Oturuyorduk, güneş uzaklarda, denizin üstünde batmak üzereyken.
Gökyüzünde tek tük bulut. Binbir renge bürünenerek öylece asılı duruyorlardı. Havada hafif bir esinti. Asma yaprakları oynaşmasa anlamayacağız.
Harabelerin arasından çıkıp geliyor. Dört bir yana dağılmış taşların, duvarların, mermerlerin üstünden sekerek. Tam önümüze geldiğinde düşecek gibi oluyor. Ama bir kaç adımda toparlanıyor ve yine zıplayarak uzaklaşıyor. Uçarı, kendi halinde.
Sordu, “Büyüyünce ne olur bu çocuk?”
"Kim bilir?” dedim.
Harabelerin arasından çıkıp geliyor. Dört bir yana dağılmış taşların, duvarların, mermerlerin üstünden sekerek. Tam önümüze geldiğinde düşecek gibi oluyor. Ama bir kaç adımda toparlanıyor ve yine zıplayarak uzaklaşıyor. Uçarı, kendi halinde.
Sordu, “Büyüyünce ne olur bu çocuk?”
"Kim bilir?” dedim.
“Kim bilir ama belli; esintisi, rüzgârı, fırtınası bol olacak."
Sustuk. Güneş batmıştı artık. Denizin üstünde belli belirsiz bir izi kalmıştı geriye. Bulutlar tek tek soluyordu. Bir an bir durgunluk oldu, kıpırtısız bir an. "Doğru ama rüzgâr vardır, gemi yüzdürür; rüzgâr vardır, gemi batırır.” dedim.
Havada hafif bir esinti oldu. O an. Saçlarımızı oynattı. Oynatmasa anlamayacaktık.
Sustuk. Güneş batmıştı artık. Denizin üstünde belli belirsiz bir izi kalmıştı geriye. Bulutlar tek tek soluyordu. Bir an bir durgunluk oldu, kıpırtısız bir an. "Doğru ama rüzgâr vardır, gemi yüzdürür; rüzgâr vardır, gemi batırır.” dedim.
Havada hafif bir esinti oldu. O an. Saçlarımızı oynattı. Oynatmasa anlamayacaktık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder