Kitle psikolojisi denince insanın aklına önce Gustave Le Bon geliyor. Fransız sosyal psikolog, sosyolog ve fizikçi. Tipik bir 19. yüzyıl sonu bilimcisi, düşünürü: Parlak, derinlikli ve düzenin sağlam bir temsilcisi. İngiltere’de yaşasaydı kesin “sir” ilan edilirdi ama Fransa’da Légion d'honneur verilmemiş kendisine. Gerçi ihtiyacı da olmamış. Hep çok yazar, çok satar ve çok konuşulur olmuş.
En meşhur kitabı “Kitlelerin Psikolojisi”. Diğerleri artık pek bilinmez. Ama İslam’dan sosyalizme kadar her şeyin psikolojisini de yazmış Le Bon. Hatta bir fizikçi olarak (evet, 1890-1910 arası [hatta daha öncesi] böyle bir dönem; aynı zamanda hem psikolog, hem sosyolog hem de fizikçi oluyormuş insanlar) maddenin evrimi üzerine de yazmış ve yazdığı kitap kısa sürede 12 baskı yapmış.
Bizi ilgilendiren kısmı ise kitlelerin, kalabalıkların psikolojisi üzerine yazdıkları. Bir söylentiye göre kitabı aslında önce bir rapor olarak Paris polisi için kaleme almış. İşte kitleler [siz bunu işçi sınıfı, yani zincirinden başka kaybedecek bir şeyi olmayanlar olarak okuyun] nasıl davranır, neden taşkınlık yapar vs. diye. Ama çok ilgi görünce basılı hale getirmiş. 1895’te. Komün’den 14 yıl sonra. Zaten kitapta Le Bon’un komün ve kitle (siz bunu artık tabii ki proletarya olarak okuyorsunuzdur) alerjisi hemen hissedilir. Le Bon, ayaklananları hiç sevmemiş.
Kitap aslında tam anlamıyla “ucuz” bir kitap. Salon kitabı. Görkemli, şaşalı ve kof. Ama öyle tılsımlı yerleri, sözleri var ki yüzyıldır halen bir referans noktası. Mesela demiş ki “Kitleler asla gerçeğe susamış değildir. Her kim ki onları yanılsamalarla beslerse kolayca efendileri olur ve her kim bu ilüzyonu bozmaya kalkışırsa kitlelerin kurbanı olur!” Günümüze uymadığı, hatta şu son haftaları birebir tarif etmediği söylenebilir mi! Hayır.
Tam tersine Le Bon’un yazdıkları, emekçi halka ve okumuş, yazmış kesime dair gözlemlerinde çok isabetli saptamalar var, günümüzde de halen geçerli olan. Le Bon böylesi etkili bir referans. Kitleler söz konusu olunca ne üstünden geçebiliyorsunuz ne de çürütebiliyorsunuz.
Tam da bu sebeple mesela Freud da ciddiye almak zorunda kalmış Le Bon’u. Hem de “ucuz” bulmasına rağmen. Ve 1921’de Kitle Psikolojisi ve Ben Analizi’ni yazmış. Daha derinlikli kavramaya çalışmış kitle psikolojisini.
Le Bon kitlelerin alışkanlığını, unutkanlığını, övülmeye olan düşkünlüğünü, toplumsal ve siyasal olaylar karşısında bir aile sofrasında bir araya geliyormuşçasına kendilerinden geçebilmelerini de iyi görmüş. Bu nedenle hep bir referans noktası olmuş.
Kitle psikolojisi dediği, Le Bon için daha “yerel” bir zihin hali. Hatta sadece Paris’ten, Paris’te de belli bir zümreden ibaret bir zihin hali. Ama neredeyse yüzyıllık gözlemler çıkarmış o Paris’ten. Zaten kapitalizmin tam da böyle bir şey: tüm toplumları aynı psikoloji etrafında buluşturabiliyor. Düzlüyor da diyebiliriz buna. 1890 Paris’inden 2019 Türkiyesi’ne dümdüz bir psikoloji çıkabiliyor. Bu arada Le Bon’un Fransız olmasına şaşmamak lazım. Marksizmin üç sacayağından birisi değil mi Fransa’nın siyasi gelgitlerle dolu sınıf mücadelesi tarihi.
Arada fark yok mu? Yani günümüzle, kapitalizmde sınıf mücadelelerinin ve kitle psikolojisi denilen ortak duygu, düşünce, davranış halinin erken dönemleri arasında fark yok mu? İnsan Le Bon’un kitabını okuyunca “bir fark yok” diye düşünüyor. Aynı aktörler, aynı yanılsamalar, aynı sürüklenmeler. Ama sanırım şöyle bir fark var: Günümüzde kitle “ruhu” çok daha uçucu. Hızla yayılıyor ve hızla da form, biçim değiştiriyor. Sosyal medya kitle ruhu için, bu hızla oluşan ve hızla da dağılan hal için çok uygun bir ortam.
Örneğin Geçtiğimiz hafta içinde garip bir olay oldu. Salı gecesi Twitter üzerinden bir haber yayıldı: ABD, AB, Rusya ve Çin’de olağandışı hareketlilik var diye! Neredeyse sadece Türkiye içinde paylaşılan bu haber yabancı ajanslarda bu haliyle hiç yer almadı. Daha doğrusu “olağandışı” bir analize konu bile edilmedi.
Ama muhtemelen bu bir iki saatlik heyecanın kendisi bir “deneme”ydi. Sanal da olsa sosyal bir ortamın nasıl galeyana gelip yatışabileceğini ve hatta olan biteni kısa sürede nasıl da unutabileceğini gösteren bir denemeydi. En naifiyle...
Le Bon mezarından kalkıp gelse ve kapitalizmin medya, reklamlar ve sanal alem yoluyla devasa bir beyin yıkama ve kitle yönlendirme aracına dönüştüğünü görse sanırım kısa bir anlığına da olsa şaşırırdı. Sonra da yapıştırırdı: “Kitleleri aynı anda hem yönlendirmek hem de tüm insiyatif kendilerindeymiş gibi hissetmelerini sağlamak hiç bu kadar kolay olmamıştı!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder