20 Ağustos 2016 Cumartesi

Bakışlarının altında ezilmez bu dünya!


Rahat olsun içiniz, içimiz; o bakışların altında ezilmez bu dünya.

Hangi bakışların?

Umran'ın bakışlarından bahsediyorum.

O bakışların altında ezilmez bu dünya.

Akmayan göz yaşlarından hepimiz sorumluyuz.” diye yazmış birisi.

Bana sorarsanız…

Koca bir yalan.

Aylan'ın fotoğrafının üstünden koca bir yıl geçti. Unuttuk ve gitti işte. Daha niceleri gibi.

Modern dünyanın düzenine uyduk ve gitti.

Dün soL'da "o an" yani Umran'ı hayatımıza, küçük sırça köşklerimize getiren o an ile ilgili ayrıntılı bir haber yer aldı. Fotoğraf/video ile ilgili bazı ayrıntılara dikkat çeken bir haber.

Ve soruyordu haber: Her gördüğümüze inanmalı mıyız?

Görsellik böyledir: Kendini, kendi gerçekliğini kuruverir. Siz daha ne olduğunu bile anlamamışken sizi o gerçekliğin içine hapseder.

***

Açıkçası fotoğraftan ilk gördüğüm andan itibaren çok etkilendim. İki küçük insanla birlikte yaşayan bir insanım. Onlardan sorumluyum, onlara bakıyorum, onları koruyorum, kolluyorum.

Umran… Nasıl desem… Bir tanesine öylesine benziyordu ki… Doğallığı, ketum hali. Fotoğraf beni dağıttı. Saçmalığımı yüzüme vurdu. Daha ilk gördüğüm anda dondum kaldım. Aklıma üniversite yıllarında “tüm çocuklar hepimizindir, tüm toplumun” diyen yoldaşım geldi. Aklımız, yüreğimiz Sovyetlerdeydi.

Hep de öyleydi. Tüm çocuklar hepimizin kaldı. Orta sınıf aklına hep direndim. Kendi çocuklarına titizlenen orta sınıf aklına…

Ama Umran’ın hali, o fotoğraftan çıktı, geldi ve beni buldu. Milyonlarca insan gibi. Kendi çocuklarına titizlenen orta sınıf beni, bana gösterdi. Rahatsızlığı kovalamak için açıklar aradım fotoğrafta. O kareye dair, aklımda belli belirsiz bir rahatsızlık geçti: Ambulans ne kadar da yeni görünüyordu! Umran'ın toz içindeki gri bedeni ile ambulansın daha az önce kullanıma girmiş gibi duran turuncu koltukları nasıl da birbirine zıttı!

Bir yanım kurmaca bir haber daha dedi. Diğer yanım, “Utan insanlığından!” diye seslendi.

***

Büyük bir ihtimalle Umran gerçek ama fotoğraf kurmaca.

Bilirsiniz işte; hepimiz, modern dünyanın tüm orta sınıf insanları olarak hepimiz yapıyoruz aslında. Küçük rötuşlar, bazı mizansenler hazırlıyoruz ve öyle olmadığımız halde öyleymiş gibi göründüğümüz fotoğraflar/videolar yaratıyoruz. Bu iş, artık deyim yerindeyse çocuk işi.

Instagram'da, Facebook'ta şipşak paylaşılan fotoğraflara bakın; kaç tanesinde gerçek biziz ki? Seçerek ve değiştirerek inşa ediyoruz sanal gerçekliğimizi.

Eee, görsel basın bunu haydi hay yapar; yapıyor da...

Ne de olsa ortalığa saçılan, muhabir ajanların yüzüne gözüne bulaşan onca beceriksizliğe rağmen görsel basının gerçeği verdiğini düşünen çok saf var dünyada.

Ama bir düzeltme lazım; tam da bu noktada… Biraz yanlış oldu!

Ortalıklarda pek öyle saf yok! Daha çok inanmaya istekli, inanmaya hazır milyonlar var. Umran’ın hali, durumu üzerinden kendi durumlarının konforuna inanmak isteyen milyonlar var. Ve onlar kuruyorlar bu gerçekliği; Umran’ın o fotoğraftaki gerçekliği değil!

Gerçeklik Umran'ın fotoğrafıyla kurulmuyor; zaten halihazırda çoktan kurulmuş olan bir gerçekliğe, bizim gerçekliğimize Umran servis ediliyor. Ya da Umran o gerçekliğin görüntüsü oluyor.

Yukarıda "Siz daha ne olduğunu bile anlamamışken sizi o gerçekliğin içine hapseder." demiştim ya! Yanlıştı, düzeltiyorum: Fotoğraf/görsellik daha neler olup bittiğini anlatmamışken biz fotoğrafı/görselliği kendi gerçekliğimize hapsederiz. Artık oradan kurtulamaz fotoğraf.

Tam da bu nedenle sordum durdum kendi kendime: Bir yerden sonra, ne farkeder ki fotoğrafın kurmaca olması! Hepimizi boşa düşüren bir toplumsal arzu varken ortalıkta, Umran neye yarar ki! Hepimizin içinde halihazırda yaşayan ve görselini, kanıtını arayan, çoktan kurulmuş, işbaşında olan bir gerçeklik var.

Aylan... Unuttuk gitti işte. Umran gibi vurulmamış mıydık onun yerde yatan cansız bedeniyle?

Vurulmuştuk ama daha ilk andan itibaren unutur gibi yaparak vurulmuştuk o fotoğrafa. Daha doğrusu, zaten Ege Denizi'nde çocukların boğulduğunu bile bile Aylan'ın fotoğrafına gelmiştik.

Şimdi de Umran'ın fotoğrafı… Geldi ve geçip gidecek.

Ha… Bu arada Umran buralara gelmiş olsaydı çoktan “pis Suriyeli” ve bir şans Avrupa’ya ulaşmış olsaydı çoktan “pis göçmen” olmuş olacaktı. Bakmayın siz içimizdeki acıya.

Ait olduğumuz modern dünya bu: önce Umranlardan yolduklarıyla devasa istihbarat örgütleri kuruyor, ajanlar yetiştiriyor, insanlar satın alıyor. Sonra onları üstümüze salıyor; ülkemizi karıştırsınlar, ülkemizin dertlerine dert katsınlar diye. Sonra karışıklığı seyrediyor modern dünya; pek bir derinden endişelenerek. Sonra silahlar satıyor; tüm taraflara, eşit miktarda ve eşit mesafede. Yetmiyor; bizzat kendisi geliyor ve bombalıyor modern dünya. Sonra da aynı ajanlara bombaların, yıkıntıların altından çıkan çocukların fotoğraflarını çektiriyor.

Ne için?

Biz zaten çoktan hazırladığımız gözyaşlarımızı akıtalım diye. Umran’a, Aylan’a acıyalım ve unutalım diye. Tüm bu çark dönerken halimize şükredelim, “Neyse ki benim, bizim başımıza böyle şeyler gelmedi!” diye sevinelim diye.

Hiç merak etmeyin.

O bakışların altında ezilmez bu dünya.

Ta ki…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder