Yok, toplumsal bir durumdan bahsetmeyeceğim. Gerçi ülkede bir anlığına da olsa telefonunun dinlendiğini, takip edildiğini ya da başının belaya girmesine ramak kaldığını zaman zaman düşünmek durumunda kalan geniş bir kesim var artık. Toplumsal gerçekliğimiz oldukça bozulmuş durumda.
Ama toplumun küçük bir kesimi için bu tür şüphe, korku ve endişe dolu algılar ne yazık ki bir anlığına olup biten geçici haller değil. Bu tür algılar, çoğunlukla ergenliğin sonlarına doğru başlayan ve peşlerini neredeyse hayat boyu bırakmayan bir hastalığın belirtileri.
Şizofreni, siyasette, basında, edebiyatta, hatta maç kritiklerinde gelişigüzel kullanılsa da bu tür yaşantıları, düşünceleri ve algıları bir türlü geçmeyen insanlar için doyumlu bir hayat yaşamalarına engel olan ciddi bir sağlık sorunu.
Ama bir tek sağlık sorunu da değil. Çünkü psikiyatrinin içinde bile hep köklü tartışmaların odak noktasında olmuş bir durum şizofreni. Örneğin, 60lı yıllarda anti-psikiyatri akımı, özellikle de R. D. Laing’den etkilenen birçok psikiyatrist ve klinik psikolog, şizofreninin bir hastalık olmadığını, aileden başlayıp toplumun her yanına uzanan bir sistem sorunu olduğunu söylüyordu (1).
Şizofreni hep tartışıldı. Tim Crow’a göre Homo Sapiens’in Homo Sapiens olmasının, yani dil, iletişim ve kendisi üzerine düşünebilme özelliklerini edinmesinin belki de bedeli olan bu sendrom (2), psikiyatri içinde de biyoloji ile sosyoloji arasında gidip geldi geçtiğimiz yüzyıl boyunca.
Ocak ayında ise şizofreninin geleceğini etkileyecek, hatta belki de köklü olarak değiştirebilecek bir araştırma yayınlandı, Nature’da (3).