28 Mart 2017 Salı

Drei Tage in Berlin


Prelude
"I was in Berlin, in winter. The light had no light, the sky had no heaven. The air was white like wet bread. And from my window a vacant arena, bitten by the teeth of winter.

Suddenly driven out by a man, ten horses surged through the mist. Like waves of fire, they flared forward and to my eyes filled the whole world, empty till then. Perfect, ablaze, they were like ten gods with pure white hoofs, with manes like a dream of salt. Their rumps were worlds and oranges. Their color was honey, amber, fire. Their necks were towers cut from the stone of pride, and behind their transparent eyes energy raged, like a prisoner.

There, in silence, at mid-day, in that dirty, disordered winter, those intense horses were the blood the rhythm, the inciting treasure of life. I looked. I looked and was reborn: for there, unknowing, was the fountain, the dance of gold, heaven and the fire that lives in beauty.

I have forgotten that dark Berlin winter. I will not forget the light of the horses."

Tag Ein
Restaurant Fliegender Tisch - Kaç mekânın tavanında uçan bir masa vardır ki? Ve kaç mekân eski bir duvar piyanosundan koltuk sunar misafirlerine?

Tag Zwei
Ampelmann Restaurant - name wouldn't lead you to think this, but the pizza here is about as authentic Italian as you can get. With nice colored-windows and in spring you can sit on the terrace and watch Berlin strolling along the banks of the Spree. It's located under a railway, so you will hear (and feel) the occasional train rolling by.


Haig Yazdjian Quartet in Zig Zag Jazz Club - Kökenleri Urfa'ya dayanan, memleketi Suriye ve ikametgâfı Atina olan bir hemşehri. Ezgiler tanıdık, bildik, içeriden, bizden. Bir yanı ağıt, öbür yanı halay. Sanki az sonra Türkçe konuşacak. Ya da Ermenice başlayıp cümleye, önce Kürtçe'ye, sonra Arapça'ya, sonra da Türkçe'ye uğrayacak ve şarkıyı  Kalinihta diyerek bitirecek. 

Tag Drei
Agnès Guipont in Galerie Oqbo performing a collage of sounds with the words (Schnee | Snow | Kar) of Palestinian poet Mahmud Derviş.

Denk gelişleri seviyorum. İz bırakacak denk gelişleri. Meselâ bir kütüphaneye girersin. Avrupa ya oralar, tabii ki bir seri kart vardır bir masada. Gözüne takılanlara bakarsın. Meselâ "Was hilft gegen Revolution? Geschichte!" yazar bir tanesinin üstünde. Ne kadar da doğru! Evet, geçmiş dediğin bugünün prangasıdır. Tutar seni, alıkoyar gitmek, varmak istediğin yerden. Ve yapacak bir şey de yoktur. Çoğu zaman. Kalırsın öylece. 

Sonra bir kart daha takılır gözüne: Weiss. Neler yutar beyaz? Bir sergi duyurusu. Ve serginin parçası olarak düzenlenen bir şey vardır. ne olduğunu tam anlayamadığın bir performans olduğu yazmaktadır sanki; seslerden, nesnelerden ve enstrümanlardan oluşan bir performans. Evine döndüğünde bir ara bakarsın Agnès Guipont kim ki diye! Ve Léo Ferré'den geçtiğini görünce yolunun, hemen düşersin sergi mekânının yoluna. Kulağında şarkılarla. Zaten kaç kişi bilir ve söyler ki "La servante au grand coeur"u.    

Das Ende
Dönüş yolu. 11.000 feet. Hafif konfüzyon. Hafif izolasyon. Ve filmler arası hafif gezinti. Sonra denk geliş. Önce sıkıcı bir müzikal zorlaması sanma. Sonra...

"Gözü dalan / baygın baygın bakan / hayal kuran vs. kişinin gittiği varsayılan yer; hayal âlemi; 90'ların çizgi roman terminolojisinde Los Angeles" Yani La La Land

Müzikal desen müzikal değil. Evet, geçmişte kalmış müzikallere gönderme dolu içi. Ama daha çok şarkılı bir film. Bir aşk filmi de değil. Daha çok birbirinin hayatına dokunup geçen ve bir daha oraya dönemeyen iki insanın filmi. Bir son bakış filmi: "City of Stars are you shining just for me?"

Ve tam da adında anlatıldığı gibi hayal âlemine dalanların filmi: "How are you going to be a revolutionary if you’re such a traditionalist? You’re holding onto the past, but jazz is about the future." Ne kadar da tanıdık değil mi? Gelenekte ısrar edip gününün gelmesini hayal etmek. Gelip gelmeyeceğini düşünmeden... 

"My aunt used to live in Paris. 
I remember, she used to come home and tell us these stories about being abroad. 
And I remember she told us that she jumped into the river once, barefoot. 
She smiled, leapt, without looking and tumbled into the Seine. The water was freezing. 
She spent a month sneezing. But said she would do it again.

Here's to the ones who dream. Foolish as they may seem. 
Here's to the hearts that ache. Here's to the mess we make.

She captured a feeling, sky with no ceiling, the sunset inside a frame. 
She lived in her liquor and died with a flicker. I'll always remember the flame.

She told me "A bit of madness is key to give us new colors to see. 
Who knows where it will lead us? And that's why they need us." 
So bring on the rebels, the ripples from pebbles, the painters, and poets, and plays.

And here's to the fools who dream. Crazy as they may seem. 
Here's to the hearts that break. Here's to the mess we make. 
I trace it all back to then. Her, and the snow, and the Seine. 
Smiling through it. She said she'd do it again."

Velhasıl, işte böyle sevgili hayat...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder