Daha önce konuyu ve yaşanan gelişmeleri farklı yazılarla bu köşeye taşımıştım [2]. Bu yıl Nisan ayına kadar ortaya çıkan tüm “bilimsel” verileri de ayrıntılı biçimde bir araya getirdiğim bir derleme Madde, Diyalektik ve Toplum’da yayınlandı [3]. Konuyu ayrıntısıyla merak edenler için bu dört yazınının oldukça bilgi verici olduğunu düşünüyorum.
Ama yine de kısa bir özet geçmek gerekirse son bir yıl içinde bu saldırı iddiasıyla ilgili iki önemli gelişme yaşanmıştı: Saldırıya maruz kaldıkları iddia edilen diplomatların bir kısmının nöropsikiyatrik muayene bulguları yine Amerikan Tıp Birliği'nin dergisinde yayınlanmıştı. Makale içerdiği yöntemsel eksiklikle ve bildirilen belirtilerin çok da özgün olmaması nedeniyle hem tepki çekmiş hem de makaleyle neredeyse “dalga” geçilmişti.
Öte yandan ABD yönetimi tarafından “işitsel saldırının kaydı” olarak ortaya sürülen ses de Karayip bölgesine özgü bir çeşit cırcır böceğinin sesi çıkmıştı. Ve sonra da konu, ABD tarafınca dile getirilen bir kaç yeni olgu (biri Çin'de ve bir diğeri de Havana'da ama bu sefer Kanadalı bir diplomata) bildirimi dışında gündemden düştü.
YENİ MAKALE NE SÖYLÜYOR?
Görünen o ki Amerikan yönetimi bu tuhaf iddiadan kolay kolay vazgeçmeyecek. Bir yandan da iddia siyasal, diplomatik ve bilimsel nedenlerle hakikaten bir kenara atılacak gibi değil ama yeni yayınlanan makale ABD ısrarının çok açık bir göstergesi. Çünkü ABD tarafı iddiayı bir adım daha ileriye taşımış durumda. Bu yeni makalede, Havana’da görev yapan ve saldırıya maruz kaldığı iddia edilen 40 diplomatik personelin beyin görüntüleme bulguları yer alıyor [1]. Yani bir anlamda Amerikan tarafı “klinik bulgular çok özgül olmayabilir ama bakın diplomatlarımızın beyninde bariz biçimde değişiklikler var” demek istiyor gibi.
Hakikaten de diplomatların beyin görüntüleme bulguları bazı farklılıklar var. Peki, nasıl farklılıklar var? Şöyle ki: çalışmaya katılan 40 “diplomatın” beyinlerinde gri cevher adı verilen bölgelerde (ki buralar sinir hücrelerinin gövdelerden oluşur) bir bulgu yok. Ama beyaz cevherlerinde (yani sinir hücrelerinin uzantılarından oluşan bölgelerde) anlamlı bir azalma var. Bu azalma özellikle önbeyin (frontal), arkabeyin (oksipital) ve paryetal bölgelerde belirgin. Denge gibi çok önemli işlevlerden sorumlu beyincikte ise gri cevher hacminde azalma var.
Tüm bu bulgular “3 Tesla manyetik rezonans görüntüleme” ile saptanmış. Ve çalışmaya diplomatlarla benzer demografik özelliklere sahip 46 "sağlıklı" kişi de kontrol grubu olarak alınmış. Yani diplomatların beyin görüntüleri bu kişilerin beyin görüntüleri ile karşılaştırılmış.
Öte yandan tüm katılımcılara "difüzyon tensör görüntüleme" adı verilen bir beyin görüntüleme yöntemi de uygulanmış. Bu yöntemin özelliği sinir hücrelerinden oluşan yolakların sağlamlığını göstermesidir. Çünkü bu tür yolaklar bir çok nörolojik ve psikiyatrik sorunda bozulmaktadır (klinik anlamları açık olmasa da). Bulgulara göre diplomatların görsel, işitsel ve uzamsal sinir yolaklarının bütünlüğünde de bozulmalar saptanmış. İlginç olarak yürütücü işlev yolaklarında bozulma ise saptanmamış. Yani eğer bir saldırı varsa beyinlerinin sadece bazı altbölgeleri etkilenmiş, bazı bölgeleri ise hiç etkilenmemiş.
Teknik anlamda söylersek yayınlanan makalede günümüz bilim dünyasında optimal bir beyin görüntüleme çalışmasında yapılması gereken her şey yapılmış. Hatta daha fazlası. Yani Amerikan tarafı beyin bulgularını titizlikle gözler önüne sermek istemiş. Öte yandan makalede, yazarların da farkında olduğu bazı yöntemsel ve "magazinsel" noktalar var. Önce magazinsel nokta: Araştırmayı yapan ekip diplomatlardan dördüne, ellerinde beyin görüntüleri olmasına rağmen sonradan hiç bir şekilde ulaşamamışlar. Onay da alamamışlar. Yani bu beyin hasarlı diplomatlar sırra kadem basmış!
TEKNİK AYRINTILAR NE SÖYLÜYOR?
Öte yandan beyin görünteleme bulgularına göre diplomatların beyin yapılarında bir farklılık var ama bu değişikliğin ne zaman olduğu, neye bağlı olarak ortaya çıktığı ise belirsiz. Ayrıca yaş, cinsiyet, eğitim durumu ve etnik köken açısından diplomatlarla eşleştirilen kontrol grubu hakkında da bilgi çok fazla verilmemiş. Bu kişilerin nereden ve nasıl seçildikleri makalede yer almıyor. Önemli mi? Kısmen önemli olduğu söylenebilir, çünkü bu tür çalışmalarda sonucu değiştirebilir.
Bu tür derken “olgu-kontrol” tipi çalışmalardan bahsediyoruz. Bu çalışmalar zamansal olarak geriye dönüktür. Yani sonuç ortadadır: hastalık ya da sağlık sorunu zaten ortaya çıkmıştır. O soruna yol açan etken açısından ise hastalar sağlıklı kontrollerle karşılaştırılır. Ya da bu olayda olduğu gibi “saldırıya” uğramış olanlar olayla ilgisiz sağlıklı kontrollerle, sonuçla ilgili olabilecek parametreler (beyin bölgelerinin hacmi, işleyişi vs.) açısından karşılaştırılır.
Bu tip çalışmalar tıp dünyasında çok sık kullanılır: bir kere yöntemsel olarak kolaydır; "hastalar" ve sonuç bilgileri zaten bulunmaktadır; tek yapmanız gereken “iyi" eşleştirilmiş bir kontrol grubu bulmaktır. İşte "iyi" kısmı bu çalışmada da olduğu gibi her zaman "iyi" olmayabiliyor. Herkesin bildiği ve kabul ettiği bu kısıtlılığı beyin görüntüleme çalışmalarında genellikle kabul edip geçiyoruz. Yapacak çok bir şey yok.
Öte yandan beyin görüntüleme çalışmalarının bulgularını yorumlamak halen biraz keyfidir. Keyfi derken şunu kastediyorum: Evet, bazı standart prosedürler var (ve bu makalede de bu standart prosedürler fazlasıyla uygulanmış) ama sonuçta beyin gibi çok dinamik bir organda çok ama çok küçük bir alandaki hacmi ölçüyorsunuz. Bir farklılık bulmak isterseniz bulabilirsiniz. Mesela depresyon üzerine yayınlanmış ve beyinde "x" bölgesinde hacim azalması bildiren binlerce makale var. Ama bir anlamı var mı? Halen tartışmalı [4].
Bu tür çalışmaların en önemli handikabı ise hastalığa ya da soruna yol açan etkenin geçmişte kalmış olması. Bu nedenle etkenin doğasına ve şiddetine dair belirsizlik hep bir kenarda durur. Zaten Havana'daki diplomatlarla ilgili yaşanan tüm süreçte en önemli belirsizlik de etkene ait. Neye maruz kaldılar? Bir muamma! Yani sonuç muamma, etken muamma ama Amerikan tarafı ısrarla ortada bir şeyler olduğunu göstermeye çalışıyor [5].
Diplomatların ve ailelerinin nöropsikiyatrik tabloları ve şimdi de beyin görüntüleme bulguları bir veri olarak kabul edilecekse eğer maruz kaldıkları etkenin doğasına dair spekülasyonlar (histeri, mikrodalga ya da sonik dalga yayan aletler, Ruslar, Çinliler vs.) dışında hakikaten bir şey kalmıyor. Çünkü dünya üzerinde ve yakın tarih içinde bu tür bir sağlık sorununu yaşayan başka hiç kimse yok.
Ya bu kişiler hep beraber bir şey yaptılar (örn. mangal partisinde çok ama çok yüksek sesli müzik dinlediler, çok rom içtiler) ya da hakikaten kimsenin (ama kimsenin) bilmediği bir yöntemle bu kişilerin beyin işlevleri, beyin dokularına etkide bulunuldu. Bilemiyoruz. Ancak şu ana kadar bildiğimiz, bilinen hiç bir yöntem, olay, olgu bu durumu açıklamıyor.
Sonuçta da bilim, siyaset ve diplomasi tarihinin en tuhaf olayı yeni gelişmelerle devam etmiş oluyor.
***
[1] Swanson RL ve ark. Neurological manifestations among US government personnel reporting directional audible and sensory phenomena in Havana, Cuba. JAMA. 2018; 319(11): 1125-1133.
[2] Yazılardan ilki (Beyni dışarıdan etkilemek mümkün mü?) 18.02.2018 tarihli; yani konu kamuoyuna açıklandıktan hemen sonra yazılmıştı. İkincisi "saldırıda ses dalgaları değil de mikrodalgalar kullanıldı" iddiasının ardından yazıldı (Tehlikeli bir matkap, parfüm şişesindeki sinir gazı, uçan domuzlar ve zavallılar). Üçüncüsü ise kanıt olarak sunulan ses kaydının cırcır böceği sesi çıkmasından sonra yazıldı (Cırcır böceğiymiş!).
[3] Binbay T. Küba’da Bilimin Başaramadığı: Beyinleri Dışarıdan Etkilemek. Madde, Diyalektik ve Toplum. 2019; 2(1): 51-55. http://bilimveaydinlanma.org/kubada-bilimin-basaramadigi-beyinleri-disaridan-etkilemek/
[4] Vul, E ve ark. Puzzlingly High Correlations in fMRI Studies of Emotion, Personality, and Social Cognition. Perspect Psychol Sci. 2009; 4(3): 274-90.
[5] Hoffer ME ve ark. Acute findings in an acquired neurosensory dysfunction. Laryngoscope Investig Otolaryngol. 2018; 4(1): 124-131. (Bu makaleye değinmedim ama "bir şeyler duyduğunu" belirten diplomatlardan %36'sında iç kulak hasarı bildiren bir veri de yayınladılar.)
soL, 04.08.2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder