Başlığın karmaşıklığının farkındayım. Şizofreni ile ilgili damgalanmaya katkıda bulunurum tedirginliğiyle ve biraz da içime tam sinmeden tercih ettim başlığı. Güncel bir tartışmayı gündeme getirmek için…
Gündeme getirmek istedim çünkü bir süredir “şizofreni” terimi, tanısı tartışılıyor uluslararası psikiyatri camiasında. Tamamen kullanımdan kaldırılmasını savunanalar da var, yeni isim önerenler de var, terimin miadını henüz tam doldurmadığını düşünenler de var. Ve yakın zamanda dünyanın önde gelen “şizofreni” araştırmacıları, bu isimlendirme tartışmaları için görüşlerini ve yaşanan “hastalık “durumunun doğasına dair düşüncelerini yazdılar [1].
Yazdılar, çünkü bazı insanlık halleri -ki bunların önemli bir bölümü “tıbbi” hastalıklardır: verem, diyabet, AIDS gibi- toplum tarafından yeniden ve yeniden damgalanır. Tekinsiz bir durumu, bir olguyu ya da kişiyi bu şekilde, yani damgalayarak, etrafını çizerek “zararsız” hale getirmeye çalışır toplum. Çalışır ama esas olarak karşılaştığı durumu anlayamaz; kendince zararsız hale getirmeye çalışır! Zararsız hale getirmeye çalışırken de zarar verir.
Bunu fark etmez bile, yani toplumun yol açtığı zararı. Şizofreninin başına gelen tam da budur: damgalanma, dışlanma, fosforlu kalemle büyük bir daire içine alınma! En hafif tabiriyle “bir tuhaf” görülme!
Böylece çoğu kişi için yıkıcı sonuçları olan bir “hastalık” toplum tarafından da yeniden ve yeniden izole edilmiş olur. Sosyal olarak yalıtılır, uzaklaştırılır. Bu sosyal izolasyon için önceden büyük akıl hastaneleri gerekirmiş. Modern toplum tımarhaneyi gündelik hayatın içine taşımış.
Halbuki gaipten ses duyan ilk insan kimdi ki? Ve gaipten ses duyan ilk insanı garipseyen ilk insan kimdi ki?
Ya... Gaip ne zaman ortaya çıkmıştı ki?
İşte bunlar kaybolur bu izolasyon içinde.