Prusyalı bir generale soracak olursak savaş dediğimiz “siyasetin başka araçlarla sürdürülmesidir”. Fransa’ya uzanıp Foucault’ya soracak olursak da siyaset dediğimiz “savaşın sadece ve sadece başka araçlarla sürdürülmesidir.” Demek ki aslında ‘süreklileşmiş, kesintisiz bir savaş hali’ içinde olduğumuzu düşünebiliriz.
Bu durumda “savaş olarak gördüğümüz savaş hali ile savaş olarak görmediğimiz kesintisiz savaş halini birbirinden ne ayırmaktadır?” diye sorabiliriz? Örneğin çalıştığınız işyerinde çadırda yanarak, ipi kopan asansörde düşerek, ya da ağırlık yapmak üzere konduğunuz botta boğularak ölmek savaş değil midir? Ya Soma, Roboski, Tuzla ve Gezi direnişi için ne demeli? Trafikteki ölümler ise istatistiktir ama savaş değildir! Öyle mi?
Halbuki savaşlar her şeyden önce istatistiktir, rakamlardır. Hatta bazılarına göre rakam olabilmek şanstır! Bir de geriye kalanlar vardır. Şansız olanlar ise bu durumda işte onlardır.
Zaten savaşlar, bir tek öldürmekle kalmaz. İstatistiksel açıdan daha kıymetsiz sonuçları da vardır savaşların: Göç edenler, göç etmek zorunda kalanlar, yeri değiştirilenler, sürülenler, sarsılanlar, acılar içinde kalanlar gibi.
22 Ağustos 2015 Cumartesi
13 Ağustos 2015 Perşembe
Villagers of Ioannina City
A few weeks ago, while a mediocre melodrama was being staged in Greece (actually in whole Europe), I searched for
any music reflecting possible rage and confusion of Greek society. Besides several
old and new politically oriented sounds, the unique recipe of a band from the northern Greece was the most euphonious one: Villagers of Ioannina City.
Their debut album Riza is one of the most interesting albums that easily overcomes the tricky business of blending different genres. Sounds of stone rock, post-rock, psychedelic rock, local Greek folk music form the unique atmosphere of their work but the outcome is much more than all.
The band originates from the north-western city of Greece, Ionnina (not surprisingly). Probably the mountainous geography of the region was hand in hand with deep sociopolitical turmoil of Greece while members were blowing their feelings into their music. In addition, almost three century-long occupation of the region by the Ottoman Empire must be noted, probably which led to hybridization of Balkan, Greek and Anatolian sounds. Traces of such a historical hybridization can be easily been heard in their album.
Their debut album Riza is one of the most interesting albums that easily overcomes the tricky business of blending different genres. Sounds of stone rock, post-rock, psychedelic rock, local Greek folk music form the unique atmosphere of their work but the outcome is much more than all.
The band originates from the north-western city of Greece, Ionnina (not surprisingly). Probably the mountainous geography of the region was hand in hand with deep sociopolitical turmoil of Greece while members were blowing their feelings into their music. In addition, almost three century-long occupation of the region by the Ottoman Empire must be noted, probably which led to hybridization of Balkan, Greek and Anatolian sounds. Traces of such a historical hybridization can be easily been heard in their album.
8 Ağustos 2015 Cumartesi
İmkânsız ol, gerçeği iste!
İnsan bazı sözleri ancak zamanla anlayabiliyor.
İlk ne zaman rastladığımı hatırlamıyorum. Muhtemelen 1996 ya da o civar yıllarda işte. Bir şekilde beğenmiş ve öğrenci odamın duvarını süsleyen kâğıtların, fotoğrafların, yazıların arasına sıkıştırmıştım o sözü: “Gerçekçi ol, imkânsızı iste!”
Sanırım uzun yıllar sözün kime ait olduğunu bile öğrenmedim. İhtiyaç duymadım; sadece hoşuma gitmişti ve hem duvara hem de aklıma yerleşmişti. Sonra Che Guevara’ya ait olduğunu öğrendim. Muhtemelen birkaç yıl sonra.
Ama aklımda cümleyle uğraşmaya devam ettim: Anlamını bir türlü oturtamıyordum; anlamı aksıyordu, düşündükçe takılıp kalıyordum. Söylenmek istenen “imkânsız olan (devrim, aşk, sosyalizm, anarşi, kopup gitmek vs.) istenecek ama gerçekçi olunacak” mıydı, acaba? Vurgu hangi tarafaydı? Bir türlü kestirtemiyordum. Bu nedenle de cümleyi sevmekle sevmemek arasında gidip geliyordum. Ama duvarda duruyordu işte. Ve vurguyu gerçeğe değil de imkânsıza yapmayı tercih etmiştim zaman içinde.
Uzun yıllardır da anlamı tam oturmamış olarak yerinde duruyordu. Ta ki son bir yıldır giderek alıp başını giden “gerçekçi” olma çağrılarına kadar. Çağrılar arttıkça söz de aklımda daha fazla dönüp durmaya başladı. Ben de oturdum biraz araştırdım, biraz daha düşündüm, biraz daha anladım.
İlk ne zaman rastladığımı hatırlamıyorum. Muhtemelen 1996 ya da o civar yıllarda işte. Bir şekilde beğenmiş ve öğrenci odamın duvarını süsleyen kâğıtların, fotoğrafların, yazıların arasına sıkıştırmıştım o sözü: “Gerçekçi ol, imkânsızı iste!”
Sanırım uzun yıllar sözün kime ait olduğunu bile öğrenmedim. İhtiyaç duymadım; sadece hoşuma gitmişti ve hem duvara hem de aklıma yerleşmişti. Sonra Che Guevara’ya ait olduğunu öğrendim. Muhtemelen birkaç yıl sonra.
Ama aklımda cümleyle uğraşmaya devam ettim: Anlamını bir türlü oturtamıyordum; anlamı aksıyordu, düşündükçe takılıp kalıyordum. Söylenmek istenen “imkânsız olan (devrim, aşk, sosyalizm, anarşi, kopup gitmek vs.) istenecek ama gerçekçi olunacak” mıydı, acaba? Vurgu hangi tarafaydı? Bir türlü kestirtemiyordum. Bu nedenle de cümleyi sevmekle sevmemek arasında gidip geliyordum. Ama duvarda duruyordu işte. Ve vurguyu gerçeğe değil de imkânsıza yapmayı tercih etmiştim zaman içinde.
Uzun yıllardır da anlamı tam oturmamış olarak yerinde duruyordu. Ta ki son bir yıldır giderek alıp başını giden “gerçekçi” olma çağrılarına kadar. Çağrılar arttıkça söz de aklımda daha fazla dönüp durmaya başladı. Ben de oturdum biraz araştırdım, biraz daha düşündüm, biraz daha anladım.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)