15 Aralık 2024 Pazar

Sen şarkılarını söyle

Ergenlik güzeldir ama aynı zamanda zordur da… Ve kimileri için çok daha zordur. Yalpalamadan, az ya da çok sağa sola toslamadan geçilecek bir yaşam dönemi değil ergenlik. Ama tam da o yalpalama, düşme kalkma ve de yara bere içinde yürüme, hatta koşma hali nedeniyle güzel. Yine de ergenlik aynı zamanda kifayetsiz savrulmaların, önü alınamayacak kafa göz yarmaların ve altından kalkılamayan karmaşaların da diyarı. Bazıları için kayboldukları, kaybolur gibi oldukları bir dünya. Bu nedenle zor. Bazıları için ergenlik, yaşam uçurumundan aşağılara doğru yuvarlanırken tutunacak herhangi bir dal, bir kaya parçası, bir çıkıntı bile bulamadıkları keskin bir dönemeç.

Coen biraderlerin 2013 tarihli “Sen Şarkılarını Söyle” (Inside Llewyn Davis) filmi de tam buraya bakıyor: erişkinliğe geçememe sıkıntıları içinde debelenen bir geç ergenin hayatından yaklaşık bir haftalık bir kesite. Bir dayak ile başlıyor ve o dayağa giden günleri, ergenliğe damgasını vuran o yuvarlanma halini anlatmak üzere bir hafta öncesine dönüyor. Film boyunca Lleywn’in şarkılarına ve de ergenlikten erişkinliğe geçişindeki (ya da geçemeyişindeki) yalpalayan ayak izlerine eşlik ediyoruz.

Filmde temel olarak, Llewyn’in sonuna varmak üzere olduğu ergenlik uçurumundaki son metrelerini izleriz. Önceki yıllarda, yani ergenliğin önceki yıllarında var olduğunu düşünebileceğimiz heyecan, umut, bir zamanların yeni yetme iyimserliği artık geride kalmıştır. Ve anlarız ki geride kalan o günlerde Llewyn’in hayatı ve el attığı her şey sarpa sarmıştır. Zaten filmin bir yerinde, kendisinden hamile kalıp kalmadığını bile bilmediği kız arkadaşı öfkeyle şöyle seslenir Llewyn’e: “El attığın her şeyi kurutuyorsun!” Onca çırpınışa rağmen Llewyn’in yaşam kaynakları artık kurumuş gibidir: müziği, arkadaşları, dostları, babası, ablası ve iş yapmak üzere el attığı herkes.

1 Aralık 2024 Pazar

Şizofreni tedavisinde 70 yıl sonra bir ilk: Xanomeline hakkında

Şizofreni ve diğer psikotik bozukluklar, uzun  yıllardır, beyinde dopamini bloke eden ilaçlarla tedavi ediliyor. Daha doğrusu sanrı ve varsanılardan oluşan "pozitif" belirtiler (örn. sesler duymak, izlendiğini düşünmek) dopamin iletimini azaltan bu ilaçlarla tedavi ediliyor. Psikotik bozuklukların önemli bir parçası olan bilişsel bozukluklar ve negatif belirtiler (örn. içe çekilme, durgunlaşma, düşünce içeriğinde azalma) ise bu ilaçlarla pek düzeltilemiyor; ve hatta bu ilaçların etki mekanizmaları nedeniyle negatif belirtiler daha da artabiliyor, bilişsel yetiler zaman içinde daha çok bozuluyor. Bu durum ise hem hastaların hem de hasta yakınlarının antipsikotik tedavilerinden kısmen memnun olmasına ya da hiç memnun olmamasına neden oluyor. 1952'den bu yana...

Çünkü ilk antipsikotik 1952 yılında keşfedildi: klorpromazin. Hem de başka bir tıbbi durum için (anestezi) denenirken; biraz tesadüfen ve de iyi klinik gözlem ile. O tarihten bu yana da kullanıma giren tüm antipsikotikler az ya da çok dopamin blokajı yaparak tedavi sağlamaya çalışıyor. Ama şimdi şizofreni tedavisinde 70 yıl aradan sonra bir ilk yaşanıyor. Çünkü dopamin blokajı dışında etki mekanizmasına sahip olan bir ilaç [Xanomeline] tedavide kullanım için geçtiğimiz aylarda ABD'de onay aldı. Ve tarihin ironisi de denebilir: Farkı bir mekanizmaya sahip olan bu yeni ilaç da bir başka hastalık için (Alzheimer) denenirken keşfedildi.