapide ya da yoga merkezinde. E, zaten üniversite sınavına hazırlanan her yedi gençten biri psikoloji okumak istiyor. Dünyayı geçtik ama Türkiye sanki psikoloji içinde yüzüyor.

Toplumsal örgütlülük yok ama bol bol psikoloji var!

16 Eylül 2018 Pazar

Demiş ki “Psikoloji hâlâ Newton’unu beklemekte”


Aslında hep görürdüm adını. Mesela Murat Belge’nin Marksist Estetik kitabının kapağında. Merak da ederdim, kimdir, nedir, ne söylemiştir diye. Ama sanırım gereksiz laf dolambaçlarıyla karşılaşmaktan korkup uzak durdum. Yıllarca.

Ama yanılmışım. Keşke daha önce göz atsaymışım. Bazı tesadüfler, bazı denk gelişler gerekti Christopher Caudwell ile karşılaşmak için.

En başta Bülent Cengiz’e teşekkür etmeliyim. Çünkü bu karşılaşmayı ona borçluyum. Geçtiğimiz haftalarda yayınladığımız ortak kitabımızda, Bilimsel Yeni Verilerin Işığında Diyalektik Materyalizm’de yer alan kendi bölümüne Caudwell’i anarak başlıyordu Bülent abi. Diyalektik materyalist yöntemle bilinç olgusuna baktığı yazısında Caudwell’den bir alıntı yapmıştı: “bugün burjuva kültüründe psikoloji gibi insan bilgisi için son derece önemli ve yaşamsal olan bu bilimin, kendi alanındaki en basit öğe (bilinç) üzerinde bile anlaşmaya varmamış olması kadar ümit kırıcı bir sahne olamaz.

Bilinç üzerine onca mesleki arayış ve okumadan sonra tam da ihtiyaç duyduğum, yakın zamanlarda içimde giderek daha çok olgunlaşan bir cümleydi bu. Mesela aylardır elimde Saffet Murat Tura’nın Zor Problem: Bilinç kitabını gezdiriyordum ve bir eleştiri yazmak istiyordum. Daha doğrusu eleştirel bir bakış açısı geliştirmek ihtiyacına giderek daha çok ikna olmuştum. Ve bu çarpıcı cümle birçok noktayı benim için özetliyordu. Caudwell’i okumak, onunla buluşmak artık şart olmuştu. Hemen gidip Ölen Bir Kültür Üzerine İncelemeler kitabını aldım.

Aslında iki ayrı kitaptan oluşan bir kitap İncelemeler. Daha ilk sayfasında, Christopher Caudwell’in çarpıcı hayatıyla karşılıyor insanı. Hayatına dair o satırları okurken hatırladım, aslında Orhan Gökdemir, Caudwell’in sadece 29 yıl süren hayatını, soL’da yazmıştı. Ama sanırım hem yazının bağlamı hem de ülkenin ortamı ister istemez Caudwell’e değil de doktora tezini Caudwell üzerine yapan Murat Belge’ye odaklanmama neden olmuştu. Hâlbuki hiç de gerek yokmuş.

9 Eylül 2018 Pazar

Tehlikeli bir matkap, parfüm şişesindeki sinir gazı, uçan domuzlar ve zavallılar


Garip bir haftaydı.

Önce uzaydan haber geldi. Olmayacak bir haber. Tuhaf ve de tehlikeli bir haber. Birisi ya da birileri Uluslararası Uzay İstasyonu’nun (UUİ) Rusya’ya ait olan kısmında, İstasyon’a Haziran ayında bağlanan Soyuz MS-09 modülünde matkapla delik açmıştı.

Evet, yanlış duymadınız! Birisi ya da birileri uzaya gönderilmiş bir kabinde, kabinin bir köşesinde matkapla delik açmıştı. Ve bu delik nedeniyle de uzaya hava sızıntısı olmuş ve istasyonun iç basıncında düşme meydana gelmişti.

Deliğin görüntülerini önce NASA yayınladı. Ve deliği “meteorit çarpması sonucu oluşmuş ufak bir hasar” olarak verdi. Ancak paylaşılan fotoğrafta matkap izi çok rahatlıkla görülebiliyordu. Bu nedenle de kısa sürede NASA paylaşımının altına binlerce yorum yazıldı. Yorumların hemen ardından da NASA fotoğrafı kaldırdı. Ancak tüm dünya UUİ’de bir delik olduğunu öğrenmiş oldu.

İddiaların ardı arkası kesilmeyince ve fotoğraf internette hızla yayılınca Rusya Federal Uzay Ajansı, RosCosmos bir açıklama yayınladı. Ajans açıklamasında “uzay aracındaki deliğin matkap deliği olduğunu ve bu deliğin Soyuz'un üretimi sırasında mı yoksa uzaydaki astronotlar tarafından kasıtlı olarak mı yapıldığının belli olmadığını” belirtti. Böylece söylentiler daha da büyüdü.

Çünkü Rusya tarafı üretim sırasındaki bir sabotajın ya da hatanın dışlanabileceğini de belirtiyordu. Geriye kalan olasılıklar içinde ise deliğin İstasyon’daki bir astronot tarafından bilerek açılması da kalıyordu. UUİ’de şu an üç Amerikan, iki Rus ve bir de Alman uzay insanı bulunuyor.

Deliğin İstasyon’daki bir uzay insanı tarafından bilerek açılması olasılığı akıllara tabii ki “uzay ve psikoloji” konusunu da getirdi. Birçok bilim kurgu filmine konu olan “uzayda psikolojisi bozulan astronot” meselesine atıflar yapılmaya başlandı. İstasyon’da yaşamanın oldukça zorlu olduğunu belirten eski Rus kozmonotlar “Hepimiz insanız” ile başlayan ve “astronotların zihin sağlığının bozulmasını anlayabileceklerini ama dünyaya dönebilmek için bu tür bir yola başvurulmasını anlayamayacaklarını” belirten demeçler verdiler.

Sonuçta delik biraz yapıştırıcı ve biraz da bantla kapatıldı. Hava kaçağı engellendi ve İstasyon’daki basınç normale döndü. RosCosmos başkanı Dmitri Rogozin ise deliğin aydınlatılmasının kendileri için “bir onur meselesi” olduğunu belirten bir açıklama yaptı. Böylece emperyalistler arası kızışan rekabet insanlık tarihine bir başka “tuhaf hikâye” daha hediye etmiş oldu.

8 Eylül 2018 Cumartesi

Miniatures of Glauco Venier


For pianist Glauco Venier, Miniatures – his first solo album- is a kind of diary, atmospherically reflecting upon early memories, early experiences of music, and in turn casting its own quiet spell: “I grew up in a very small village in northern Italy, and I’m still living there. The Adriatic Sea is nearby, then rivers, lakes, hills. There’s a lot of silence.” There were no brass bands, he explains, in Gradisca di Sedegliano. “My approach to music, when I first discovered it, was through the organ in the local church. And I fell in love with that sound, and with the composers of music for the organ…I have memories, good memories, of playing the organ in the church, in the dark, through the cold winters.

Several strands of influence are in fact woven together in the modestly-titled Miniatures whose eighteen tracks are episodes in an unfolding narrative. Although we hear mostly solo piano, Glauco plays gongs, cymbals and bells, the lightly-struck metals creating an attractive ambiance, at times like wind-chimes in the breeze. 

Much of Miniatures is improvised, but Glauco also brought in material, sometimes from different musical environments. “Gunam”, for instance, is a tune from singer-songwriter Alessandra Franco which Glauco had played with the author on her own album, while the Komitas and Gurdjieff pieces derive from arrangements he had drafted for the trio with Norma Winstone and Klaus Gesing. One context informs another. “Between the percussion music, the tunes from other situations, and free playing I had a lot of material prepared, at least in my mind…these three elements I felt, could account for maybe 50 per cent of the album, and the rest would be up to the spirit of the moment…

Miniatures is an album which also should be listened as a soundtrack while reading André Aciman's touching novel or watching the unforgettable movie of Armie Hammer and Timothée Chalamet, Call Me By Your Name.

Glauco Venier | Miniatures | ECM | 2016 *****

2 Eylül 2018 Pazar

Bilimsel düşünce, düşünür gibi olma ve düşünememe


Bu yazı yayınlandığında Bilim ve Aydınlanma Akademisi tarafından düzenlenen “Tarih Boyunca Bilimsel Dünya Görüşünün Gelişimi” yaz okulunun son gününe girmiş olacağız. Biyolojiden fiziğe, tarihten matematiğe başka bir yerde dinleme olanağı bulamayacağımız sunumlar, konuşmalar ve antik dünyanın içine yapılan bir gezi vardı yaz okulunda. Bu sunumlar, tartışmalar ve gezi sayesinde bilimsel düşüncenin tarihsel serüvenine ve güncel durumuna bakabilmiş olduk. Ve “bilimsel düşünce” etrafındaki tartışmalara, yanılsamalara, bu isim etrafında somutlaşan sınıf mücadelelerine de geri dönme imkanı yakaladık.

Biliyorsunuz, solda “bilim-bilimle düşünme” bir taraftan baş tacı edilir. Her tür toplumsal-tarihsel kilidi açan bir anahtar gibidir bilim. Ama bir taraftan da “bilimsel düşünce” tüm kötülüklerin simgesi olarak da görülür. Engels’ten Sovyetler’e bir hat çekilir ve “despotik” örnekler eşliğinde “bilimsel düşünce”nin doktriner ve didaktik olduğu ilan edilir. Gerici düşünce dünyası için ise bilim zaten idealizmin kalesi gibidir. Gerisi hep yalandır. İlginç olan nokta ise şuradadır: “bilimsel düşünce” gerici düşünce dünyası için de doktriner ve didaktiktir.

Bu kesişme sanırım çok temel bir durumu gösteriyor: Bilimsel düşünce de bir mücadele alanı. Hem de bin yıllardır süregiden bir mücadelenin alanı. Geliştiği kadar kötürümleşebiliyor, parladığı kadar sönükleşebiliyor da. Ama çağlar boyunca egemen sınıfların baskılarına, aşağılamalarına ve müdahelesine rağmen varoluyor. Hem de etkisi artarak. Büyüleyici bir serüven bu, tarih boyunca bilimsel düşüncenin gelişimi.