Sonra biz indirgemeci, kaba falan oluyoruz, “dünyanın şu düzeni içinde her bilimsel gelişme sermayeyi tadacaktır” dediğimizde.
İyi niyetli çok arkadaşımız var. Kapılarına çarpıp kaldığımız bir sürü iyi niyetli arkadaş bunlar. Brecht’in şiirindeki gibi, biliyoruz, iyiler.
İyiler ama bilim dediğiniz de öyle boşlukta bilim olmuyor. Tüm iyi niyetliler için üzgünüm ama boşlukta bilim yetişmiyor. Üstünden piyasa falan geçiyor.
Keza geçtiğimiz günlerde Cambridge Analytica meselesi patladı. Daha doğrusu çoktan patlamıştı da yeniden patlattılar: Britannica çağrışımlı Analytica, Facebook verilerini kullanarak Trump’a ve İngiltere’deki Brexit kampanyalarına veri sağlayan bir şirket! Zaten kıyamet de buradan koptu: Kişisel verileri nasıl olur da kullanabilirler, diye!
Günümüz artık mega-veri çağı. Her yer ve her an artık birer veri. Sermayenin tekleşmesi gibi veri de tekleşiyor. Ve herkes de bu sürecin farkında. Nereye gidiyorsunuz, kimlerle yaşıyorsunuz, kimleri seviyorsunuz, neleri beğeniyorsunuz, nelere öfkeleniyorsunuz, hatta hangi saat, nerede ve nasıl yaşıyorsunuz! Tüm bunlar artık veriye dönüşebiliyor. Ve tek elde toplanabiliyor. Bilseniz de bilmeseniz de!
Ne güzel, değil mi? İnsanlara, toplumlara neyin, nasıl iyi geldiğini, neyin, nasıl zarar verdiğini görebileceğiniz, ölçebileceğiniz koca bir laboratuvar var. Ve bir sürü de fare. Sıçan.
Başka bir dünya düzeni olsa nelere yarar bu mega-veri? Kim bilir ama illa 1984’e mi döner?
Şüpheciler çok; iyi niyetli şüpheciler bunlar. Ama söylemek gerek: Çoktan 1984’ün altında kaldık. Artık 1985’i yaşıyoruz. Hatta 1986’yı falan. Düz gidip 2018 de diyebilirsiniz.
Geçmiş olsun!
Biz dönelim Ana Britannica çağrışımlı Analytica’ya! Nedir bu Cambridge Analytica? soL’da Tulga Buğra Işık yazdı: Facebook verilerini kullanarak bireylerin, kitlelerin davranışsal örüntülerini inceleyen bir şirket. Milyarlarca veri yığını içinden, tabiri caizse nokta atışı sağlayacak yönlendirme malzemeleri sağlıyorlar.
Kime? Parayı verene.
Buraya kadarı bile kapitalizm içinde normal karşılanabilir; adı üstünde “serbest piyasa ekonomisi.” Parayı verirsiniz ve fiyatı olan her şeyi alabilirsiniz. Fiyatı yoksa da fiyatlandırırsınız.
Ama işin içinde bir de bilim var. Hem de ne bilim: Sinirbilim. Yani neuroscience. Türkçe okursak Nöroosayns!
Şimdi bu nörobilim/sinirbilim meselesi, özellikle tüm umudunu bilime bağlamış “iyi” arkadaşlarımız tarafından çok sevilir. Kitapları hemen okunur: Beynin Gizemi, Afektif Nörobilim, Bilinç-Kullanım Kılavuzu vs.. Özellikle son yirmi-otuz yıldır da göz doldurmuştur kendisi. Psikoloji, psikiyatri gibi “eski usul” çalışan bilimlerin yerini alacak “hard” yani “öz/hakiki” bir bilim olarak görülür kendisini. Hani bir nevi fizik, kimya. Biyoloji bile değil.
Tüm davranış bilimlerini öznel yorumlama sıkıntısından (evet, davranışın anlamı ancak öznel bir anlam olarak kurulabilir) kurtaracak bir parlak alan olarak görülür. Ve öyle siyasetmiş, dünyayı değiştirmekmiş, psikanalizmiş, hele hele ekonomi politikmiş… Tüm bunlar dogmalarla hemhal olanların ya da eskimiş, bayatlamış düşünce kalıplarıyla uğraşan zavallıların alanıdır. Nörobilim dediğiniz ise yüksek bilimdi. Hakiki. Böylesi bir özgüven sağlıyordu nörobilim sevenlerine, izleyenlerine ve bizzat uğraşanlarına.
