30 Nisan 2016 Cumartesi

Into the Silence: A gift from a grief

Grief is mostly painful and it takes time to overcome its misery. However, there are some talented names who turn such a sorrow into a unique artistic expression. Into the Silence is a set of reflections on the death of Avishai Cohen’s father – often solemn but never dirgey, and beautifully recorded. Cohen composed the melodies over six months following his father's passing in November 2014, inspired by an album of Rachmaninoff's solo piano music. Cohen says "The title of the song and album refers to the silence of absence, the way you see pictures of someone who is gone but you don't really hear them in your life anymore."

Cohen's muted sound on the melancholy opening ballad "Life And Death" establishes the tone of the album from the start (including the unexpected double-time coda, a sign of the compositional thought behind the seemingly loose ensemble sound). Hence the reflective mood, and a nice ambiguity in that title. Does Into the Silence refer to the move from life to death, or to sounds pitched into the silence that follows it? Perhaps both. The slow opener, Life and Death, does sound like a threnody. The composer’s trumpet is a model of heartfelt expression throughout. One finely controlled moment can stand for many. As the last phrases of the penultimate piece, Behind the Broken Glass, approach, Cohen, his trumpet’s clear tones leading the mourners again, suddenly thins and softens his timbre for the closing few notes, as a eulogist might who can only just get the words out. Simple, fleeting, and deeply affecting.

After all, it is not a surprise to find Cohen offering this emotinal work that fits so squarely with what is usually identified as the ECM aesthetic. And here is a beautiful contemporary music for just  anyone.

13 Nisan 2016 Çarşamba

Sessiz bir Kelebeğin Rüyaları ve Dansları


Bu albümdeki her şey - tabii ki sadece iyi olan şeylerden bahsediyorum; kötü olanlar bana aittir- 1982'den beri, verebileceği her şeyi bana veren ama benim ise, bugün kendisine ancak bu albümü sunabildiğim Margit'e, melekler güzeli 'Margit, my angel'a aittir ve de ona ithaf edilmiştir..."

Aşk müziğe çok benzeyen bir şey... Bu ikisinin de üzerine öyle pek fazla konuşmaya gelmiyor. Sadece yaşamak lazım. Ama dolu dolu ve de gerekirse kemiklerinin en dibine, iliklerinin son hücresine kadar... Sonra bırak, her şey, yaşayabileceğin ne varsa vücudunun tüm hücrelerine girip, çıkıp, seni de zangır zangır titrettikten sonra, sular seller gibi üzerinden aksın ve gitsin. İşte bundan sonra, emin olabilirsin ki, aşk ve müzik üzerine bilmen gereken ne varsa, hepsini öğrenmişsindir'... Tayfun Erdem öğrendiklerini 'Sessiz bir Kelebeğin Rüyaları ve Dansları'' adlı albümüne koyarak dinleyenleri gündelik hayatın sıradanlığından uzaklara savuruyor. Melodilerle aşka, hüzne ve coşkuya yaklaşan dinleyici, yaşamla ölüm arasında gülümsüyor. Albümün ithaf edilen kadını Margit gibi: Müzisyenin ağır bir hastalık nedeniyle tüm vücudu felç olan ama 14 yıldır yaşama bağlılığını kaybetmeyen ve hep gülümseyen sevgilisi Margit... [Albüm tanıtım metninden - aslında bu albüm 2005'ten. Nöroloji günlerimden. Müthiş bir albüm, çok güzel şarkılar. Hep seveceğim.]

Tayfun Erdem • Sessiz bir Kelebeğin Rüyaları ve Dansları • Kalan • 2004*****

2 Nisan 2016 Cumartesi

Erken Bunama



Hayat beni sevgilim,
getirdi buraya, koydu.

Ah, keşke biraz daha şarap olsaydı,
tadı damağımda kaldı yaşanmamış hayatın.

Ama yine de çok dert değil,
çünkü artık eskisi gibi de değil.
Sadece keşke diyorum, kendi kendime, ara sıra.
Ve bazen kendime bile söylemiyorum.
O kadar işte artık,
öğrendim, acabaların peşinde koşmamayı
ya da sadece ve sadece düş kurmayı.

Hayat diyelim sevdiğim,
beni burada koydu, gitti.

Çok oldu,
hatırlanmayacak kadar çok.
İçimde kocaman bir düzlük, nasıl da düzgün, parsel parsel ayrılmış.
Dağ yok, dere tepe yok.
İniş çıkışlar yok.
Dümdüz.
Acıtmadan gidiyor işte zaman.

Ama biliyor musun sevgilim,
kendimi kendime acıttırmamak için
zor tutuyorum.
Ne olur ne olmaz diye, tüm pimleri sakladım zaten.
Belli olma diye, tüm numaraları sildim.
Ve gece karanlık iyice yerleştikten sonra, ve sustuktan sonra hayat
Arıyorum, nerede bu kayıplar diye.
Bunamış bir insan gibiyim artık.

Hani insan önce en son yaşadıklarını unuturmuş ya?
Yalanmış, ben ilk seni unuttum sevgilim.

1 Nisan 2016 Cuma

Kaan Tangöze ve gölgeler

İnsan şaşırıyor ama ülke, toplum, tarih de şaşırtacak işler, haller, durumlar çıkarmaya devam ediyor. Nasıl denir, nesnellik her şeye gebe velhasıl! Kaan Tangöze'nin albümü de bu minvalden aslında. Şaşırtıcı ve etkileyici. Ezgisi, tınısı, sesiyle olduğu kadar sözleri ve havasıyla da. Şu yaşadığımız son dört-beş yılın politik atmosferini, öfkesini, yenilgisini, kırgınlıklarını içerivermiş albüm. Hani neredeyse bir nevi post-Gezi dönemi soundu tutturmuş Tangöze. Kesinlikle etkileyici ve insanın yüreğinde, aklında, kulağında yer eden cinsten. Ve sanırım bir de (tabii ki bunu yazmak da ne kadar doğru, bilemiyorum ama basın yoluyla bir şekilde kolektif hale geldiği için de yazılabilir herhalde) kendi hayatındaki fırtınalar da girmiş albümün havasına. Çelişkileriyle... İnsan dinlerken buna da, o fırtınalara da şaşırıyor. Çünkü, Kaan Tangöze sanki kendi gölgesiyle de uğraşıyor. Buyrun buradan.