Seni biraz tanıyabilir miyiz?
1976 yılında Uşak’ta doğdum. İstanbul Üniversitesi işletme bölümünde eğitim aldığım yıllarda ayni zamanda Resim Heykel Müzesi Derneği’nde resim ve sanat tarihi derslerine başladım. Sonrasında Bilgi Üniversitesi Deneysel Sanat Atölyesi’ne 3 yıl devam ettim. Balkan Naci İslimyeli ile çalıştım. Bir süre reklam sektöründe çalıştıktan sonra tamamen resim yapmaya başladım. 2013 yılında İstanbul TürkerArt ve Ankara CerModern sanat galerilerinde "İnsan Yavrusu" isimli ilk kişisel sergimi açtım. Devamında Barcelona ve New York'ta çeşitli sergilere katıldım. New York School of Visual Arts Residency programına katıldım son olarak geçtiğimiz yıl İstanbul’da 'Toy' isimli ikinci kişisel sergimi açtım. Halen çalışmalarıma İstanbul Cihangir'deki atölyemde devam ediyorum.
Resimlerine de yansıyan çocukluk, özellikle de tedirgin ifadeleri olan çocuklar var. Ve bir yandan da donuk yüzleri olan çocuklar bunlar. Neden “İnsan Yavrusu” ve “Toy”?
Yıllardır "çocukluk" kavramı üzerinde okuyup, araştırıp üretimde bulunuyorum. Bunun da sebebi hayatımızın ilk evresinin geleceğimizi şekillendirecek kadar önemli olmasının yansıra özellikle içinde yaşadığımız coğrafyada çocuklar için çok fazla şey yapabileceğimize ve yapmamız gerektiğine olan inancım. Yani hem psikolojik hem de sosyolojik tarifiyle çok kıymetli bir konu olduğuna inanıyorum.
İlk sergimde çocuk yerine insan yavrusu demeyi tercih ettim, dünyayı yavrulayanların kontrolünde ve izin verdikleri ölçüde keşfetme sürecindeki çocukların ruh hallerini resmettim diyebiliriz. Toy sergisi de aslında serinin devamı gibiydi. 'Toy' kelimesi hem Türkçe anlamı hem de İngilizce anlamının birleşimi ve kesişimi bana tam istediğim başlığı verdi. Şöyle ki çocuk hem bir tarafıyla deneyimsizliğin sinirlendirdiği becerileriyle hayatta varolmaya çalışırken bir taraftan da oyun dünyasının kaçınılmaz cazibesi ve hayal gücüyle kendine güvenli bir alan yaratır. Ne zaman ki hayattaki gerçeklikleri fark etmeye başlar iste o zaman iki dünya arasında sıkışır ve şaşırır. Ben de tam olarak bu arada kalmış ruh halinin anlarını resmetmeye çalışıyorum. O yüzden çocukların ifadeleri gergin, tedirgin hatta kimi zaman da ruhsuz! Aslında yetişkin dünyasıyla tanışma anları belki de...
Peki, yetişkinler, ebevenyler nerede? Mesela başında tarantula olan bir çocuk var bir resimde. Diğerinde ise kucağında hamamböceği olan bir çocuk. Ve hepsi de yalnız.
Sanat tarihine baktığımızda çok uzun bir zaman hem edebiyatta hem görsel sanatlarda çocuklara yer olmadığını görüyoruz. 19. yy'ın ikinci yarısında çocuğun sanatta boy göstermeye başladığını gözlemlesek de hem yetişkinler dünyasında marjinal bir figür olarak görülmüşler hem de bu varoluşun sorunlu bir tarafı varmış. Çoğunlukla çocuğun idealleştirip milli ve politik değerlerin aşılanması ve yansıması doğrultusunda kullanıldığını görüyoruz.
Günümüze geldiğimizde ise bu konuda olumlu anlamda yol katedilse de 'bireysel varlık' anlamında bir varoluş hâlâ tam sergilenemiyor. Bense resimlerinde dünyaya çocukların gözünden bakmaya çalıştığım için onların ruh hallerini anlatırken özellikle yetişkinlere yer vermiyorum. Hem görsel anlatım dilimde uygulamaya çalıştığım yalınlıktan dolayı hem de çocukların bireysel olarak duygusal dünyalarındaki hepimizin olduğu gibi yalnızlıklarının altını çizmeye çalışıyorum. Zaman zaman yetişkin dünyasının yaptırımlarını ve hatta yetişkinleri metafor olarak eklediğim oluyor ama sonuç olarak benim yarattığım hikayelerde başrol çocukların...
Bilmiyorum katılır mısın ama “bozulmuş” bir çocukluk gibi bu. Yani öne çıkardığın, başrol verdiğin çocuklar… François Truffaut’nun 400 Darbe filmi aklıma geliyor. Sevimli, sevecen ama her seferinde tökezleyen.
Öncelikle şunu belirteyim, 400 Darbe benim çok sevdiğim ve çok da etkilendiğim bir filmdir. İşlerimin bu kadar anlaşılıyor olması beni çok sevindirdi, motive etti. Çok teşekkürler. Öte yandan ilk sergim İnsan Yavrusu’nun basın metninde “Çocukluktaki saf kötülüğü kışkırtmayı ayakta kalabilmenin tek yolu olarak gören yeni ahlak, masum canavarlarını üretmeye devam edecektir” diye bir cümle geçiyordu. Bu cümle anlattığım sürecin sonucunu çok iyi özetliyor. Her çocuk doğuştan iyiliği de kötülüğü de içinde barındırır. Tarih boyunca dünyadaki düzende kötülüğü besleyen her insan da bir zamanlar yavruydu. Onlar da kışkırtıldı, onlara da öğretildi. Tabi toplumsal olarak bu bilinçli yapılsa da aile içine indirgediğimizde farkında olarak ya da olmadan masum canavarlar yaratabiliyoruz. Mesela bir çocuğun zihnine yavaş yavaş ırkçılığı aşılarsanız, ileride onun nefret suçu islemesine şaşırmamalısınız.
Üretirken ister istemez insan yaşadığı ülkeden, çevreden etkileniyor. Tabii ki bu ülkede yasayan çocuklar önceliğim oluyor. Çocuklara ikiyüzlü davranıyoruz ve toplumda birey olarak kabul etmiyoruz. Çocuk hakları konusundaki bilgisizliğimizin üst seviyede olmasının, onların büyürken kuvvetli travmalar yaşamalarına sebep olduğunu düşünüyorum. Çocuk gelinlerin, çocuk isçilerin, istismara uğrayan çocukların sayısının bu kadar fazla olması beni üzüyor ve onların çaresiz halleri duygusal bir bağ kurmama ve bu konuda kendimce bir şeyler üretmeye beni zorluyor.
Yakın zamandaki planların neler? Yeni bir sergi? Sanırım geçen yıl Barselona Bienaline katılmıştın. Uluslararası başka bir girişim?
Şu an 2018’de açmayı düşündüğüm kişisel sergim üzerinde çalışıyorum. Yeni sergim de yine çocuk dünyasına yakın olacak ama bu sefer isin içine biraz daha doğa, mekân ve daha fazla havyanlar âlemi girecek.
Merakla bekliyor olacağız. Çok teşekkürler.
TPD Bülteni, Sayı 20 (2), Ekim 2017, sf. 14-15.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder