"Bazen herşey anlamını yitiriyor. Yaşamak, yazmak...
Düşünmek, iddia etmek, öne sürmek."
Laclau okuduğum bir zamandı. Çabucak sıkılmıştım yazdıklarından. Fazla teorizasyon ve tekrar vardı. Baştaki heyecanımı kısa sürede alıp gitmişti dili ve tarzı. Ve açıkçası sıradışı kariyeri. Devrim, strateji üzerine yazan birisi için fazla başarılı bir kariyeri vardı. İşe yarayacak olsa çoktan aforoz edilmiş olması gerekirdi. Bu nedenle okumaya ara vermiştim.
Tam o sırada evde Kar Kokusu'nu buldum. Ahmet Ümit'in ilk romanı. TKP üzerine olduğu ve yazarının parti tarafından Moskova'ya gönderildiğini de bildiğim için kitabı hep okumak istemiştim. Ama fazla ünlü olması ve ekranlardaki reklamcı halleri nedeniyle hep uzak durmuştum Ümit'ten. Ama o kadar sıkılmıştım ki Türkiye'de partili mücadeleye dair az çok içeriden ve yakın bir şeyler okumak istedim ve artık öyle yapmadım. Böylec Laclau'dan Ahmet Ümit'e, 1980'lerin Ahmet Ümit'ine, TKP'sine geçmiş oldum. Başladım okumaya.
Bir yandan severek okuyorumdum kitabı. Komünistlere, partiye dair hem sevecen hem de bana yabancı bir eleştirellik vardı. Yöneticiler vardı bir kere ve hepsinin de ego gücü çok düşüktü. İnsan sürekli "kollektif ortamlar bireylere ne yapar?" sorusuyla karşılaşıyordu. Ama dilinde ara ara ortaya çıkan tanıdık tınıyı sevmiştim. İçten, adanmış, inanmış ve bir akıp giden bir su gibi.
Kitabı okurken "Ahmet Ümit partili kalsa ne iyiymiş..." diye düşünürken de buldum kendimi. Çok üretken, yaratıcı, gözlem ve sentez gücü yüksek birisi olduğu belliydi. Ama muhtemelen daha o zaman "bu işlerden bir halt çıkmaz" demiş, o da belliydi.
Ama anlaşılır. Son zamanlarda kafamda dönen bir şey vardı. Kar Kokusu da tam denk geldi bu konuya. "Karakteriniz kaderinizdir." sözü. Uğraşıyordum kafamda bu sözle. Çok doğru bir yanı var bu lafın. Ama fazla kolay bir doğruluk bu. Bu nedenle de uğraştırıyordu beni. Ama doğruluğu da çok cezbediciydi. İnsanın hemen sarılası geliyor bu doğruluğa. Kolay bir reçete gibi. Kesin, anlaşılır ve kavrayıcı.
Ama benim hazır reçetem yok. Bunu açıklamaya. Daha doğrusu mizacın çok genetik olduğunu söyleyebilirim. Genetik ise biyolojikleşmiş bir tarih aslında. Geçmiş kuşakların mirası. Karakter ise bu çerçeve içinde inşa edilen bir şey. Mimarları ve budayıcıları var. Ona göre şekil alıyor. Ve olasılık çok ama yine de az çok sınırlı.
Yani bu yargının zamansal bir yanı var. Yaş dönümü ile de ilişkili. 10 yıl önce bunu söylerdim. Evet bunu: kaderin de karakterini yapar. Ama işler oturunca; işte meslek, aile, sosyallik; o öğrenci hayatı dağılınca daha kaderci/nesnelci oluyor insan. Olasılıkların köreliyor, azalıyor ve karakterin ve çaresizliğinle Başbaşa kalıyorsun.
Bir yandan severek okuyorumdum kitabı. Komünistlere, partiye dair hem sevecen hem de bana yabancı bir eleştirellik vardı. Yöneticiler vardı bir kere ve hepsinin de ego gücü çok düşüktü. İnsan sürekli "kollektif ortamlar bireylere ne yapar?" sorusuyla karşılaşıyordu. Ama dilinde ara ara ortaya çıkan tanıdık tınıyı sevmiştim. İçten, adanmış, inanmış ve bir akıp giden bir su gibi.
Kitabı okurken "Ahmet Ümit partili kalsa ne iyiymiş..." diye düşünürken de buldum kendimi. Çok üretken, yaratıcı, gözlem ve sentez gücü yüksek birisi olduğu belliydi. Ama muhtemelen daha o zaman "bu işlerden bir halt çıkmaz" demiş, o da belliydi.
Partideki "yöneticileri" hiç sevmemiş. Hep hödük ve regresif karakterler olarak resmetmiş onları. Partiye ve mücadeleye bakıp temel gördüğü "İktidar insanı bozar" olmuş. Belki de bunu yaşamış Ne yazık!
Ama benim hazır reçetem yok. Bunu açıklamaya. Daha doğrusu mizacın çok genetik olduğunu söyleyebilirim. Genetik ise biyolojikleşmiş bir tarih aslında. Geçmiş kuşakların mirası. Karakter ise bu çerçeve içinde inşa edilen bir şey. Mimarları ve budayıcıları var. Ona göre şekil alıyor. Ve olasılık çok ama yine de az çok sınırlı.
Yani bu yargının zamansal bir yanı var. Yaş dönümü ile de ilişkili. 10 yıl önce bunu söylerdim. Evet bunu: kaderin de karakterini yapar. Ama işler oturunca; işte meslek, aile, sosyallik; o öğrenci hayatı dağılınca daha kaderci/nesnelci oluyor insan. Olasılıkların köreliyor, azalıyor ve karakterin ve çaresizliğinle Başbaşa kalıyorsun.
Belki de Ahmet Ümit'in de başına benzer bir şey geldi. Ve herkesin ve herşeyin dağılıverdiği bir dönemde bambaşka bir yöne gitti. Bazılarının karakteri kesinlikle kaderiydi muhtemelen. Kendi hayatımdan da biliyorum. 1994-2004 arası ve sonra da 2004-2014 arası insanları mesela....
İkincisi karakterlerin kaderleştiği bir momentti. 1994-2004 ise kaderin karakterleştiği... Birinde herkes nesnelliğe kapıldı: evlendi; yönetici oldu; kariyer yaptı. Bir önceki dönemde ise insanlar kadere karşı yol alıyordu; evlilikten, kariyerden falan uzak. Biriminizin kaderi hepinizin karakterlerinin bileşkesiydi.
Geriye karda bile hatırlanan kokusu kaldı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder