26 Eylül 2012 Çarşamba

HayatKıran

Yürüyorum ve ayağıma gövdeler çarpıyor. Eller, ayaklar, bacaklar. Omurgalar ve de kıkırdaklar.

Yürüyorum ve kaburgalar çarpıyor ayağıma. Hangi dalgaya kapıldılarsa. Hangi selde toplanıp buralara aktılarsa. Başıboş makineler dolanıyor etraflarında. Kışa hazırlık ya yakacak kemik topluyorlar.

Yürüyorum ve pencereler düşüyor binalardan. Yırtık parçalar, mukavva ve karton.
Yürüyorum ve çocukların yarım gövdeleri uzanıyor caddeye. Bir adamın eli gövdelerin kaşınacak yerlerini arıyor.
Yürüyorum ve zaman dolanıyor gövdeme. Çın çın kahkaha konuyor asfalta. Sahipsiz haykırışlar sekiyor direklerden. Bir çukura akıyor abdesthanenin suyu.
Yürüyorum ve terden ıpıslak sokak. Bir dil uzanıyor kolalı gömleğin yakasından içeriye. Bir kemer dalları kırıyor, sıkarak.
Yürüyorum ve bir mermi kulak arıyor. Kolye yapacak.
Yürüyorum ve eksik dişler. Bir ağız seni üflüyor gırnataya.

Yürüyorum ve bir nefes çıkıyor karşıma, bir soluk. Çırpınıyor. Morarmış moraracak. Oh olsunlar uçuyor etrafında.
Yürüyorum ve bir rozet parlıyor bir anlığına.
Yürüyorum ve bir parmak uzanıyor karanlığa.
Yürüyorum ve bir öfke fırlıyor taştan. Kayıp ve serkeş. Kafasından tutup sallıyor öfkeyi ızdırap.

Yürüyorum ve camlar uçuyor havada. Mendiller, eşarplar, tülbentler gövdelere yetmiyor. Tüyler yas tutuyor.
Yürüyorum ve bir bıyık sırıtıyor yanan arabanın kaportasında. Gıcır gıcır.
Yürüyorum ve bir çocuk bezi sallanıyor tankın namlusunda.
Yürüyorum ve menzile giriyorum. Kara kış. Kaygan yol. Dergâhtan vahlar yükseliyor.
Yürüyorum ve çatılardan namlular sarkıyor.

Yürüyorum ve molozlardan bahçeler. Harfriyatlardan yapraklar. Biyatlardan çit. Yatlardan çat. Öylece bırakıyorum enkazı, gövde kendi yolunu buluyor.

Yürüyorum ve bacalar olukları tıkıyor. Kadavralardan barajlar yükseliyor.
Yürüyorum ve bir kılçık saplanıyor boğaza. Bir kemik giriyor aramıza.

Yürüyorum ve bir kelime arıyorum, bir harf. Tek bir harfte anlatabilmeyi arıyorum günlerimin gövdesini. Nafile. Bir kürek bulur boşa çekerim diyorum. Ben, ben değilim nasıl olsa.

Yürüyorum ve kendimle karşılaşıyorum. Sahte. Kalp. Kürdan sokuyor aralara. Et kalmış tarihten. Onu arıyor deşerek kendini.

Yürüyorum ve bir dudak seni üflüyor gırnataya.
Yürüyorum ve kollar alkış tutuyor. Aksak.
Yürüyorum ve bir top bırakıyorum sokağa. Az sonra patlayacak.

16 Eylül 2012 Pazar

Marksizm ve Psikanaliz: Tarihsel Kaderlerinin Benzerliği


Açıkçası yola çıkarken temel derdim Marksizm ve psikanaliz arasındaki ilişkiyi geleneksel sol açısından incelemekti. Sonuçta zor bir konuya el atmıştım ve ulaşabileceğim kaynakların kısıtlı olacağını öngörebiliyordum. Marksizm ve psikanaliz arasındaki ilişkiye dair okudukça işimin sandığımdan da zor olduğunu anladım. Çünkü bu konuya dair geleneksel soldan tek bir kaynak bulmam dahi mümkün olmamıştı. Geleneksel sola yakın görülebilecek bir ya da bilemediniz iki kaynağın içeriği ise hem oldukça yetersizdi hem de örneğin yeni sola dahil edilebilecek kaynakların yanında oldukça yüzeysel kalıyordu. Yani Marksizm ve psikanaliz mevzu bahis olduğunda sadece ve sadece "Marksizm psikanalizin boğucu kuşatması altındadır" demekle yetinmeyecektiysem eğer Marksizm ve psikanaliz arasındaki ilişkiyi geleneksel sol açısından incelemek için köksüz bir yerde durmaktaydım. Geleneksel sol cenahtan yazılmış derli toplu bir yazı, bir başlangıç noktası bulmak mümkün olmadı.