Cambridge Analytica ise kazın ayağının öyle olmadığını anlattı. Çok değil, birkaç yüz milyon dolar ederiyle.
Şimdi mesele şu: Bu şirketin işleri, mega-verilerin nörobilim temelli analiz edilmesine dayanıyor. Yani örneğin siz Facebook hesabınızda A olayını/duyurusunu beğendiğinizde bir sonraki beğeninizi de çoktan işaretlemiş oluyorsunuz. Hatta orada da kalmıyorsunuz. Kendinize dair bir çok bilgiyi de paylaşmamış olsanız da vermiş oluyorsunuz.
Nasıl mı? Şöyle…
İnternet öncesi çağda (ki bu çağ çok uzak değil, şunun şurası on, bilemediniz on beş yıl öncesi) da kitlesel davranış örüntüleri çalışılıyordu. Kabaca psikometri/psikografi adı verilen bu çalışmalar bireylerin psikolojik profillerini (örneğin kişilik) inceliyordu. İnceliyordu ama veri toplamak, hem de öyle milyonlarca falan değil, sadece birkaç bin kişilik veri toplamak çok ama çok zordu. Beş, altı bin kişilik ölçümler üzerinden koca bir toplumun davranışsal örüntülerine dair kimi çıkarımlar yapılmaya çalışılıyordu.
Ah, o eski bilim! İnternet, işte o eski bilimin önüne akla hayale gelmeyecek olanaklar çıkardı. Hem de ne olanaklar.
Örneğin Facebook’ta 5,1 milyon kişi Murat Boz’u beğenmiş. Ve bu 5,1 milyon kişi içinden sadece ve sadece 100.000’i yurtdışından paylaşım yapmış. Geriye kalan büyük kitle ise yurtdışına hiç çıkmamış ama yaklaşık 1 milyonu “a”, “b” ya da “c” havaalanında olduğunu bildirmiş. İç hatlarda uçmuşlar ve bir uçuş ağı ortaya çıkarmışlar. Murat Boz’u beğenenler en çok “A”, “B” ve “C” tipi şehirlere, mekânlara gitmişler. Bununla da kalmamışlar, toplumu etkileyen “bazı” günlerde yüksek sayıda paylaşımlarda bulunmuşlar: 30 Ağustos’u önemsemişler ama en çok yılbaşında “online” olmuşlar. Hem de ortalama 98 dakika gibi, gibi…
İşte tüm bu veriler, psikometriyi değiştirdi. Ve tabii ki nörobilimcilere küçük servetler yapma olanakları doğurdu. Milyonlarca kişinin “beğendiği”, paylaştığı ya da gönderdiği bildirimler ile yaşlarını, cinsiyetlerini, bulundukları yerleri birleştirebildiğiniz bir yazılım geliştirmeye kalır gerisi. Hani geriye bir nevi “noktaları birleştirmek” kalıyor. Eh azıcık da bilim biliyorsanız piyasa sizi bekliyor demektir.
2018’de değil daha 2012’de, sosyal medya paylaşımları üzerinden bazı davranışsal örüntüleri göstermek çoktan mümkün olmuştu: Facebook’ta yapılan ortalama 68 “beğenme” üzerinden kullanıcının deri rengini %95, cinsel yönelimini %88 ve hangi siyasi akıma yakınlık duyduğunu %85 doğrulukla tahmin etmek mümkün hale gelmişti (Türkiye için siz tabii ki “beğenme” sayısını 12, bilmediniz 13’e indirin; öngörmek için yeter de artar bile). Ve onca veri içinde şunları da öngörmek mümkün hale geldi: alkol kullanımı, dinsel bağlanma, yeniliklere açıklık, dar kafalılık ve hatta kişinin ebeveynlerinin evliliğinin durumu: Boşanmışlar mı yoksa halen evliler mi! Gibi gibi…
İşte buna benzer milyonlarca veri var Facebook ya da diğer sosyal paylaşım platformlarının elinde. Başvuruyorsunuz, parasını veriyorsunuz ve veriyi analiz ediyorsunuz. Hangi bilimsel arkaplanla? Neuroscience’la. Cambridge Analytica’nın yaptığı ve sattığı da bu. Parlak iki doktora öğrencisinin kullandıkları olanaklar bunlar: Biraz teknoloji, biraz bilim ve çokça para.
Ne diyelim! Bol kazançlar…
Ama… Söylemedi demeyin: Hepsine el koyacağız. Hepsine. NörooSayns hariç değil!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder