29 Nisan 2019 Pazartesi

Yeni sinir hücresi oluşumu Alzheimer için umut olabilir mi?


Yaklaşık 30 yıl kadar önce sinir hücresi oluşumunun anne karnında olup bittiği ve erişkinlikte yeni sinir hücresi oluşmadığı düşünülüyordu. Ama artık biliyoruz ki sinir hücreleri çoğalabiliyor ve yeni sinir hücreleri oluşumu, yani nörogenez erişkilik boyunca da devam ediyor.

Yeni sinir oluşumunun keşfi beynin sınırlı rejeneratif kapasitesi olduğu yanılmsamasına da son vermişti. Yaşamın hemen her aşamasında dinamik bir değişim gösteren beyin için aksi de düşünülemezdi ama uzun yıllar boyunca daha çok sabit olduğu, pek değişmediği düşünülürdü.

Yeni sinir hücresi oluşumunun gerçekleştiği beyin bölgelerinin başında hipokampus geliyor. Bellek işlevlerinden sorumlu olan bu beyin bölgesinde erişkinlik boyunca yeni nöron oluşumu devam ediyor. Yeni nöron oluşumunun yanı sıra sinir hücreleri üzerindeki dikensi çıkıntıların (dentritler) bellek kadar öğrenmede de önemli olduğu biliniyor. Alzheimer gibi hastalıklarda ise hipokampus işlevleri etkileniyor ve bireyler bellek ve öğrenme sorunları yaşamaya başlıyor. Bu nedenle Alzheimer gibi hastalıklarda erişkinlik boyunca hipokampusta neler olup bittiğini anlamak önem taşıyor.

Bellek ve öğrenme yaşamboyu devam eden bir beyin işlevi. Bu nedenle bir tek erken çocuklukta ya da ergenlikte değil ileri yaş dönemlerinde de hipokampus bölgesinde sinir hücrelerinin değişiminin devam etmesi gerekiyor. Ancak sürüp giden yeni nöron oluşumuna dair bilgi çok kısıtlıydı. İşte geçtiğimiz günlerde yayımlanan bir araştırma ileri yaş dönemlerinde bile yeni sinir hücresi ve dikensi çıkıntı oluşumunun sürdüğünü gösterdi.

Araştırma kapsamında beyin işlevleri açsından sağlıklı ve Alzheimer hastalığı olan kişilerin beyin dokuları ölümlerinden sonra incelenmiş. Her iki grupta da yeni sinir hücresi oluşumuna dair neredeyse 90’lı yaşlara kadar süren bulgulara rastlanmış. Hatta bir kısmında yeni sinir hücrelerinin olgunlaşmaya devam etmekte olduğu gözlenmiş. Alzheimer Hastalığı olan bireylerde ise hem yeni sinir hücresi oluşumunun hem de yeni oluşan hücrelerin olgunlaşmasının daha yavaş ve az sayıda olduğu görülmüş.

Şimdi dikkatler Alzheimer Hastalığı’nda yeni sinir hücresi oluşumunu yavaşlatan ve bozan faktörlere çervilmiş durumda. Eğer yeni sinir hücresindeki yavaşlama Alzheimer gibi hastalıklara yol açıyorsa erken yaşlardan itibaren bu yavaşlamayı öngörmek ve belki de engellemek mümkün olabilir. Keza 2050 yılında ileri yaş grubunda en önemli sağlık sorununun Alzheimer gibi beyin işlevlerinde ciddi bozulmalar yapan hastalıklar olacağı düşünülmekte. Türkiye gibi yaşlı nüfusu giderek artan ülkeler için bu öngörü gelecekte önemli bir toplum sağlığı sorununun belirmekte olduğuna işaret ediyor.


İlgili makale: Moreno-Jimenez ve ark. (2019) Adult hippocampal neurogenesis is abundant in neurologically healthy subjects and drops sharply in patients with Alzheimer’s disease. Nature Medicine 25: 554–560.

22 Nisan 2019 Pazartesi

Canlılık ve bilinç üzerine ilginç bir deney


Canlılık nedir ve bilinç nerede başlar? Bunlar oldukça eski sorular. Yeni bir araştırma, vücuttan tamamıyla çıkarılan domuz beyinlerinin saatler sonra bile belli bir teknikle yeniden canlılık belirtisi gösterebildiğine işaret ediyor. Bu deney, ölüm ve bilinç hakkında bilmsel bir çok soru işaretinin yanı sıra etik ve hatta yasal tartışmaları da beraberinde getiriyor.
Beyin ölümünün bir son olduğuna meydan okuyan araştırmacılar, ölümünden dört saat sonra domuz beynini tekrardan canlandırdılar. Fakat bu çalışma etik ve ölümün doğasıyla ilgili birçok soruyu da gündeme getirdi. Tıbbi açıdan ölümü gerçekleşen insanlar ve organ nakli için mevcut yasal ve medikal yöntemlere kadar birçok tartışmayı kapsamakta.

17 Nisan’da Nature'da domuzlar ve beyinle ilgili yeni bir çalışma yayımlandı. Yale Üniversitesi’nden bir grup araştırmacı kan pompalayan bir sisteme beyni bağlayarak geliştirdikleri bir teknikle organı yeniden canlandırmayı başardılar. Bu teknik bazı önemli fonksiyonların, hücrelere enerji sağlanması ve atıkların giderilmesi, yeniden yapılandırılmasında ve beynin iç yapısının korunmasına da yardımcı oldu.

Genellikle bir insanın ölüm koşulları beyin aktivitesinin sonlanması ya da kalp ve akciğerlerinin durması biçiminde düşünülür. Aynı zamanda beyin aşırı miktarda kan, oksijen ve enerjiye ihtiyaç duyar. Bu maddeler olmadan geçirilen çok az bir zaman bile beyinde geri dönüşü olmayan hasarlara yol açabilir.

20. yüzyılın başlarından itibaren araştırmacılar kalp durmasının ardından beyni canlı tutmak için soğuk tutmak ya da kan pompalayan veya onun gibi ikame edici bir sisteme bağlamak gibi çalışmalar yaptılar. Fakat beynin sonradan ne kadar iyi çalışacağı ise belli olmuyordu. Ardından yapılan başka çalışmalarla birlikte görüldü ki beyin ölümü gerçekleştikten sonra beyinden alınan bazı hücreler protein üretmeye devam edebiliyor. Bunun üstüne Yale Üniversitesi’nden sinirbilimci Nenad Sestan şu soruyu ortaya attı: “Ölümden sonra tüm beyni yeniden aktif hale getirebilir miyiz?

Sestan ve ekibi bu çalışmayı 32 domuzla gerçekleştirdi. Ekibiyle birlikte ölü olan bu domuzların beyinlerini kafataslarından çıkartıp özel bir alana yerleştirdi. Ölümlerden dört saat sonra beyin damarlarına ve atardamarlarına uygun sıcaklıktaki koruyucu bir çözelti vermeye başladı.

Araştırmacılar BrainEx dedikleri bir sistemle beyin hücrelerine besin ve oksijen sağladılar. Bu yöntem nöronların yeniden aktive olmasını ve hasar görmesini önleyen bazı kimyasallar da içeriyordu. Deney boyunca beyinlerin elektriksel aktivitesini gözlemlediler ve organın bilincini geri kazanabileceğine dair işaretler görürlerse anestezi ile uyutmaya hazırdılar.

21 Nisan 2019 Pazar

Mazbata’dan Notre-Dame’a


Çalışıyor makine. Sessiz ve sakin.

Biraz gıcırdayarak belki ama çalışıyor yine de makine.

Diyeceksiniz ki ne lakası var makine ile mazbatanın, Notre-Dame’ın. İnce bir çizgi var aralarında, hepsi bu. Kimi zaman kör gözüm parmağına önümüzde olup biten kimi zaman da hiç farkedilemeyen. Öylece sürüp giden.

Peki, nerede bu ince çizgi? Bir anlığına da olsa nasıl görünüyor?

Öncelikle sevinçten başlayalım. Oyların yeniden sayılması ve mazbata meselesi “çözüldü” ya geniş bir toplam heyecanla karşıladı bu gelişmeyi. Ne güzel. Sevinmek kötü değil. Hava gibi su gibi bedava sevinç de. Gerçi su çoktandır bedava değil ama çok hasretler birikti memlekette. Sevinmek de bu hasretin bir parçası. Ama… Ama işte!

Hasret ve sevinç arasında neyin ne olduğu kaynadı gitti. “İstanbul hakkı olanı aldı” bile dendi ya İstanbul’un neleri hakettiği unutuluverdi. Hakikaten yıkılacak olan haramilerin saltanatıydı da haramiler kimlerden oluşuyordu? Hatırlayanlar var, iyi ki.

Her konuda yanılmaktan bıkmayan “gazeteciler” ise olan bitene, bu sevince yamuk bakanları “mücadele düşmanı” ilan etti. İki seneye kalmaz “yanılmışım” diyecekler; o ayrı. Ama bu “halden anlar” görünen insancıl eleştiri de yoluna devam edecek. Anlamayarak, meseleyi hep anlamayarak.

Mesele ise şu: İnsanların umutlu olmasıyla değil umutlarının çalınmasıyla ilgili mesele. İnsanların mücadele etmesiyle değil mücadelelerinin bir başka müteahhidin kollarında bitmesiyle ilgili. İtiraz, uyarı, beğenmeme, her ne diyorsanız, o işte buna.

14 Nisan 2019 Pazar

Akli Denge


Tabii ki gerekli. Ama şart değil. Yani yaşamak için. Öte yandan akli dengenin keyifli, doyumlu yaşamak için şart olup olmadığı belki tartışılır ama gerekli olduğu da açık.

Gerçi keyif, günümüz koşullarında tam bir dayatmaya dönüştü. Haz, keyif, doyum ertelenemez, olmazsa olmaz bir gerekliliğe dönüştü. Bunu da atlamamak lazım. Daha doğrusu yaşamayı sadece bunlar üzerine kurma tuzağına düşmemek lazım. Ama akli denge yine de olsa iyi olur diyelim ve bunun bireysel değil toplumsal bir iş olduğunu da belirtip geçelim.

Tabii bu devirde dengeyi tutturmak kolay değil. Mesela kızına ne olduğunun yanıtını arayan bir babanın akıl sağlığı konu edilmişken dengeyi tutturmak zor. Hem meslekteniz, az çok biliriz. Akıl sağlığını tespit etmek için psikiyatriye danışılır. Ve bir babanın aklı başında mı diye bilirkişilik yapmanın bin yolu vardır. Ama hassas konu. Akıl sağlığı söz konusu oldu mu elimizde endaze yok. Sadece aklımız var. Ve bir de yüreğimiz. İşte o yüreğin de terazisini şaşırtmamak lazım. Dengeyi şaşırtanlara da kanmamak lazım. Dengeyi şaşırtanlar ise malum, çok var.

10 Nisan 2019 Çarşamba

Esrar ve psikoz ilişkisi açık değil mi?


Türkiye’nin de gündemine farklı şekillerde sık sık giren esrar "zararsız" olarak görülebiliyor. Hâlbuki şizofreni gibi psikotik bozukluklara yol açabildiği iyi biliniyor. Yakın zamanda Brezilya’dan Hollanda’ya farklı ülkelerde yapılan bir araştırma, günlük esrar kullanımının psikotik bozukluk riskini üç kat arttırdığına işaret ediyor. Bu risk "yüksek etkili esrar" kullananlarda daha belirgin: Yüksek etkili esrar kullanımı psikoz riskini beş kat arttırıyor!

Esrar Türkiye’nin gündemine sık sık giriyor. Geçtiğimiz yıllarda Jamaika, Bonzai gibi sentetik türlerinin kullanımına bağlı gündem olan esrar, yakın zamanda tıbbi amaçlı ekimi için gündeme geldi. Samsun’un Vezirköprü ilçesinde ekimi planlanan ve 10 milyar dolarlık bir cironun hedeflendiği düzenlemenin gündeme gelmesinden sonra ise esrarla ilgili “çok da zararlı olmadığı”na yönelik haberler çıkmaya başladı. Ancak araştırmalar aksini söylüyor. Esrar kullanımı çeşitli psikiyatrik sorunları beraberinde getiriyor. Özellikle de psikotik bozuklukları.

Psikoz, gerçeği değerlendirmenin bozulduğu psikiyatrik bir durumdur. Şüphelenme, alınma gibi düşünceler (sanrılar) ya da olmayan sesler duyma gibi algılar (varsanılar) ortaya çıkabilir. Psikoz geçici olabileceği gibi şizofreni gibi uzun süreli bir psikotik bozukluğun parçası da olabilir. Esrarın psikozu tetiklediği ise 19. yüzyıldan beri biliniyor. Kullanımı sırasında ya da daha sonrasında sanrılara ya da varsanılara yol açabiliyor. Bu nedenle şizofreni gibi kalıcı psikotik bozukluklara neden olabiliyor.

Esrar özellikle genç kuşak arasında merak edilebiliyor; ancak özellikle uzun süreli kullanımında şizofreni riskini arttırıyor. Öte yandan esrarın beyindeki nörokimyasal etkileri içeriğindeki tetrahidrokannobinol (THC) isimli bir başka kimyasal maddeye bağlı.

Bu madde hem esrarın “keyif verici” etkilerini ortaya çıkarıyor hem de psikozu. Araştırmalar son yıllarda üretilen esrarların içindeki tetrahidrokannobinol (THC) oranının giderek arttığına dikkat çekiyor. 1970’lerde yüzde 5 olan bu oran yakın zamanlarda yüzde 20’lere kadar arttığına işaret ediyor. Bu artış ise hem kullanan kişinin daha çok “keyif” almasına hem daha fazla bağımlı olmasına hem de psikoz için daha fazla risk altına girmesine neden oluyor.

Psikoz risk artışı ise bu tür yüksek potensli esrarlarda daha belirgin. Esrarın içindeki THC maddesi arttıkça şizofreni gibi psikotik bozukluklar daha çok görülüyor. Ancak bugüne kadar esrar kullanımının farklı toplumlardaki psikotik bozukluk sıklığını nasıl etkilediği bilinmiyordu. İşte Lancet Psychiatry'de yayımlanan yeni araştırma bu soruya yanıt veriyor.


6 Nisan 2019 Cumartesi

Mark Hollis ya da The Art of Disappearing Completely


Bazen önyargılı olmak bazı şeyleri ıskalamaya neden oluyor ne yazık ki!

Çok değil, birkaç ay önceydi. Guardian ve diğer İngiliz haber kanallarında 64 yaşında hayatını kaybeden bir müzisyenden bahsediliyordu. Adını hiç duymamıştım. Önemli birisi olmalıydı çünkü hem ölüm haberi sürmanşetten veriliyordu hem de hakkında ardı ardına yazılar çıkıyordu. Anlaşılan İngilizler için önemli birisiydi. Ama haberlerde “pop grubu Talk Talk’un solisti” diye geçtiğinden gözucuyla şöyle bir bakıp geçmiştim. Sıkıcı İngiliz pop müziğinin bir başka starıydı belli ki!

Aradan haftalar geçti. Kış geride kaldı. Hatta seçimler geride kaldı. Herkes bahar havasına girdi. Isıtan bir güneş gibisi yoktur. Hele de uzun bir kışın ardından geliyorsa. Bendeki kış devam etse de yağmurlar, tekrar yağmurlar ve de dinmeyen ayazlardan sonra olup bitenler değil ama güneş iyi gelmişti.

Böylesi güneşli günlerde yollarda olmayı seviyorum. Bir de Radyo 3'te ya da Radyo Defteris'te (Radyo 3'ün Yunan versiyonu; kendisini geçtiğimiz yıllarda Radyo 3'ün içine edildiği günlerde keşfetmiştim) güzel müziklere denk gelmeyi. Gündüz vakti herkes hayat telaşının içine düşmüşken başka alemlere kısa bir gidiş-dönüş imkânı sağladığı için. Mesela geçen aylarda yine böyle bir öğle vakti Mohsen Namjoo'ya denk gelmiştim Radyo 3'te. Tabii ki o zaman deli yağmurlar vardı. Deniz kenarına çekip arabayı Zolf 2'yi dinlemiştim, çarpılmış gibi. Ve geçen haftalarda da acayip bir albüme denk gelmiştim: Jin Jin/Firefly. Bob Brozman ve Takashi Hirayasu'nun.

Neyse, bunlara sonra geleceğim. Aklımda. Ama şimdi bir kaç gün öncesinin güneşli öğle arasında döneyim.