Bulduğum kaynakların önemli bir kısmı ise Marksizm, reel sosyalizm, tarihsel ve diyalektik materyalizm konularında farklı bir konumlanışa sahiptiler. Bu kaynaklardan yola çıkarak bir yerlere gidebilmek en azından başlangıç için dile getirdikleri köklü eleştiriler nedeniyle pek mümkün olmuyordu. Bu nedenle yazıdan vazgeçtim. Ama bulduklarımı da okumaya devam ettim.

Bu okumalar sırasında Marksizm ve psikanaliz arasındaki bazı biçimsel benzerlikler dikkatimi çekmeye başladı. Örneğin her iki kuramsal alanın ortodoksları ve de revizyonistleri bulunmaktaydı. Her iki kuramsal alanın da kendine has, bilmeyen için oldukça yadırgatıcı bir dili bulunmaktaydı. Ve ayrıca dini siyasal akımlar (hristiyan ya da islami) tarafından her iki kuramsal alan toplumları yozlaştıran, insanları tanrıdan soğutan şeytan işi olmakla itham ediliyordu. Bu tür benzerliklerden hareket etmeye karar verdim. Althusser'in peşine düşerek Batı Aklı'nın gösterdiği reflekslerin, devreye soktuğu önlemlerin her iki kuramsal alanın tarihsel kaderlerinin benzeşmesine, ortak özellikler göstermesine neden olduğu üzerine odaklandım.

15 Eylül 2012 Cumartesi

Yeni Türkiye’de Psikiyatri: Bizim Size Çok İhtiyacımız Var!

Psikiyatrinin hep gelgitli bir toplumsal tarihi olmuştur: Aynı anda hem baş tacı edilmiş hem de kıyasıya eleştirilmiştir. Bazıları için modern toplumun gardiyanlarından birisidir, bazıları için ise keşfedilmemiş, bakir bir bilimsel dünyadır. İşin ilginç yanı ise bu çetrefilli durumun içinde psikiyatri hem ermiş hem de günahkârdır.

Batı toplumlarında psikiyatri, toplumsal eleştirinin bir konusu olmaktan çıktı. Tesadüfler sonucunda bulunan ilk ilaç tedavilerinin ardından özellikle 80li yıllarda, tam da neoliberal ideolojinin hegemonyasını kurduğu dönemde, psikiyatri geçmişte kendisine yöneltilen eleştirilerden kurtuldu. İlginç biçimde neo-liberal dönemin psikiyatrisi kendisine daha önce yöneltilen eleştirilerin önemli bir kısmına bünyesinde yer açtı: Kötü koşullardaki hastaneler kapatıldı, damgalamaya karşı yoğun kampanyalar düzenlendi, tedaviye ulaşımın önündeki kimi engeller kaldırıldı, tedavi süreçleri konusundaki sorumluluk hastalar ve aileleriyle paylaşılmaya başlandı (Nesser, 1995).

9 Eylül 2012 Pazar

İmkânsızın Şarkısı

Sonra aklıma günlerimize eşlik eden ve o günlerin içine yerleşen, o günlerin kokusuna, tadına sinen, hatta bizzat o günlerin kendisine dönüşen şarkılar geldi. Hani bir daha dinlemeye kıyamazsın. Belki de korkarsın, o şarkıyı, o ezgiyi duyunca geçmişin bir daha geri gelmeyecek kadar uzakta kaldığını farketmekten. Ne de olsa zor gelir insana, geçmişin, hesabını kapatamadığı bir geçmişin geçmişte kalmasını kabul etmek.
 
Geçmişin taşlaştığını kabul etmek ne zor? Bazen geçmiş yok gibi yaparız. Sanki hiç olmamıştır. Ama geçmiş varolmuş mudur? Yaşanmış mıdır? Geçmiş var mıdır?
Sana bir yanıt yazmaya oturunca bunlar geldi aklıma. Hani sormuşsun ya "Bazı ayrıntıların fotoğraflarını çektim, istersen geri gönderebilirim" diye. Neyi isteyeceğimi bilemedim. Hangi birisini isteyeceğimi...
 
Bana geçmişi verebilir misin? Sana 19 yaşımızı geri verebilir miyim? Sanırım ben bunu isterdim. Bir imkansızı.

[İbrahim Maalouf - Beyrut]