27 Şubat 2009 Cuma

Müzik, piyasa ve yaratıcılık sarmalında Hayko Cepkin Adorno’yla karşılaşınca*

*Nikbinlik, Eylül 2008, sayı: 24
Albümlerin diğer yapıtlarda pek görülmeyen güzel bir özelliği vardır: Her albümde müziğin ortaya çıktığı sürece doğrudan ya da dolaylı olarak katkıda bulunanlara, destekleyenlere, eşlik edenlere ayrılmış bir teşekkür listesi yer alır. Çoğu zaman yakın çevrenin ve dostların isimleri sıralanır ama bazen de esin kaynağı olan, ilham veren uzak isimlere de yer açılır. Teşekkür listesinin amacı bazen bu dolaylı katkıya sahip insanları selamlamaktır bazen de uzun bir ilişkiler ağını ve böylece de üretilen müziğin etkisinin uzandığı yerleri işaret etmektir. Ancak, romanda, öyküde, şiirde, heykelde ve diğer üretimlerde çok da sık görülmeyen bu teşekkür faslı, çoğu zaman sıradanlaşır, adet yerini bulsun türünden doldurulur. Ancak nadiren dürüst ve dikkat çekici teşekkürler de çıkabiliyor albüm kapaklarında. Hayko Cepkin’in Tanışma Bitti isimli ikinci albümünün teşekkür listesi de bunlardan birisi. Çünkü albümünün iç kapağında, hemen daha ilk sırada, tartışmaya çağıran, yaratıcılık sorunun tam ortasında duran ve çeşit çeşit kuramcının yıllarca akıl yürüttüğü ama çok az kişinin berraklıkla kavrayabildiği, tanımlayabildiği bir konuya dair açık bir teşekkür gönderiyor Hayko Cepkin: “Müzik Piyasasına: Zorlayıcılığından, insanı düşünmeye ve stratejiler kurmaya yöneltip zihin açtığı için
Belki de kendine has yalın bir değerlendirmeyi dile getirmek için yazılmış olabilir; ama Hayko Cepkin’in çok nadir rastlanır türden gözlemi açık bir tartışma çağrısıdır. Çünkü kullandığı cümlenin doğrudanlığı sanatsal üretim ile yaratıcılık arasında kaçamakça, fısıltı olarak dile getirilen bir konuyu belki de Hayko Cepkin’in pek umurunda olmadan tartışmaya açmaktadır. Ve yine bilerek ya da bilmeyerek popüler müzikle ilgili tartışmaların başvuru kaynağı Theodor Adorno’yu
[i] geri çağırmaktadır.[ii] Hayko Cepkin Adorno’nun iddialarından en çok standartlaşmaya karşı konumlanmaktadır. Keza teşekkürüyle Adorno’nun müziğin genel özelliklerinden en küçük ayrıntısına kadar işlediğini öne sürdüğü standartlaşma sürecinin[iii] daha farklı işlediğini ve ekonomi politiğin durumu kavramakta yetersiz kaldığını hatırlatmaktadır. Bu nedenle müziği kadar iddiası da biraz daha yakından ilgilenilmeyi gerektirmektedir.

Piyasanın zorlayıcı yaratıcılığıHayko Cepkin’in cümlesinin içinde taşıdığı anlamların ve soruların, aslında farklı yerlerde göze çarpan, tanıdık, çeşitli biçimleri bulunmaktadır. Ancak açmakta fayda var keza cümlenin içinde iki katman bulunmaktadır. Öncelikle piyasa insanı, bireyi, sanatçıyı, üretmek isteyeni zorlamaktadır. Daha sonra ise bu zorlama üreten kişiyi, üretmek isteyen kişiyi düşünmeye ve stratejiler kurmaya yöneltmektedir, yani sanatsal yaratıcılığın önünü açmaktadır. İkinci katman, zorlayan piyasanın, kişinin zihnini, aklını ve gözünü açması olarak da özetlenebilir. Burada cümlenin içinde saklı kalmış ve söylenmemiş bir önkabül bulunmaktadır: Piyasa rekabeti, yaratıcılığın bir biçimine iyi gelmektedir.
Cümlenin koca koca kuramcıların kalın kitaplar, uzun makaleler boyunca tartıştığı bir durumu bir çırpıda anlatıvermesinin büyüsünü anlamak için yaratıcılık, piyasa ve sanatsal üretim arasındaki dinamik süreci açıklamaya yarayacak sorularla başlamak yardımcı olabilir. Bu durumda cümle bireyden hareket ettiği için ilk sorunun da bireyden yola çıkması ön açıcı olabilir: Müzik piyasası kişiyi neye zorlamaktadır? Hayko Cepkin açık olamasa da bu soruya ‘piyasa kişiyi yaratıcı olmaya zorlamaktadır’ şeklinde yanıt vermektedir. Zorlamak gibi kuramı tırmalayıcı kelimelerden arındırılırsa ‘piyasa sanatsal yaratıcılığı teşvik etmektedir’ de denebilir. Ama zorlantıdan devam edelim: Müzik piyasası kişiyi neden zorlamaktadır? Yanıt daha basittir ve oldukça tılsımlıdır: Piyasa, rekabet nedeniyle kişiyi farklı olanı üretmeye zorlamaktadır.
İlerlemek için bir soru daha sormakta fayda olabilir: Piyasa, neden farklı olanı aramaktadır? Klasik ekonomi politik bu soruya kâr oranlarının tarihsel düşme eğilimini anlatarak yanıt verirdi. Ancak kısa yoldan hatırlamak gerekiyor ki piyasada farklılıktan çok sığlık, sıradanlık vardır. Örneğin piyasaya sürülen kayıtların ancak çok azı, %10 kadarı paraya dönüşmektedir;
[iv] diğerleri ise şansını denemekte ve silinip gitmektedir. Piyasa bir yandan farklı olanı aramaktadır, bir yandan da satışı garanti olan mallarda ısrar etmektedir. Sonuçta farklı olan mal (örn. bir zamanların buzdolabı ya da rock yıldızı) ilk üretene ciddi paralar kazandırmaktadır ve daha sonra ise yeni olanın işlevselliği (buzdolabının kullanışlılığı ya da rock yıldızının tarzı) yayılmakta, sıradanlaşmaktadır. Bir yandan da artık bazı sektörlerde farklı olanı üretme hızı gittikçe artmaktadır. Cep telefonlarının modelleri hızla (yılda birkaç kez) değişmektedir, araba şirketleri ise her yıl yeni bir model çıkarmaktadır. Arz, talep, arz, talep… Bu sürecin bir yerlerinde yaratıcılık yer alıyor gibi durmaktadır ama sonuç değişmemektedir: Çöplük büyümektedir![v] Adorno tam da bu süreci standartlaşma olarak tanımlamıştır: Ezgisel ya da sözel bir örüntü, tarz başarılı olduğu andan itibaren son ticari kırıntısına kadar tüketilir ve standartlarının billurlaşıp ortaya çıkmasıyla sönümlenir gider.[vi] Bu nedenle eğer sanatsal üretimlerin de birer meta (pazarda değişim değeri için üretilen mal) olduğunu kabul ediyorsak diğer metaların başına gelenlerin müziksel üretimlerin de başına gelmesini bekleyebiliriz.
Piyasa farklı olanı üretmek, tutabilecek, iş yapacak yeni tarzı yaratmak anlamında yaratıcılığı zorlamaktadır. Yine de bu zorlamanın piyasayla ilişkisinin iki boyutlu olduğunu görmek gerekiyor. Bir tanesi piyasa için farklı olanı üretmekse diğeri de piyasaya rağmen farklı olanı üretmek yönünde olabilir. Piyasa için farklı olanı üretme sürecinde bir sorun bulunmamaktadır. Ortaya çıkan üretim, farklı olan ürün bir süre için büyük bir patlama yapar, tutulur ve sonra tarihin tozlu sayfalarına bile karışmadan çöplüğe atılır. Pop müzik dünyasının işleyişi büyük oranda üret, patlat ve at sürecine uygundur. Yaz mevsimi için yapılan şarkılar, firmaların farklı isim ve tarz denemeleri, hep bu kategoride yer alır.
Piyasaya rağmen farklı olanı üretme süreci ise tek boyutlu olmanın ötesindedir ve karmaşa yaratmaktadır. Piyasaya rağmen farklı olanı üretmek hem müzik beğenisini daha farklı yerlere taşırken hem de piyasayı kendine doğru çekmektedir. Bu nedenle bir süre için de olsa özgürlük, bağımsız olma yanılsaması uyandırmaktadır. Örneğin Nirvana ve grubun bağımsız plak firması Sub Pop bir süre için bu yanılsamayı üretmiştir. Farklı olanı üretmişler ve müzik beğenisini hem de piyasasını kendilerine doğru çekmişlerdir. Daha sonra ise Sub Pop, arşivini ve katalogunu büyük bir plak firması olan Geffen’e satmıştır.
[vii]
Hayko Cepkin’in minnettarlığına geri dönecek olursak Hayko yaratıcılık için, yaratma isteği ve sürekliliği için rekabetin şart olduğunu söylemekteydi. Burada rekabet sanki iyi olanların kötüler arasında sivrilmesine ve böylece doğal bir seleksiyon ile farklı olanı üretebilenin ödüllendirilmesini, teşvik edilmesini sağlamaktadır. Bu modele göre her şey bir kendiliğindenlik içinde yuvarlanıp, ayıklanıp gitmektedir. Kafka’nın Ceza Sömürgesi’ndeki makinesi gibi.
[viii] Yanılsama, sanki aksamı ve işleyişi anlaşılamayan bir düzenekten yayılmaktadır. Bu nedenle bu sessiz ve sedasız makineye biraz daha yakından bakmak Hayko’nun Adorno’yla karşılaşmasına dair yardımcı olacaktır.

Piyasanın zorlayıcılığına karşı yaratıcılık
Denebilir ki piyasa rekabeti en azından yaratıcılığı teşvik etmektedir. Piyasanın zorlayıcılığının yıkıcı yanı için ve bu zorlayıcılığın dışında kalan yaratıcılığın serüveni için müzik tarihinde ve hatta Türkiye’de üretilen müziğin içinden birçok örnek çıkarılabilir. Hatta tek bir müziğin evrimi, yani caz müziğinin seyri cazı piyasalaştıran beyazların hamleleri ve bu müdahaleleri bertaraf etmek için müziğin sınırlarını yıkıp yeniden kuran zencilerin karşı hamlelerinden oluşur.
Cazın anlamı ve yapısı, işte bu süreç içerisinde [beyaz müzisyenlerin siyahların müziğini dönüştürdüğü süreç] değişime uğramıştır. 20’li ve 30’lu yıllarda müzik, temel popüler kültür ile iç içe geçtikçe… ince bir ayarla uysal bir gece kulübü müziğine dönüştürülmüştü. Beyaz swing bu sürecin doruk noktasını temsil eder: Zararsız, genellikle alçakgönüllü, daha geniş bir cazibeye sahip olan bu ritim, orijinal siyah kaynaklarının yıkıcı çağrışımlarının hiçbirisini içermeyen, arındırılıp düzeltilmiş bir üründü… 50’li yılların ortasına gelindiğinde ise New York sound müzisyenleri, dinlenmesi ve hatta taklit etmesi bile çok zor olan bir caz türü üreterek, beyaz kimliği sınırlamaya çalışmışlardı.
[ix]
Adorno 1941 gibi müzik piyasası açısından erken bir tarihte popüler müzik üzerine kendisinden sonra gelen her düşünürü etkileyecek bir makale yayınlar. Bu makalede özellikle popüler müzikle ilgili olarak üç iddia öne sürer: Standartlaşma, edilgen dinleyicilik ve toplumu bir arada tutan çimento olma.
Cazın yaratıcılığının sönmeye yüz tuttuğu iki dönemde (swing 30’ları ve füzyon öncesi 70’ler) de müzik piyasası sanatçıların zihinlerini tek boyutlu bir yaratıma daraltmıştır. İlkinde beyazların eğlence dünyası ağırlığını koymuştur, ikincisinde ise büyük satış rakamlarına ulaşan plak piyasası. İlkinde karşı ağırlık, piyasayı takmadan daha sertini çalmayı göze alanlardan, ikincisinde ise piyasanın dayattığı müziği kendi alanlarına çekip farklılaştıranlardan gelmiştir. Ama Hobsbawn’ın müziğin izleğine dair tespiti Hayko Cepkin’i haklı çıkartır gibidir. Direnişin yaratıcılığı beslediği bir müzik türü olarak cazın, piyasanın çok daha fazla biçim verdiği rock müziğinin gölgesinde geçirdiği değişimi anlattığı yazısında Hobsbawn, ticari kaygıların beslediği yenilik arayışına da dikkat çekiyor:
Sanat tarihinde sıkça görüldüğü gibi, belli başlı sanat devrimleri öncelsiz devrimlerden değil yenilik olgusunu ticari kaygılardan ötürü kullananlardan doğar. Erken dönem sinema filmlerinin kübizmden daha etkin biçimde devrimci olması gibi rock girişimcileri de müzik sahnesinde klasik ya da ‘free caz’ avandgardlarından daha derin bir değişim yaratmıştır.
[x]
Ancak sorun tam burada başlıyor: Değişimden ya da yaratıcılıktan ne anlamamız gerekiyor? Piyasa koşullarına yönelik olarak yaratılan her yenilik aslında bir süre için yenilikçiliğini koruyor olabilir ama tükenmekten de kurtulamıyor. Herhalde bu nedenle, kimi örnekler dışında rock müziği, pop müzikle birlikte, en çabuk tüketilen ve sıradanlaşan müzik oluyor. Yalnızca son on yılı düşünmek bile bu konuda aydınlatıcıdır: Birçok grup parlamış ve kayıp gitmiştir. Hiçbir müzik türünde, on yıl içine sığabilen bu kadar hızlı bir öğütme yoktur. Bu nedenle piyasanın yaratıcılığı teşvik ettiği söylencesine ihtiyatla yaklaşmak gerekiyor.

Piyasa ve körleşme: SıradanlıkBir ara sonuç olarak diyebiliriz ki piyasanın pazar ekonomisine bağlı rekabet ortamı bir tür yaratıcılığı içinde barındırır ve bu yaratıcılık sanatsal üretim için de geçerlidir.
Ancak piyasa ve yaratıcılık arasındaki ilişki her dönem aynı boyutta olmuyor. Gitgeller yaşanmakta ya da ilişki uzun bir sürenin içinde salınmaktadır. Dönem dönem yaratıcılık piyasanın tek boyutluluğuna karşı farklı yönlere giriyor ve piyasa da bu yeni yönelimi hemen ardına düşüyor; pazara çekiyor. Yaratıcılığı inişleri ve çıkışları olan uzunlamasına bir süreç olarak görecek olursak piyasa bu eğrinin ancak tepe noktalarını kutsar, geri kalanını ise çöplüğe atar. Çünkü bir noktadan sonra bir dönem için farklı olan üretim iş yapan, para basan bir tarza dönüşür ve baskın eğilim (egemen paradigma) haline gelirken tüm odaklanma bu tarza çevrilir.
[xi] Caz uzun yıllar direnmiş ve bu ikilemin içinden hep kendisini değiştirerek çıkmıştır. Rock müziği ise önce kurulu düzeni tehdit eden bir isyankâr muamelesi görmüş, ama olanakları kısa sürede keşfedilince ana akıma eklenivermiş, hatta bizzat ana akımın kendisi olmuştur. Rock piyasanın kısırlaştırıcı etkisini iki dalgayla, punk ve grunge çıkışlarıyla aşmaya çalışmış ama tarzın oturmasıyla bu iki akım da eklemlenmiş ve yaratıcı enerjilerini kaybetmişler, kendi tekrarlarını yeniden ve yeniden kopyalayan taklitlere dönüşmüşlerdir.
Ancak piyasa işleyişi bir tek pop ve rock müzikle ilgilenmiyor. Piyasa tutunabilmeyi ister parasal anlamda olsun ister toplumsal saygı anlamında olsun getirisi yüksek olacak her alanda deniyor. Paranın gücünden ve yönlendiriciliğinden yaratıcılığının tehlikeye girdiğini fark edip ülkesini terk ederek önce Avrupa’ye yerleşen, ardından da müzikal yaratıcılığını köklerine, yani Afrika’ya dönmekle yeniden üreten ABD’li Dee Dee Bridgewater’ın Amerikan caz dünyası için söyledikleri kayda değer önem taşımaktadır:
Bence ciddi tehlike şu: Plak firmaları müziği fena halde sulandırıyor. Satmak istedikleri türde bir imge yaratıyorlar cazda: Ella ve Diana Krall. Müziği kontrol etmek istiyorlar. Ruhu, fikirleri olan sanatçılar birer birer büyük şirketlerin listesinden siliniyor… Ama caz dinleyicileri şunu bilmiyor: Biraz yeteneğin yanısıra Diana Krall efsanesi tamamen bir pazarlamanın ürünü. Tam 15 milyon dolar harcadılar bu ismi yaratmak için.
[xii]
15 milyon dolar bir baskıdır ve piyasa, işleyişi anlaşılmayan bir baskı aygıtıdır. Piyasanın baskısı, aslında küçük bir azınlık için yaratıcılık kanallarını serbest bırakırken çoğunluğu ise aynı tarza yönelterek, mecbur bırakarak köreltmekte, kısırlaştırmaktadır. Ancak tüm bu aksan uzun bir dönem (yaklaşık 10-15 yıl) içinde tamamlandığı için tabloda hep bir yaratıcılık bulunmaktadır. Tepe noktalarından kalan yaratıcılık büyük kısırlaşmayı ise örtmektedir. Kafka’nın makinesi gibi sıradanlık öylece dönmeye devam etmektedir.
Aslında ortaya yavaş yavaş bir döngünün haritası çıkmaktadır. Rekabet ve piyasa tarzın metalaşarak kalıplaşmasını sağlamaktadır; eski tarzın sıradanlaşması ilgiyi azaltmaktadır; azalan ilgi farklı yönlere kaymaktadır; farklı yönlere uzanan ilgi yeni kaynaklar bulup çıkarmaktadır; kaynaklar (caz, rock, blues, şanson, metal, etnik vb.) işlenmekte ve yeni üretimler kendine alan aramaktadır; çağın ruhuna uygun yeni üretim paylaşılmakta ve yayılmaktadır; rekabet ve piyasa tarzın metalaşarak kalıplaşmasını sağlamaktadır. Böylece döngü bir çevrimini tamamlamaktadır. Üreten kişinin bu döngünün iki safhasında aklını çalıştırması ve yaratıcılığını özgür bırakması gerekmektedir. Kaynakların bulunması ve işlenmesinde! Ancak döngünün boşlukta döndüğünü düşünmek özgürlük yanılsamasına yol açmaktadır. Çünkü piyasa her safhaya eşlik etmektedir. Kaynakları belirlemekte, sınıflandırmakta ve iş yapan ya da iş yapma olasılığı olana yol vermektedir. Yaratıcılık görünmez bir filtreden sürekli süzülmektedir. Hayko Cepkin’in teşekkürü, fitrenin içinde gömülüp kalmakta ve büyük kısırlığı görünmez kılmaktadır. Büyük kısırlığı görmek için son olarak Türkiye’deki rock müziğine bakmak yararlı olabilir. Türkiye’de müzik piyasası artık bir zamanlar yüzüne bakılmayan bu tarzın sırtında sürüklenmektedir ve birçok isim aynı kalıplar içinde sıkışan bir müzikte şansını denemektedir: Badem, Yüksek Sadakat, Gece Yolcuları, Sakin, Malt, Emre Aydın vb. Uzayan isim listesinin tamamında klişeleşmiş bir tarzın kendisini şarkı sözlerinde, kliplerde, baygın bakışlarda, sert duruşlarda yeniden ve yeniden ürettiğini görebiliriz. Binlerce genç aynı tarzı denemekte ve yaratıcılıklarını körleşerek kaybedip gitmektedir. Üç akortlu mucizeler, gitar soloyu en hızlı atma ya da kitleye ulaşma çöplüğü içinde solup gitmektedir. Yüzlerce genç insan, birbirinin aynısı olan ve daha önce yüzlerce, binlerce kez yapılmış bir müziği bozuk plak misali yeniden ve yeniden çalmaktadır. Saksıyı çalıştıranlar ise aslında bu sıradanlığa teşekkür etmektedir. Saksıyı çalıştıranlardan Hayko Cepkin, bu nedenle albüm kapağında gerine gerine müzik, yaratıcılık ve piayasa ilişkilerine dair Adorno’ya dil çıkarmaktadır.
Değiniler:[i] Adorno T. On Popular Music. [Makalenin erken olması II. Dünya Savaşı’ndan sonra hızla değişen müzik dinleme ve tüketme alışkanlığından önce yazılmış olmasıyla ilgilidir ve her ne kadar kaleme alındığı tarihlerde organizatörleri, plak firması sahipleri, menejerleriyle oldukça büyük bir müzik piyasası kendisini her yerde hissettirmekteyse de 50’li yıllarda ortaya çıkan radyo, jukebox, plak gibi geniş tüketim imkânlarıyla donatılmış müzik piyasasının yanında daha ufak kalmaktadır. Bu nedenle Adorno tıpkı Marx gibi malzemenin aldığı yeni biçimleri görmemiş ama ön sezmiştir. Ya da yazdıklarında müzik piyasasının ancak daha az örgütlü bir halinin imgesi bulunabilir. Bu nedenle Adorno’nun yayınladığı makale, Hayko Cepkin’in dile getirdiği müziğin ekonomi politiği ile sanatçının yaratım süreci arasında nasıl bir ilişki olduğu sorusunu dert edinen ilk Marksist yayındır.][ii] Storey J. Cultural Studies and the Study of Popular Culture. 2nd edition, Edinburgh University Press, 2003. Sf. 111-112.[iii] Adorno T. On Popular Music. Sf. 197-198’den aktaran Storey J. Cultural Studies and the Study of Popular Culture. 2nd edition, Edinburgh University Press, 2003. Sf. 111.[iv] Frith S. Sound Effects, London: Constable, 1983’den aktaran Storey J. Cultural Studies and the Study of Popular Culture. 2nd edition, Edinbuewrgh University Press, 2003. Her ne kadar kaynak tarihi oldukça geçmişte kalmış olsa da müzik piyasası denilen dünyanın en canlı olduğu bir dönemden (MTV’nin yayın hayatın başlaması; Michael Jackson ve Madonna ile pop müziğin patlaması gibi) bilgi aktarıyor olması %10 düzeyinin olası en iyi düzey olabileceğini düşündürtüyor.[v] Teknolojik gelişmeler sayesinde elektronik markete dönüştüren dünyada bilgisayarlar 2-5 yıl arasında, cep telefonları 18 ayda, dayanıklı tüketim malzemeleri ise 15 yılda elektronik atık (e-atık) olarak çöpe atılıyor. [Kaynak: Radikal, 10.08.2008 tarihli sayı][vi] Adorno T. On Popular Music. Sf. 202’den aktaran Storey J. Cultural Studies and the Study of Popular Culture. 2nd edition, Edinburgh University Press, 2003. Sf.111[vii] Çeker A. Kurt Cobain ve Seattle Olayı. Altıkırkbeş Yayınları, 2005 [Çok kötü yazılmış, derlenmiş bir kitap ama küçük ve bağımsız bir plak şirketi olan SubPop ile büyük bir katoloğa sahip Geffen arasındaki pazarlığa dair bilgi edinilebilir.][viii] Ümit Ünal’ın “9” filmi, Franz Kafka'nın Ceza Sömürgesi’nden, tüm filmin ve aslında günümz toplumunun içine işlemiş bir alıntıyla başlar: “...ama çıt çıkmıyordu, en küçük bir uğultu bile duyulmuyordu. Makine böylesine sessiz çalıştığı için dikkatinizi çekmiyordu.”[ix] Hebdige D. Altkültür: Tarzın anlamı; çev. Sinan Nişancı; Babil Yayınları, 2004, sf. 49[x] Hobsbawn E. Sıradışı İnsan: Direniş, İsyan ve Caz; çev. Işıtan Gündüz, Bulut Yayınları, İstanbul, sf. 364.[xi] Thomas Kuhn, bilimsel gelişmeler için kabaca döngüsel bir model önermektedir: Bilimsel paradigmanın ortaya çıkması, yerleşmesi, egemen görüş haline gelmesi ve daha sonra bu paradigmaya karşı tekil eleştirilerin ortaya çıkması, geliştirilen eleştirilerin yaygınlaşması, eleştirilerin yeni paradigmaya yol vermesi, yeni bir bilimsel paradigmanın ortaya çıkması. Benzer bir döngüsel model belki sanatsal tarzlar için de öne sürülebilir. Kuhn T. Bilimsel Devrimlerin Yapısı; çev. Nilüfer Kuyaş; Kırmızı Yayınları, 2006.[xii] S. Dee Dee Bridgewater: Plak firmaları Diana Krall efsanesini yaratmak için 15 milyon dolar harcadı; Nisan 2002; (http://www.muziksoylesileri.net/) Bu söyleşinin İş Sanat kapsamında, yani bir bankanın himayesinde gerçekleştirilen bir konser için yapılması ise söylenenleri bir kısır döngü içine hapsetmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder