27 Ocak 2019 Pazar

Cırcır böceğiymiş!


Emperyalizm dünyayı bir kez daha hesaplaşmaya götürürken geçtiğimiz haftanın yakıcı olayları arasında küçük ama önemli bir gelişme ajanslardan geçiverdi. Bu köşenin takipçileri belki hatırlayacaktır; daha önce iki kez yazdım: ABD yönetimi neredeyse iki yıldır diplomatlarının “sonik saldırıya” uğradığını iddia ediyor. Önce Küba’da iddia ettiler, sonra da Çin’de. İşin Çin kısmını gürültü patırtı çıkarmadan şimdilik kapatmayı tercih ettiler ama Küba konusunda ABD yeniden ve de yeniden çamura yatıyor ve olmayacak iddialar öne sürüyor. Daha doğrusu öne sürüyordu. Çünkü bu temelsiz “saldırı” iddiasına dair bir başka ABD “kanıtı” daha kof çıktı!

İddiaya göre Havana’da görev yapan 26 diplomat ve elçilik çalışanı ses dalgaları ile saldırıya uğramıştı. Ve hatta diplomatlarda ortaya çıkan bulguları içeren bir senato raporu ve hemen ardından da Amerikan Tıp Birliği’nin bilimsel dergisinde bir makale yayımlanmıştı. Rapora ve makaleye göre “saldırıya uğradığı” öne sürülen personelden bazılarında “beyin hasarı” tespit edilmişti. Böylece “sonik saldırı” iddiaları için “bilimsel” bir temel de sağlanmış oluyordu.

Geçtiğimiz yıl yayımlanan makale nöroloji ve beyin alanında çalışan diğer uzmanlık alanlarında tartışma yarattı. Çünkü verilerin belirsizliği ve incelenmeye açık olmaması bir yana yazarlar makalede ilginç bir tercihte bulunmuştu. İşitsel saldırı sonucunda beyin işlevlerinde hasar meydana geldiğini ispatlamak için olguların bilişsel test sonuçlarını vermişlerdi. Vermişlerdi ama bu tür testlerde “normal” ile “bozuk” olanı birbirinden ayırmak için kullandıkları kesme noktasını biraz gönüllerince kullanmışlardı. Yani beynin planlama, bellek, dikkat gibi işlevlerini değerlendiren testte öyle bir kesme puanı belirlemişlerdi ki herkes “hasta” çıkmıştı.

6 Ocak 2019 Pazar

Üniversite(li)lere ne oluyor?


Türkiye’ye, dünyaya ne oluyorsa o oluyor. Farklı bir şey değil. Ne yazık ki!

Bazen bazı olaylar olur. Toplumsal bir iltihabın artık daha fazla görmezden gelinemediği nokta gibidir bu tür olaylar. Bir cerahatin boşalması gibidir bu olay. Herkesin bildiği, gördüğü ama bilmiyormuş, görmüyormuş gibi yapabildiği bir şey gelir ve kendisini dayatır: “Buradayım! Artık -mış gibi yapabilme devri bitti!” der.

Ceren Damar’ın öldürülmesi de tüm topluma üniversitelerin çürümesini dayattı. “Bak, işte burada! Burnunuzun dibinde!” dedi.

Hâlbuki ne “özel” başlamıştı her şey! Bilkent’i hatırlıyorum mesela. 90larda. Taaa Ankara’lardan kalkıp Eskişehir’e, bizim okula Bilkent’i tanıtmaya gelmişlerdi bir gün. Okulun kütüphanesinde “parlak” bir sürü öğrenciye neler yaptıklarını anlatmışlardı profesörler. Evet, profesörler özel bir üniversiteyi burslu olarak yazalım, kazanalım, isteyelim diye bize tanıtmaya gelmişlerdi. Hatta biz de küçük bir gezi ile, o zamanlar Ankara’nın dışında olan, şimdilerde ise bayağı bir içinde kalan kampusu gezmeye, görmeye gitmiştik.

“Özel güzeldir”in ilk anlatımıydı bu iki karşılaşma. Daha doğrusu paranın (siz onu el konulan artı-değer olarak okuyun) gücü ile ilk büyülenme seansı. Parlak öğrenciler olarak etkilenmemizi beklemişlerdi. İmkânlar şelalesi gibiydi üniversite (Tabii ki şimdikilerle kıyaslanmaz! Şimdi mezuniyet sonrası Amerika’ya göndereni mi istersin, evden özel şöförle aldıranı mı, diplomayı kapıya getireni mi! O zamanın ilk özel üniversitesi bile şimdikilerin yanında mütevazıydi yani).