Haftanın ruhunu anlatan bir kare olarak önümüze düşüverdi dün Hatay’da kendini ateşe veren babanın fotoğrafı*. Çığ altında kalanları kurtarmaya giderken çığ altında kalabilen, uçağı havada değil yerde düşebilen bir ülkenin insanlarıyız ya bembeyaz bir sis bulutunun içinde yere kapanmış o insanda kendimizi buluverdik hızlıca. Daha hikayesini bile bilmeden biz de yandık, biz de kahrolduk.
“Çocuklarım aç!” diyen bir baba kendini ateşe vermişti ya biz o aç çocuklardık sanki. Sanki o babaydık her birimiz. Sanki o duman bulutunun ortasında, tek başına yere kapaklanan “biz”dik. Fotoğraf, içimize işledi, içinizdekilere ses oldu. Halimizi anlattı: “tek başına” kalmış çaresizliğimizi ve başımıza gelen afetleri.
Sonra fotoğrafın haberine ve açıklamalarına baktık. Başka bir şeyler duymak ister gibi. Ama fotoğraftaki sise, dumana daha çok battık.
Haberlerde, açıklamalarda kendini ateşe veren kişinin aldığı sosyal yardımlara ve “psikolojik rahatsızlıklarına” vurgu yapılıyordu. Sanki yapacak bir şey yoktu. Yoksulluk ve “bozuk” psikoloji kurulu bir zemberek gibi işlemiş ve “tüm çabalara” karşın o fotoğraftaki görüntüyü, hiç de arzu edilmeyen sonucu ortaya çıkarmıştı. Hepsi buydu!
Doğrudur, ülkemizde o tanımlamalarla yaşayan 20 milyon insan var: Sosyal yardım alan, hayatı yokuş aşağı inen, bir türlü toparlayamayan, boşanan, göç eden, içeri giren, psikolojik rahatsızlık yaşayan... O fotoğraftaki baba da onlardan birisiydi işte. Anlaşılan o ki “ikna edilmeye” çalışılmıştı. “Tamam, iş bulacağız” denilmişti. Ama “çocuklarım aç” diyen baba durmamıştı. Milyonlar duruyorken o durmamıştı ve durdurulmamıştı! Ve sonrasında da içimize işleyen o kareyi ortaya çıkaran anlar yaşanmıştı.
Açıklamada, haberlerde bunlar vardı ama anlamaya ve anlatmaya yetmedi hiç biri. Hatta, o karelerde anlatılanların “olay psikolojiktir” ile örtülmeye çalışıldığı düşünüldü. Esas olarak “ekonomik zorluklar bulunabilir ama sebep bunlar değil bozuk olan psikolojidir” denildiği düşünüldü. Doğrudan dile getirilmese de bu “açıklama” bir iç ses olarak dolaşıma girdi.
O kadar tanıdık, o kadar bildik ki! Boşuna değil tabii ki bu iç sesin çıkıp gelmesi. Adeta kendi sesimiz, kendi düşüncemiz: “Hocam! İyi, güzel de milyonlar yaşamıyor mu aynı ekonomik zorlukları? Kimse çıkıp da kendini yakmıyor, atmıyor, asmıyor. Herkes bir biçimde uyum sağlıyor. Sağlayamayanlara ne oluyor? İşte o bozuk psikolojileri ile bu tür olayları yaratmıyorlar mı?”
Doğrudur. Belli bir açıdan bakınca her şey böyle görülebilir. Hele de “bireysel” trajediler! Toplumsal ağırlıklarımızdan sıyrılmanın en kolay olduğu haller bu “bireysel” trajediler değil mi? Psikolojisi bozulmuştur, yakmıştır, yanmıştır, atlamıştır, asmıştır ve delirmiştir. Hepsi bu! Yoksa kör topal da olsa işleyen şu düzende, toplumda bir sorun yoktur! Haşa ve kella!
Ve doğrudur: geciktikçe kurtuluş, bozulmaktadır psikolojimiz. Ve bu öyle bir bozulmadır ki altta kalanın canının çıktığı bir eğri gibidir artık psikoloji. Uzamış bir eziyet gibi artmakta olan, işte bu psikolojidir. Alabildiğine sınıfsal, alabildiğine eşitsizliklere dayanan ve alabildiğine acımasız.
Evet, bu anlamda da kesinlikle doğrudur; olay psikolojiktir. Ve bu psikolojinin iki sınıfı bulunmaktadır: bir sınıfın psikolojisi har vurup harman savurmaya dayanırken diğer sınıfın psikolojisi ise sabır ve şükür arasında gidip gelmektedir. Trajedi de buradan çıkmaktadır.
Ve ilki öyle bir psikoloji ki şu az yukarıdaki iç ses olarak kolayca içimize yerleşmektedir: “Ne olmuş yani? Bizim de çocuğumuz aç. Biz böyle, senin/sizin yaptığınız gibi başkalarının gözüne sokuyor muyuz bunu? Gürültü çıkarıyor muyuz?”
Zaten en çekilmez acı yoksulun acısı değil mi? Tüm o çekilmez gürültüyü uyum sağlayamayanların çıkardığı düşüncesi, o rahat sınıfın bakışı olarak tüm topluma sirayet etmiyor mu?
Ve har vurup harman savuranın psikolojisi öyle kolay ki her çatlaktan içeri sızıyor: “Bu ülkede aklını kullanan aç kalmaz, açıkta kalmaz arkadaş!” Dünkü kare gibi rahatsız edici durumlara tam da aklını yeterince kullanamayan, güçlü olamayan, iradesini kaybetmiş zayıflar neden oluyor! Böyle diyor egemenlerin psikolojisi. “Yoksa aklı başında birisi hiç böyle şeyler yapar mı?”
Yapar mı? Ne diyor rahat sınıfın psikolojisi: “Aklı başında biri uyum sağlar!” Uyum sağlar ve sonra da altta kalmamak için, altta kalmadığını düşünebilmek için çırpınır. Bütün hayatı boyunca. Tek başına. Milyonların arasında!
Milyonlarca yalnız aynı anda, yan yana çırpınır durur! Bozuk olan psikoloji tam da budur!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder